Güney Kafkasya'da güç dengesi hızla değişiyor.
Rusya'nın zayıflayan etkisiyle doğan boşluk, Fransa tarafından doldurulmak isteniyor.
Türkiye ise Azerbaycan ve Gürcistan'la kurduğu yapıyı, Ermenistan halkasıyla tamamlayabilirse yalnız Kafkasya'da değil, Türk dünyasında da haritayı değiştirebilir.
Haritanın iki yakasına dokunan gelecek
Kafkasya, Anadolu ile Avrasya arasında yer alan, geçitler, dağlar ve hatıralarla dolu tarihi bir coğrafyadır.
Bugün Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'dan oluşan Güney Kafkasya, üç büyük gücün -Rusya, İran ve Türkiye'nin- sınır hattında yer alır.
Aynı zamanda Karadeniz'i Hazar'a, Orta Asya'yı Avrupa'ya bağlayan güzergâhların kesiştiği bu alan, stratejik hesapların merkezindedir.
Bölge, çok sayıda halkın ve inancın buluşma noktasıdır.
Türkler, Gürcüler, Ermeniler, Lezgiler, Talişler ve daha birçok etnik topluluk bu topraklarda yaşamaktadır.
Ortodokslar, Gregoryenler, Müslümanlar ve Yahudiler yüzyıllardır aynı dağların eteklerinde varlık sürdürmektedir.
Bazı kaynaklar Kafkasya'yı diller ve dinler ülkesi olarak tanımlar.
Bu çeşitlilik, bölgenin sosyal dokusunu güçlü kılar; fakat aynı zamanda siyasal dengeleri kırılgan hâle getirir.
Coğrafyanın merkezinde yükselen Kafkas Sıra Dağları, kuzeyde Rusya için doğal bir güvenlik duvarı işlevi görür.
Moskova, tarih boyunca bu hattı güneyden gelen tehditleri engelleyen bir savunma bariyeri olarak değerlendirmiştir.
Bu nedenle Kafkasya'nın istikrarsızlaşması, doğrudan Rusya'nın iç güvenlik hesaplarını etkiler.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bugün bölgenin önemi, doğal zenginliklerden ve geçiş koridorlarından kaynaklanmaktadır.
Hazar'dan çıkan enerji, Bakü-Tiflis-Ceyhan ve TANAP hatlarıyla Akdeniz'e ve Avrupa'ya ulaşır.
Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı, Türkiye üzerinden doğu ile batı arasında bağlantı kurar.
Bu hatların ekonomik değeri kadar, taşıdığı siyasi anlam da büyüktür.
Kafkasya'nın hangi güçle entegre olduğu, yalnız coğrafi yönünü değil, bölgenin gelecekteki kimliğini de belirler.
Türkiye açısından Güney Kafkasya, doğuya yönelen bütün siyasi, ekonomik ve güvenlik açılımlarının ilk halkasını oluşturur.
Bu bölgedeki temaslar, Ankara'nın Hazar ötesi Türk dünyasıyla olan bağlarını kurumsallaştırmasını ve güçlendirmesini sağlar.
Azerbaycan ile kurulan stratejik ortaklık, Nahçıvan bağlantısı üzerinden Türkistan kapısını aralar.
Zengezur hattı işlerlik kazandığında, Türkiye ile Orta Asya arasında kesintisiz kara bağlantısı oluşacaktır.
Bu, yalnızca lojistik bir gelişme değil; dil, kimlik ve kader ortaklığının fiziki haritaya yansıması anlamına gelir.
Türk Devletleri Teşkilatı'nın (TDT) güç kazanması, Ankara'nın Kafkasya'daki pozisyonunu daha anlamlı kılmaktadır.
Türkiye, Türkistan'a ulaşmak istiyorsa Kafkasya'daki hatlarını sağlamlaştırmak zorundadır.
Bu bölge aynı zamanda Türk dünyasının Avrupa'ya açılan eşiğidir. Hazar'dan Adriyatik'e uzanan hat üzerinde kurulan her bağlantı, yalnız Ankara'nın değil; Bakü'nün, Astana'nın, Taşkent'in ve Bişkek'in de irtibat alanını genişletir.
Kafkasya ülkeleri için de Türkiye, denize çıkış yolu, Batı ile bağlantı köprüsü ve ekonomik ortak anlamı taşır.
Stratejik haritaya bu gözle bakıldığında, Ankara ile Güney Kafkasya arasındaki ilişki yalnız geçici iş birliklerinden ibaret kalmaz; karşılıklı bağımlılık ve birlikte yükselme hedefiyle şekillenir.
Son yıllarda bölgede güç dengeleri değişiyor.
Rusya'nın geri çekildiği, Fransa ve diğer aktörlerin yeni pozisyonlar aradığı bir dönemde, Türkiye'nin Güney Kafkasya'daki yerini sağlamlaştırması, yalnız bölgesel denge değil, Türk dünyasıyla tarihsel bağların geleceğe taşınması açısından da hayati önemdedir.
Rusya'nın gölgesinden geriye ne kaldı?
Güney Kafkasya, 200 yıl boyunca Rus dış politikasının çevre kuşatma doktrininde özel bir yere sahipti.
Çarlık döneminde başlayan yayılma, Sovyetler döneminde bölgeyi iç güvenliğin dış çeperine dönüştürdü.
Kafkas Sıra Dağları, Rusya'nın güneyini koruyan bir duvar olarak kodlandı.
Gürcistan'ın işgali, Abhazya ve Güney Osetya'daki fiili kontrol, Ermenistan'daki askeri üsler ve Azerbaycan'la kurulan silah diplomasisi; hepsi bu hattın tutulması için devreye sokulmuş araçlardı.
Ancak bu yapı 2020 Karabağ Savaşı ile birlikte sarsılmaya başladı.
Moskova, savaşın başından itibaren sahaya doğrudan müdahale etmekten kaçındı.
Ermenistan, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) üyesi olmasına rağmen, Rusya bu anlaşmayı işletmedi.
Gümrü Üssü'ndeki askeri varlık pasif kaldı; Erivan, savaş boyunca yalnız bırakıldığını düşündü.
Paşinyan yönetimi bu tavrı “cezalandırılma” olarak okudu.
Ancak tablo bundan daha derindi: Kremlin, artık tek yönlü angajmanlarla bölgeyi tutamayacağını görüyordu.
Karabağ'ın Azerbaycan tarafından kontrol altına alınmasıyla sonuçlanan savaşın ardından Rusya, sahada bir barış gücü konuşlandırarak durumu dengelemeye çalıştı.
Ancak bu birlikler, beklenen siyasi etkiyi yaratamadı.
Rus askerî varlığı, Ermenistan kamuoyunda güvensizlik doğururken, Azerbaycan nezdinde anlamını yitirdi.
Moskova'nın gözetleme rolü, kısa sürede sembolik bir düzeye geriledi.
Ardından gelen Ukrayna savaşı, bu kırılmayı daha da derinleştirdi.
2022'den itibaren Kremlin, askeri ve ekonomik kaynaklarının büyük bölümünü doğrudan cepheye yönlendirdi.
Donbas, Kırım, Harkiv ve Zaporijya hattında yaşanan kayıplar, Rusya'nın çevre bölgelerdeki kontrol kapasitesini aşındırdı.
Güney Kafkasya, bu aşınmanın ilk görüldüğü sahalardan biri oldu.
2024'te Karabağ'daki barış gücü görev süresinin dolmasına henüz bir yıl varken, Moskova birliklerini erken çekme kararı aldı.
Bu, sadece takvimsel bir düzenleme değil, Rusya'nın bölgesel niyetlerinden geri adım atışıydı.
Bugün itibarıyla Rus sınır muhafızlarının da Ermenistan'daki bazı görevleri devretmesi tartışılıyor.
Bu gelişmeler, Moskova'nın Güney Kafkasya'daki etkisini hem fiziksel hem psikolojik olarak kaybetmeye başladığını gösteriyor.
Bu süreçte en dikkat çekici çıkışlardan biri, Ermenistan'ın KGAÖ'den kopma iradesini açıkça beyan etmesi oldu.
Başbakan Nikol Paşinyan, 2024 yılı başından itibaren yaptığı açıklamalarda, Ermenistan'ın KGAÖ üyeliğini askıya aldığını ve örgütle bağlarını gözden geçirdiğini belirtti.
Aynı yılın yaz aylarında, Erivan yönetimi KGAÖ ile tüm ortak faaliyetlerini durdurduğunu ve örgütten fiilen ayrılma sürecini başlattığını duyurdu.
Paşinyan'ın ifadesiyle;
Ermenistan, artık KGAÖ'nün güvenlik şemsiyesi altında değil.
Bu adım, Moskova'nın bölgede en çok güvendiği müttefikinin bile sistemden çıkma eğiliminde olduğunu açıkça gösterdi.
Ermenistan'ın bu hamlesi, Rusya'nın yalnızca askeri değil, kurumsal ve ideolojik nüfuzunun da çözülmekte olduğunu ortaya koyuyor.
KGAÖ'den kopan bir Erivan, güvenlik arayışını Batı'da yeniden tarif etmeye çalışacak.
Bu kırılma, yalnız Rusya'nın etkisini zayıflatmakla kalmaz; Türkiye'nin stratejik manevra alanını da genişletebilir.
Çünkü Rusya'nın gücünü geri çektiği yerde oluşan boşluk, istikrarlı ve çevik hamlelerle doldurulabilir.
Bugün Rusya, Güney Kafkasya'da artık zayıflayan bir aktör değil; yerini başkalarına bırakmak zorunda kalan bir güç durumuna gelmiştir.
Bu boşluk, yeni düzen arayışlarını beraberinde getiriyor.
Çünkü Kafkasya'da boşluk uzun süre kalmaz.
Coğrafya, kontrol edilmeyi bekleyen bir geçit gibidir; çekilenin yerine yenisi mutlaka gelir.
Fransa'nın yükselen hamleleri: Eğitimden silaha, retorikten nüfuza
Rusya'nın Güney Kafkasya'daki ağırlığı gerilerken, bu boşluğu doldurmak isteyen yeni aktörler sahneye çıkıyor.
Son 2 yılda dikkat çeken en dinamik çıkışı ise Fransa gerçekleştirdi.
Paris, hem sert güç unsurlarıyla hem de yumuşak güç araçlarıyla Ermenistan üzerinden bölgeye nüfuz etmeye çalışıyor.
Bu çaba, klasik diplomatik destek sınırlarını aşmış, askeri, eğitimsel ve kültürel alanlara kadar yayılmış durumda.
2023 yılı itibarıyla Fransa, Ermenistan'a doğrudan silah tedarik eden ilk Batılı ülke hâline geldi.
Erivan'a zırhlı araçlar, CAESAR tipi obüsler, radar sistemleri ve optik gözetleme ekipmanları gönderildi.
Bu silah transferleri sadece sembolik yardım niteliği taşımıyor; Fransa, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri'ni yeniden yapılandırma sürecine açık destek veriyor.
Fransız Savunma Bakanlığı ile Ermenistan Savunma Bakanlığı arasında imzalanan güvenlik iş birliği belgeleri, bu sürecin kurumsal altyapısını oluşturdu.
Macron yönetimi, Karabağ'da yaşanan gelişmeleri uluslararası kamuoyuna taşıma konusunda da oldukça aktif.
Fransa Parlamentosu ve Senatosu'nda alınan kararlar, Karabağ'daki durumu “etnik temizlik” olarak tanımlayan açıklamalarla birlikte sunuldu.
Bu söylem, Fransa'nın bölgeye yalnızca jeopolitik değil, normatif bir müdahalede bulunduğu izlenimini yaratıyor.
İnsan hakları eksenli bu dil, Fransa'nın klasik müdahale gerekçelerini yeniden üretme zeminine dönüşüyor.
Ancak Paris'in bölgedeki stratejisi yalnızca silah ve söylemle sınırlı değil.
Aynı zamanda kültürel ve eğitimsel alanda da derinlemesine bir nüfuz politikası yürütülüyor.
Fransız üniversiteleri, son 2 yılda Erivan'da kampüsler açmaya başladı. Fransa'nın dil ve kültür enstitüleri yeniden yapılandırıldı, öğrenci değişim programları genişletildi.
Bu hamleler, Fransa'nın bölgede kalıcı etki kurmak istediğini gösteriyor.
Sert güçle desteklenen bu yumuşak güç stratejisi, Ermenistan halkının zihinsel haritasına da hitap ediyor.
Tüm bu adımlar, Ermenistan'ın Batı'ya yönelme eğilimiyle birleştiğinde dikkat çekici bir yeni dengeyi ortaya çıkarıyor.
Fransa, Avrupa Birliği'nin genel çizgisine paralel hareket etse de bu süreçte Erivan'la özel bir ikili ilişki geliştirmeyi başardı.
Macron'un Paşinyan'la doğrudan teması, Paris'in bölgedeki diplomatik aktivizmini Brüksel'in önüne taşıyor.
Bu durum, Türkiye açısından dikkatle izlenmesi gereken bir gelişmedir.
Çünkü Fransa, Ermenistan'ı yalnızca desteklenen bir ülke değil, bölgesel denklemin parçası olarak konumlandırmak istiyor.
Ermenistan'a verilen bu askeri ve siyasi destek, dolaylı olarak Türkiye ve Azerbaycan'ın ortak stratejisini dengelemeye yönelik bir girişimdir.
Paris, Güney Kafkasya'da askeri varlık kurmasa bile, siyasi ve kültürel varlığıyla etki üretmeyi hedefliyor.
Sonuç olarak Fransa, Güney Kafkasya'da doğrudan güç sahibi olmak yerine, etki yaratan pozisyonlar üzerinden kalıcı bir rol edinmeye çalışıyor.
Ermenistan bu stratejinin giriş kapısı hâline gelmiş durumda.
Paris, Rusya'nın boşalttığı alanı yalnız Batı değerleriyle değil, siyasi irade ve somut araçlarla doldurmaya aday görünüyor.
Türkiye: Ermenistan halkası tamamlanırsa harita değişir
Türkiye, Güney Kafkasya'da kurduğu ilişkileri uzun vadeli ve çok katmanlı bir strateji üzerine inşa etti.
Azerbaycan ile savunma, enerji ve ulaştırma alanlarında tesis edilen ittifak, yalnız askeri başarı değil, diplomatik denge ve ekonomik bütünleşme de sağladı.
Şuşa Beyannamesi bu anlamda bir dönüm noktasıydı.
Gürcistan ile sürdürülen ilişkiler ise enerji geçişi, lojistik koridorlar ve ticaret hacmi üzerinden kurumsallaştı.
Ankara-Tiflis-Bakü hattı bugün Güney Kafkasya'nın en işleyen ve en istikrarlı ortaklık zeminidir.
Bu iki ayağın üzerine üçüncü bir sütun eklendiğinde tablo tamamlanacaktır: Ermenistan.
Ankara ile Erivan arasındaki temaslar 2021 sonunda özel temsilciler aracılığıyla başladı.
2023 Kahramanmaraş depremlerinin ardından Ermenistan'ın Alican Sınır Kapısı'nı insani yardım için açması, ilişkilerde yeni bir kapıyı araladı.
Diplomatik jestler, düşük yoğunluklu temaslara dönüştü.
Charter uçuşları yeniden başladı, sınırlı ticaret adımları atıldı.
Henüz sembolik düzeyde seyreden bu temaslar, doğru yönetilirse stratejik bir açılıma dönüşebilir.
Türkiye'nin elinde güçlü bir jeopolitik denklem var.
Azerbaycan ile kurduğu derin ittifak, Ermenistan'la kurulacak ölçülü bir normalleşmeyi dışlamıyor.
Ankara, bu süreci Bakü ile tam eşgüdüm içinde yürütüyor.
Paşinyan yönetimi de bunu fark etmiş durumda.
Türkiye'nin güvenlik kaygılarına duyarlı, Azerbaycan'ın pozisyonunu gözeten bir Ermenistan açılımı, bölgedeki dengeleri Türkiye lehine pekiştirir.
Bu açılım tamamlanırsa Türkiye, Güney Kafkasya'daki tüm kara hatlarının, enerji geçiş yollarının ve siyasi temas kanallarının merkezinde yer alan tamamlayıcı güç hâline gelir.
Kars'tan Nahçıvan'a, oradan Bakü'ye ve Hazar ötesine uzanan hattın tamamı kesintisiz işleyecek bir yapıya kavuşur.
Bu, Türk dünyasıyla bağlantıyı somutlaştırır, Orta Koridor'un kıta içindeki sürekliliğini sağlar.
Aynı zamanda Ermenistan ile ekonomik ilişkilerin gelişmesi, Doğu Anadolu illerinin canlanmasına, sınır bölgelerinde karşılıklı güvenin tesisine de katkı sunar.
Ancak bu fırsat, ihmal edilirse kırılganlığa dönüşebilir.
Fransa'nın son dönemdeki müdahaleci hamleleri, Ermenistan'ı Batı'nın stratejik kaldıraçlarından birine dönüştürme riskini barındırıyor.
Eğer Türkiye, bu süreci geciktirirse, Erivan üzerinde başka başkentlerin etkisi artar.
Bu da hem Azerbaycan'la uyumu zedeler hem de Türkiye'nin bölgesel mimari üzerindeki etkisini sınırlar.
Bu nedenle Türkiye için mesele, Ermenistan'la normalleşmeyi ne zaman yapacağı değil, nasıl ve hangi derinlikte inşa edeceği meselesidir.
Sürecin karşılıklı saygı, denge ve uzun vadeli çıkarlar temelinde kurulması, Ankara'ya bölgedeki son halkayı da kapatma imkânı sunar.
Haritalar çizgiyle değil, iradeyle değişir.
Türkiye eğer bu iradeyi stratejik sabır ve doğru zamanlama ile birleştirirse, Güney Kafkasya yalnızca geçiş coğrafyası olmaktan çıkar; Türk dış politikasının kalıcı nüfuz alanlarından birine dönüşür.
Bu aynı zamanda, bölge üzerinde hâlâ etkisini sürdürmeye çalışan Rusya ile sınır kaygılarını bölgesel etki arayışına dönüştüren İran karşısında da Türkiye'nin üstünlük sağlayabileceği bir jeopolitik avantaja kapı aralar.
Ermenistan'ı dışlayan değil, yönlendiren bir Türkiye profili; hem Batı'nın denge arayışlarını şekillendirir hem de doğudaki rekabet hatlarını Türkiye lehine kırar.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish