Cazgırın derdi...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: ANKA

Bir seçim yaşadık ve bu seçime hile karıştığından neredeyse hepimiz eminiz.

Muhalefetin denetlemekte yetersiz kaldığı sandıklarda kullanılan oylardan çıkan anormal sonuçlar; Yeşil Sol Parti'nin oylarının nedense hep bir partiye,

MHP'ye doğru kaydırılması; Türkiye'ye son dönemde yerleşmiş göçmen nüfusa verilen ve sayısı bilinmeyen vatandaşlıklar ve tabii oy hakkı; Yüksek Seçim Kurulu'na ve yerel seçim kurullarına duyulan güvensizlik...

Bunların hepsi birleştiğinde ortaya koskoca bir şaibe çıkıyor.

Tabii CHP'den ortalığa yayılan kulis haberleri de cabası...

Bunları daha sonra ele alacağız.

Bugün ise seçimlere dair spesifik bir iki konudan söz etmek istiyorum...
 


Biliyorsunuz, Türkiye İşçi Partisi, açıktan açığa sosyalist bir program ve söylemle, ve 51 ilde seçime girdiği halde 1 milyona yakın oy aldı. Böylelikle uzun yıllardır başarılamayan bir işi başardı.

Evet, TİP sadece dört milletvekili çıkarabildi ama Antalya, İzmir ve Muğla'da birer milletvekiline çok yaklaştı. İstanbul birinci bölgede de ikinci milletvekilliğini kıl payıyla kaçırdı.

TİP görece 'başarı' sayılabilecek bu sonucu imkansızlıklarla, en önemlisi parasızlıkla boğuşarak aldı ama önünde daha büyük bir engel vardı: 'Stratejik oy' denen efsaneden söz ediyorum.

Gönlünden ve aklından TİP'e oy vermeyi geçiren pek çok kişi, "TİP'e oy verirseniz AKP'ye yarar" demagojisiyle hareket etti.

Oysa bu, gerçeği yansıtmıyordu. Misal, İzmir ikinci bölgede TİP'in adayı İrfan Değirmenci'nin kazanamadığı milletvekilliği çok küçük bir oy farkıyla MHP'ye gitti.

İstanbul birinci bölgede ve Antalya'da ise TİP'in kıl payı kaçırdığı milletvekillikleri AKP'nin hanesine yazıldı!

Zira TİP Türkiye genelinde hangi illerde seçime gireceğini belirlerken muhalefet partilerine kaybettirmemeyi esas almıştı. Ve sadece ittifak ortağı Yeşil Sol Parti'ye değil, CHP'ye de vekillik kaybettirmemeyi hesapladı.

YSP'nin güçlü olduğu illerin yanı sıra CHP'nin durumunun kritik olduğu Kırıkkale, Kastamonu, Burdur gibi illerde bu yüzden aday göstermedi.

Oysa, mesela Burdur'da CHP ve İyi Parti ayrı ayrı seçime girdi, AKP iki, CHP bir milletvekilliği kazandı. CHP ve İyi Parti birlikte seçime girseydi durum tam tersi olacaktı. Ne strateji, değil mi?!

Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkün...

Sosyal medyada o meşhur 'stratejik oy' saçmalığının amigoluğunu yapanların bir kısmı seçimden sonra özür diledi ama neye yarar?

Nihayetinde, Türkiye, parlamento dizilişinde kötü bir dönem yaşayacak.

Keşke şu 'stratejik oy' meselesine bu kadar kafa yorup önümüze kötü matematik formüller koyan zevat sandık güvenliğini sağlama konusuyla daha fazla ilgilenseydi...

Zira sandıkları koruyamadığımız apaçık ortada.

***

Evet, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu henüz gerçekleşmedi ve sandık güvenliği sağlanabildiği takdirde Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçilme ihtimali yüksek.

Lakin bu gerçekleştiği takdirde de, en azından parlamento aritmetiği, sancılı günlerin bitmediğini anlatıyor bize...

Her koşulda, Türkiye'de demokratik bir toplum isteği ile ırkçı, dinci, baskıcı bir dil arasında mücadele aniden son bulmayacak.

Ne yazık ki çilemizi doldurmadık henüz.

O sebeple HDP ve TİP'in de dahil olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı'nın varlığı seçim sonrası dönemde daha büyük önem kazanıyor.

Tüm bileşenleri ile yıllardır zulüm gören, demokratik bir toplumsal yapıyı inşa etmek için türlü bedeller ödeyen bu toplam değerlidir ve ittifak genişleyerek devam etmelidir.

***

Öte yandan, birkaç konuyu çok açık ifade etmeye çalışacağım.

Seçim öncesinde seçime tek liste girilmesinde ısrar eden HDP ile seçime kendi adıyla girme iradesini ortaya koyan TİP arasında bir görüşmeler süreci yaşandı.

TİP farklı seçmen profillerinin bulunduğundan hareketle bazı illerde TİP çatısı altında, bazı illerde ayrı ayrı, bazı illerde ise YSP çatısı altında girilmesinin ittifaka yarar sağlayacağını savunuyordu.

Bu süreçte HDP ile TİP arasında çatışma çıkarmaya çalışan çok kesim oldu.

Öyle ki, sadece bu alanı gözlemeyi, öne çıkmış isimlerin şu ya da bu lafını cımbızlayıp sosyal medya üzerinden kışkırtmalara girişmeyi kendine iş edinen koca bir topluluk olduğunu gördük.

Hayatında karakol görmemiş komünist bilirkişilerden, eskinin YetmezAmaEvetçilerine, düpedüz liberallere kadar geniş bir yelpaze, toplumsal hiçbir karşılıkları olmamasına rağmen ciddi bir gürültü kopardı. Bu 'beş benzemez'lerin tek ortak noktası ittifakı birbirine düşürmeye çalışmaktı.

Görüyoruz ki seçim sonrasında da benzer bir manzara devam ediyor.

Zamanın YetmezAmaEvetçileri, her türden liberaller yeniden sahneye çıktı, özellikle HDP'nin içine yönelik salvolarda bulunuyorlar.

Bir yandan da Fethullahçı bir tezgah olduğu açığa çıkmış olan 'Ergenekon' efsanesini yeniden gündeme getiriyorlar.

TİP'i tarihi geçmiş 'ulusalcılık' suçlamalarıyla yıpratmaya, ittifakın dağılmasına çabalıyorlar.

İstiklal Caddesi'nde Nazlı Ilıcaklarla kol kola 'Darbelere Karşı 70 Milyon Adım' yürüyüşleri yapan ve gözümüzün önünde AKP'nin devletin mutlak sahibi haline gelmesine katkıda bulunan o suretleri unutmamızı bekliyorlar...

Maksatları ne, kafaları nasıl çalışıyor bilmiyorum ama memlekete kötülük etmeyi sürdürdüklerini görüyorum.

***
'Çözüm süreci' tabir edilen o tuhaf kandırmaca döneminde, bu iktidarla ya da o dönemki ortakları olan Fethullahçılarla hiçbir demokratik adım atılamayacağını ısrarla yazıp söylemiştim.

O dönemde, sol görünümlü liberallerin iktidara doğru iteklediği HDP'yi de ağır bir dille eleştirmiştim.

Nitekim arkasından 'çözüm' masası devrildi ve ortada koskoca bir parodi olduğu kesinlik kazandı.

HDP bir daha hiçbir 'çözüm' sinyaline kanmadı; doğru da yaptı.

Bir daha vurguluyorum: Şimdi yanlarına 'domuz bağı' ile ad yapmış bir kesimi de alarak gericilik tablosunu çeşitlendirmiş olan AKP'nin etki alanından demokratik hiçbir sonuç çıkamaz. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Tayyip Erdoğan seçimi kaybetse bile son yirmi küsur yılda iktidarın tüm avantajlarıyla beslenen koskoca bir gericilik yumağıyla muhatabız.

Gericiliğin bir gün içinde çözülmesini beklemek de saflık olur.

Sandık güvenliğinin sağlanamadığı ve Tayyip Erdoğan'ın kazandığı bir ihtimalden ise hiç söz etmek istemiyorum.

Uzun lafın kısası, önümüzdeki dönemde her halükarda demokrasi için, özgürlükler için, emeğin hakkını savunabilmek için büyük bir mücadele vermemiz gerekecek.

Bu mücadele için Emek ve Özgürlük İttifakı'na, İttifak'ın genişlemesine ihtiyacımız var.

Dahası, gericiliğin ve yolsuzlukların karşısında durma iradesi olan her kesim icap ettiğinde yan yana durmak zorunda kalacak.

Bu, ülkemizin geleceği için hayati bir önem taşıyor.

***

Buradan hareket ederek, izninizle, bir analojiye başvurmak istiyorum.

Hapishane lügatinde 'cazgır' tabiri, iki tarafı birbirine karşı kışkırtıp, maksadı hasıl olduğunda dövüşenleri kenardan keyifle seyreden karakterler için kullanılır.

Bu devirde en tehlikeli karakter budur.

Düşmanın düşman olduğunu bilirsiniz. Cazgır ise size dost görünür.

Siz siz olun, koskoca bir açık hava hapishanesine dönmüş olan Türkiye'nin şu siyasi ortamında cazgırları etrafınızdan dikkatle ayıklayın.

Bize birlik gerek...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU