Güç paradoksu nasıl aşılır?

Canan Duman Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Markus Spiske/Unsplash

İnsanlar güç kazandıklarında, genellikle önceki yerlerine sadık kalacakları ya da orada kalanları önemseyecekleri varsayılır.

Oysa bazı insanlarda güç, insanların empati ağlarını engeller; onları daha kaba, daha az etik ve daha çok bencil hale getirir.

Kişinin kendi çıkarlarını ne olursa olsun diğer insanların çıkarlarından daha üstün tutma eğilimine girdiğini gösterir.

Güç biriktirmek bir kendini kaptırma eğilimidir; artık dünyayı diğer insanların bakış açısıyla görememektir.  
 


Mars'a koloni kurmamıza ramak kalmışken, hala açıklayamadığımız o kadar çok şey var ki…

İnsanlık bilim ve teknolojide çok ilerledi. Ancak bu ilerleme aslında 1500'lü yıllara göre büyük bir ilerleme.

Hala yeryüzünün tamamını yüzde 100 keşfedemedik, birçok gizem açıklığa kavuşmuş değil. Okyanusların derinlikleri hala keşfedilemedi; piramitler, bermuda şeytan üçgeni gibi gizemler henüz çözülmedi.

Ama insan muhteşem keşif hikayelerini tarihe armağan etti, birçok başarı elde etti.

İnsan birçok başarıyı gerçekleştirirken, bu başarılar tüm insanlık tarafından paylaşılırken, beklenmedik bir şey paylaşılmadı.

O da eşitlikçi bir tür olmak yerine hiyerarşik bir tür haline gelmekti. Yani hiyerarşik güç ilişkileri içinde bulunmaya heveslilikti…

Statü ve güçle liderlik edecek birine tabii olmak ve herkesin payına düşeni almasını sağlayacak sistemler kurmak gibi…

Bu da gücün etkisine yenik düşenleri ortaya çıkardı; CEO'lar, dünya liderleri, spor yıldızları, sanatçılar gibi…

Bize herhangi birine güç verdiğimiz zaman başkalarının hakkından daha fazlasını alma olasılıklarının arttığını gösterdi. 


Kendini güçlü hissedenler, diğer insanlarla bağlantılarını kaybederler 

Gücü, sosyal merdivenin üst basamaklarına tırmanmanın ödülü olarak düşünme eğilimindeyiz.

Psikologlar gücü basitçe, bir bireyin başkalarını direnmeye çalışsalar bile etkileme yeteneği olarak tanımlıyor.

Güç sarhoşluğu içinde olanlar; etik olmayan davranışları onaylayabiliyor, müzakereler sırasında yalan söyleyebiliyor, kazanma şanslarını artırmak için hile yapabiliyorlar.  

Psikologlar, bu tür antisosyal davranışların nedeninin, gücün sosyal dünyalarımızı nasıl yönlendirdiğimizi ve deneyimlediğimizi değiştirmesi olduğunu varsayıyorlar.

Güç, bizi daha çıkarcı ve hedef odaklı aynı zamanda başkalarını daha az umursayan biri yapıyor.

Kendini üst sınıf olarak tanımlayanlar, kendilerini yüksek empati sahibi olarak bildirmelerine rağmen, başkalarının acısına daha az tepki veriyorlar. 


Güç yozlaşmaya eğilimlidir 

Buraya kadar yazdıklarım 19'uncu yüzyılda yaşamış olan İngiliz tarihçi ve politikacı John Dalberg-Acton'a ait bilinen bir söze doğru yöneliyor;

Güç yozlaştırır; mutlak güç, mutlaka yozlaştırır. Büyük insanlar, her zaman kötü insanlardır...


Aslında Acton, hem onun anlamı hem de iktidarla ilgili bilimsel literatür için önemli bir ayrım olan "Güç yozlaşmaya eğilimlidir" diye yazmıştır.

Burada, "yozlaşma" ile kastedilen, ahlaki yozlaşmadır. Gücün kötüye kullanılması empati eksikliğine ve ahlaki duyguların azalmasına, kendine hizmet eden dürtüselliğe, kabalığa ve saygısızlığa, istisnai anlatılara yol açıyor.

Gerçi bazı araştırmalar gücün erdemli özellikleri yükseltme yeteneğini ortaya koyarak; gücün insanların daha güvenli, iyimser ve yaratıcı olmasına yardımcı olabileceğini gösteriyor.  

Güçlü insanların dikkatlerini daha iyi kontrol ettiklerini ve risk almalarına yardımcı olduğunu da belirtiyor ki bu, söz konusu riskler gerekli olduğunda ve ölçüldüğünde olumlu bir özellik olabilir.

Yani iyi kullanıldığında, güç insanlar üzerinde inanılmaz derecede olumlu bir etki de oluşturabiliyor.  


Nasıl korunulur?

Amerikalı psikolog Dacher Keltner güç paradoksunu şöyle açıklar;

İyi olmanın güce giden en iyi yol olduğu doğrudur, ancak güce ulaşmak güvenilir bir şekilde insanları çirkinleştirir.


Gücün baştan çıkarmaları onun ifadesiyle; "İlk etapta güç kazanmamızı sağlayan becerilerimizi kaybetmemize neden olur."

Keltner şöyle der;

Güç kazananlar sadece kabadayılar ve manipülatörler değildir. Aksine, empati gösteren, başkalarının sorunlarını çözen ve bunun dışında daha büyük iyiliği ilerleten kişilerdir ama hikâyenin sonu farklı gelir. Hikâyenin sonu bu olsaydı, dünya yalnızca nazik hayırseverler tarafından yönetilir olurdu.


Yani başkalarının yaşamlarını iyileştirerek dünyada bir fark yaratma kapasitesi kazananlar, ancak güç ve ayrıcalığa sahip olma deneyimi yaşayanlar, dürtüsel, kontrolden çıkmış sosyopatlar gibi davranabilmekteler.  

Bu nedenle sürekli olarak başkalarının ilgilerine, ihtiyaçlarına ve duygularına odaklanarak empati duygusunu sürdürmek ve geliştirmek ilişkileri güçlendirir.

Cömertlik göstermek; başkalarından alınanları para, zaman, saygı, bilgi olarak cömertçe paylaşmak da etkilidir.

Minnettarlığı ifade etmek; ayrıcalıkların çoğunun güçlüye verildiğinin farkına varmak gerekir. Gücü elinde tutanların şu anda bulunduğu yere ulaşmak için kime güvendiğini anlaması gerekir.

Bu nedenle çevresindeki insanlara minnettarlığını ifade etmesi önemlidir. Birleştiren hikayeler anlatmak da değerlidir.

Ortak hedeflere odaklanmak, bunun hakkında başkalarıyla konuşmak ve tek başına büyümek yerine başkalarıyla büyüyecek ya da başkalarını da büyütecek fırsatlar yaratmak önemlidir.

Kişi kendi çıkarları kadar başkalarının çıkarlarına da öncelik vermelidir. Başkalarına konsantre olmak için odağı kendinden uzaklaştırmayı bilmek gerekir.

Gücün kötüye kullanılması, topluma duyulan güvenin azalmasından iş yerindeki performanstan ödün verilmesine ve sağlığın bozulmasına kadar akla gelebilecek her şekilde maliyetlidir.

Aksine, bireyler güçlerini daha büyük bir iyiliği ilerletmek için kullandıklarında, onlar ve yetkilendirdikleri insanlar daha mutlu, daha sağlıklı ve daha üretken olacaklardır.

Toplumlar, iş yerleri acımasız olanlarla değil, sosyal açıdan zeki, empatik ve cömert olanlarla iyileşirler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU