İstihbarat tarihinin en çok konuşulan, tartışılan ve mitolojikleştirilen figürlerinden biri olan Eli Cohen, sadece bir casus değil; aynı zamanda soğuk savaş sonrası Ortadoğu'da kimliğin, sadakatin ve ihanete dair algıların kristalize olduğu bir semboldür.
1960'lı yıllarda İsrail istihbarat servisi Mossad tarafından özel olarak eğitilen Cohen, Arap kimliğine bürünerek Şam'a yerleştirilmiş ve kısa sürede Suriye'nin siyasal ve askerî elitleriyle içli dışlı bir konum kazandı.
Edindiği bilgiler sayesinde İsrail, 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda stratejik üstünlük elde etti; bu durum Cohen'in etkisini zamanla abartılı da olsa bir "savaşın gidişatını değiştiren adam" düzeyine taşıdı.
Ancak istihbarat tarihindeki her "başarı öyküsü"nün bir bedeli olur.
Eli Cohen, 1965 yılında Suriye güvenlik servislerinin teknik izleme faaliyetleri sonucu deşifre edildi, yakalandı ve aylar süren bir yargılama sürecinin ardından Şam'da kamuya açık şekilde idam edildi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu noktadan itibaren Cohen'in bedenine dair süregelen mücadele, onun yaşamından çok daha sembolik, çok daha katmanlı bir çatışmanın parçası haline geldi.
İdamdan sonra İsrail'in tüm diplomatik girişimlerine rağmen cenazesi iade edilmedi; bu da Eli Cohen'i, sadece yaşarken değil, öldükten sonra da süregiden bir istihbarat savaşının odağına yerleştirdi.
Bugün Cohen, İsrail'de bir "milli kahraman" figürü olarak anılırken, Suriye'de hâlâ bir düşman casusu olarak kodlanıyor.
Dolayısıyla onun kimliği, yalnızca bireysel bir kimlik değil; iki düşman devletin tarih anlatılarında birbirine zıt roller yüklenen bir figürdür.
İsrail için Cohen'in kimliği, fedakârlığın, zekânın ve vatan için kendini feda etmenin timsali iken, Suriye için onun adı, dış müdahaleye açık kapı bırakmış bir "hainin" ifadesidir.
Bu çift yönlü anlam yüklemesi, istihbaratın sadece sahadaki faaliyetlerle değil, aynı zamanda ölümden sonraki anlatılarla da sürdüğünü gösterir.
Eli Cohen'in hayatının istihbarat tarihi açısından "önemli" addedilmesinin nedeni, yalnızca elde ettiği bilgiler ya da ulaştığı çevre değil.
Onun üzerinden kurulan ulusal hafıza ve sembolik temsil gücü, casusluğu sıradan bir bilgi toplama faaliyeti olmaktan çıkarıp, bir devlet aklının nasıl işlediğini gösteren stratejik bir fenomen haline getirir.
Bu bağlamda Cohen, sadece bir ajan değil; bir anlatıdır, bir mitolojidir, bir devletin varoluş gerekçesini yeniden üretme aracıdır.
Başarı mı, başarısızlık mı? İstihbaratın iki yüzü
Eli Cohen'in hikâyesi, İsrail istihbaratı Mossad tarafından çoğu zaman bir başarı destanı olarak lanse edilir.
Bu anlatıya göre, Cohen'in Suriye askeri ve siyasal yapısına sızarak devletin en mahrem bilgilerine erişmesi, Mossad'ın olağanüstü planlama ve uygulama yeteneğinin bir tezahürüdür.
Ne var ki, bu anlatı çoğu zaman eksik bir yüzle sunulur:
Zira bir ajan, ne kadar stratejik bilgi toplarsa toplasın, eninde sonunda yakalanıyor ve infaz ediliyorsa; bu sürecin sonunda başarı ile başarısızlık arasındaki sınır bulanıklaşır.
İstihbarat dünyası, çoğu zaman başarı ve başarısızlık kavramlarının mutlak olmadığı, hatta sıkça birbirine dönüştüğü bir alandır.
Eli Cohen'in operasyonu da bu gri alanın tipik bir örneğidir.
Evet, Cohen'in Suriye'den sağladığı bilgiler İsrail için faydalı oldu; ancak bu operasyonun sonucu bir ajan kaybı, bir kamuya açık infaz ve yıllarca süren bir diplomatik başarısızlıkla taçlandı.
Dolayısıyla "Cohen bir istihbarat zaferidir" cümlesi, ancak onun bedelini görmezden gelerek kurulabilir.
Dahası, bir casusun ifşa olması ve karşı istihbarat birimlerince teşhis edilip yakalanması, yürütülen operasyonun kritik bir zayıflığını da gözler önüne serer.
Bu bağlamda, Suriye istihbaratının teknik takip kabiliyeti, Cohen'in Şam'daki radyo vericisini tespit ederek operasyonu çökertmesiyle bir karşı başarı örneği hâline gelir.
İsrail için bu durum, sadece bir personel kaybı değil; aynı zamanda stratejik bilgi akışının kesilmesi ve güvenlik açığının ifşası anlamına gelir.
Başarı olarak anılan süreç, özünde çökmüş bir operasyonun post-faktum meşrulaştırılmasıdır.
En az bu kadar önemli olan bir başka nokta ise, Cohen'in bedeninin bugüne dek iade edilmemesidir.
Eğer onun faaliyeti tam anlamıyla başarılı olsaydı, cenazesi çoktan ülkesine dönmüş olurdu.
Bedenin düşman topraklarında tutulması, yalnızca bir "hukukî mesele" değil; derin bir sembolik kayıptır.
Beden, istihbaratın görünmez savaşında son kalıntıdır.
Eli Cohen'in bedeninin Şam'da tutuluyor olması, Suriye'nin bu çatışmayı hâlâ "bitmemiş" gördüğünü; İsrail'in ise bu meselede inatla yeniden sembolik üstünlük kurma çabasında olduğunu gösterir.
Burada sormamız gereken soru şudur:
Bir operasyon, sonu bir kamu infazı ve cenazeye dahi ulaşılamayan bir kayıpla sonuçlanıyorsa, bu nasıl ve neye göre bir "başarı"dır?
Eli Cohen'in başarısı, onun sağladığı bilgilerden çok; ölümünden sonra oluşturulan ulusal anlatıyla yeniden üretilmiş bir "anlam başarısı"dır.
Gerçekte ise, operasyonun sonu, istihbaratın soğukkanlı matematiği açısından kaybedilmiş bir pozisyondur.
İstihbarat dünyasında gerçek başarı, bir ajanın görevini tamamlayıp kimliğini asla ifşa etmeden ülkesine sağ salim dönebilmesidir.
Cohen, bunu başaramamış; aksine, düşmanın eline geçen bir bedene ve hâlâ sonuçlanmamış bir cenaze mücadelesine dönüşmüştür.
Bu yönüyle Eli Cohen, bir başarı öyküsünden ziyade, istihbarî kırılganlığın ve aşırı özgüvenin sembolü olarak da okunabilir.
Bedenin gücü: Cenaze neden iade edilmedi?
Modern istihbarat tarihinde, bir ajanın ölümü genellikle operasyonun sonu değil, başka bir savaşın başlangıcıdır.
Bu savaş, artık bilgi değil anlam, hafıza ve beden üzerindendir.
Eli Cohen'in cenazesinin yaklaşık 60 yıldır İsrail'e teslim edilmemiş olması, klasik diplomatik bir restleşmenin çok ötesinde, sembolik bir egemenlik iddiasının göstergesidir.
Suriye'nin bu cenazeyi iade etmemesi; geçmişin hâlâ "geçmemiş" olduğunu, savaşın ölümle sonlanmadığını ve bedene sahip olanın anlatıya da hükmettiğini ortaya koyar.
Suriye açısından Cohen'in cenazesi, sıradan bir ölü değil, düşmanın en mahrem alanlarına sızmış bir figürün bedenidir.
Bu bedenin iade edilmesi, Suriye'nin istihbarat savaşındaki üstünlüğünden geri adım atması anlamına gelebilir.
Bu noktada, özellikle İslam-Arap dünyasında tarihsel olarak güçlü olan "ölüye saygı" kültürünün bile bir kenara bırakıldığı görülür. Çünkü mesele artık bir "ölü" değil; temsil ettiği ideolojidir.
Suriye, bu tavrıyla, hem iç kamuoyuna hem de İsrail'e şu mesajı verir:
Sizin kahramanınız, bizim için hâlâ bir haindir. Onu toprağımızda tutmak, zaferimizin yaşayan simgesidir.
Cenazenin teslim edilmemesi, aynı zamanda potansiyel diğer casuslara verilmiş açık bir gözdağıdır:
Yakalanırsanız, sadece hayatınızı değil, mezarınızı da kaybedersiniz.
Bu tutum, istihbarat savaşlarında caydırıcılık ilkesinin ölüm ötesine uzandığını gösterir.
Beden, sadece biyolojik bir gerçeklik değildir; devletin anlam inşasında bir araçtır.
Eli Cohen'in bedeni, İsrail için "vatanı için canını veren bir kahraman" anlatısının fiziksel temsili iken; Suriye için "düşmanın ajanı" olarak aşağılanması gereken bir unsurdur.
Bu nedenle cenazenin tutulması, sadece fiziksel değil; anlatı üzerinde kurulan hâkimiyetin bir parçasıdır.
Bu noktada Michel Foucault'nun "beden siyaseti" kavramı anlam kazanır.
Devletler, bedenler üzerinden güç üretir.
Eli Cohen'in bedeni, İsrail'in tarih anlatısında bir şehitlik sembolüyken, Suriye için esir alınmış bir zafer nişanesidir.
Beden iade edilirse, bu anlam kırılır; çünkü iade, sembolik bir "yenilgiyi" de beraberinde getirir.
Oysa bedenin elde tutulması, anlatının kontrolünü de elinde tutmak demektir.
İstihbarat literatüründe beden, sadece ölümden sonra değil; yaşarken de bir bilgi aracı olarak değerlendirilir.
Casusun vücudunda yer alan izler, travmalar, teknoloji kalıntıları, kullanılan implantlar, kimyasal maddeler ve biyometrik veriler bir operasyonun arka planına dair ciddi ipuçları sunabilir.
Eli Cohen'in 1965'teki bedeninin, o dönemin teknik imkânlarına göre bazı şifreleri barındırdığı düşünülüyordu.
Ancak günümüz teknolojisiyle beden üzerinde yapılacak genetik, toksikolojik ya da mikroskobik analizler, o dönemki Mossad'ın operasyonel yöntemlerine dair bazı sırları açığa çıkarabilir.
Bu nedenle, bedenin hâlâ Suriye'de tutuluyor olması, sadece sembolik değil; aynı zamanda gizli bilgiye dair potansiyel bir kaynak olması açısından da değerlidir.
Bu yaklaşım, istihbarat savaşının ölümle bitmediğini; hatta kimi zaman ölümden sonra başladığını gözler önüne serer.
Zaman zaman İsrail ile üçüncü ülkeler (örneğin Rusya veya Almanya) üzerinden cenazenin iadesine dair görüşmeler yapılmıştır.
Ancak bu girişimlerin tamamı, çeşitli gerekçelerle sonuçsuz kalmıştır.
İsrail tarafı bunu bir insanî mesele olarak gündeme getirirken, Suriye bunu bir millî egemenlik meselesi olarak görmektedir.
İki tarafın aynı olaya yüklediği anlamlar o denli farklıdır ki, insanî çözüm ancak politik bir geri çekilme ile mümkün olabilir ki bu da şu ana kadar Suriye rejiminin asla kabul etmediği bir durumdur.
Hafıza, kahramanlık ve devlet anlatısında Eli Cohen
Her devlet, geçmişindeki bazı figürleri, toplumsal hafızanın merkezine yerleştirerek ulusal bir anlatı inşa eder.
Bu figürler çoğu zaman gerçek hayatlar yaşamış bireylerden çok, devletin ideolojik ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş "temsilî kimliklerdir."
Eli Cohen de İsrail'in hafızasında tam da bu şekilde konumlandırılmıştır.
Onun gerçek yaşamından çok, ölümünden sonra devlet tarafından şekillendirilen hikâyesi hâkimdir.
Cohen'in ölümünden sonra İsrail, onun hatırasını yalnızca bir istihbarat başarısı olarak değil, daha derin bir anlamla yeniden üretmiştir.
Eli Cohen'in ismi Tel Aviv'deki meydanlara, okullara ve kamu binalarına verilmiş; hayatı defalarca filmlere, belgesellere ve dizilere konu edilmiştir.
Özellikle Netflix yapımı The Spy gibi kurgusal anlatılar, Cohen'i adeta modern bir kutsallaştırarak, onun eylemlerini kutsal bir amacın parçası olarak sunmuştur.
Böylece istihbarat faaliyeti, sıradan bir ajan operasyonu olmaktan çıkarılıp, ulusal direnişin ve hayatta kalma savaşının sembolü haline getirilmiştir.
Bu tür bir mitolojikleştirme süreci, hem iç politikada halkı ortak bir kimlik etrafında kenetlemek, hem de dış politikada İsrail'in caydırıcılık gücünü artırmak amacıyla yürütülür.
Eli Cohen'in bedeninin hâlâ İsrail'e getirilmemiş olması da bu anlatıya dramatik bir derinlik kazandırır: O, bedeni düşmanda kalmış ama ruhu vatanın yüreğinde yaşamaya devam eden bir "ulusal aziz" hâline getirildi.
İsrail'deki siyasi aktörler, Cohen'in hikâyesini zaman zaman güncel tehditleri meşrulaştırmak, halkı güvenlik politikalarına ikna etmek ya da askeri operasyonları gerekçelendirmek için kullanıyor.
Eli Cohen'in adı anıldığında, İsrailli yurttaşın zihninde bir travma yeniden tetiklenir:
Biz her an, her yerden saldırıya uğrayabiliriz.
Bu travmanın canlı tutulması, devletin güvenlik temelli siyasal duruşunu rasyonelleştirmesine olanak tanır.
Bu noktada Eli Cohen'in hafızası, sadece geçmişin değil, geleceğin güvenlik stratejilerinin de meşru zeminine dönüşür.
Bu bağlamda bedenin hâlâ düşman topraklarında bulunuyor olması, anlatının sürekli güncel ve canlı kalmasını sağlar.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish