"Sizden kaç kişi gitti?..", "Aman karıştırmayın, onlar çocuk kefenleri"

Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'in Adıyaman izlenimleri

Fotoğraf: Independent Türkçe

Arkadaşlar merhaba. Üzülerek soruyorum, kefen ihtiyacı olan var mı? Veya size gelen kefen ihtiyaç sahipleri varsa lütfen bize ulaşsın."


Adıyaman'da deprem için oluşturduğumuz ve yaklaşık 3 bin kişilik WhatsApp deprem grubumuzdaki en ağır paylaşım buydu. 

Bu paylaşımı yapan arkadaşın bir sonraki paylaşımı insanı derinden sarsıyor, şehir gibi, insanı da enkaz altında bırakıyordu;

Kefenler içerisinde birkaç koli var, üzerinde yazması lazım; aman karıştırmayın, onlar çocuk kefenleri."

Adıyaman enkaz altındaydı ve ilk günlerde cesetlerini saracak kefen bulamamışlardı. Kefen olmayınca, büyük bir kısmı cenazelerini, ceset torbaları ile ya da elbisesi ile gömülüyordu.

"İnşallah şehit hükmündedirler" dedi namaz kıldıran hocalar.

Bazı yerlerde cesetleri gömerken "Kireç dökelim" dediler ama hiç kimse buna cesaret edemedi. Topluca gömüp üzerine toprağı döktüler.

Cenazelerini köylerine ya da başka memlekete ve ilçeye götürenlerin kaydı ilk günlerde tutulamadı.

Mezarlıklara gelen cansız bedenlerden önce örnekler aldılar, sonra defnettiler ve her biri birer deprem istatistiğine dönüştü.

Adıyaman, annem, babam, dedem, çocukluğumun kaçak tütün dumanındaki şehrim; dünyanın en güzel güneşin batışını ve doğuşunu seyrettiğimiz memleketimizdi.

Şimdi onun yerine çaresizliği, enkazları, ambulansları, iş makinelerini ve ölümü izledik. 

Enkaz altında kalan, battaniyeye sarılan insanımızın cansız bedenini, ağır ölüm kokusunu ve dilini bilmediğimiz insanların çırpınışını ağlayarak izledik.

Sokaklarda yardım dağıtırken, ziyaretler yaparken bir tanıdık görmeyelim diye Allah'a hep dua ettik.

Çünkü biliyoruz, sarılıp hemen ağlayacağımızı ve ardından "Sizden kaç kişi gitti?" sorusunu soracağımızı...

Ya da onların bu soruyu soracağını.

İnsanlar Adıyaman'da öyle birbirlerine bir sarılıp ağlıyorlar ki, erkelerin ağlamasının ayıp sayıldığı bu topraklarda, havada ölüm kokusuyla erkekler, kadınlar, çocuklar, canlılar ve toprak ağlıyordu. Kimse kimseyi bırakmak istemiyordu.
 

 

Birinci, ikinci, üçüncü gün "Keşke ölüler benim olmasın" diyenler, sonraki günlerde "Cenazemi bulayım da alıp götüreyim" diyen gözü yaşlı ne çok insan gördük. 

"Topraktan geldik ama toprağa böyle mi götürecektik?" diyen ne çok kızgın ve yaralı insanı da... 

"Kardeşimin cenazesi enkazdan çıktıktan bir gün sonra babamın saçları bembeyaz oldu" diyen çaresizi de "İkisini kurtardık altısı gitti" diyene de şahit olduk.


Adıyaman'da molozlar bir sabır taşıydı adeta, bekleyenler bir umutla bekledi. Kolay mıydı böyle çaresiz beklemek. Sevdikleriyle akşam aynı sofradasınız, ama şimdi onların üzerlerinde betonlar, demirler var ve siz çıkartılmalarını bekliyorsunuz.

"Allahtan ümit kesilmez" diye başlayan cümlelerle birlikte, "Her şey çok geç geldi, ölüm dışında" sözü ümidin de enkaz altında olduğunu ama söyleyemediğini gösteriyordu.

Adıyamanlılar çok kızgın, ilk iki gün adeta kaderlerine terk edildiğini düşünüyorlar.

Şehirde bir fısıltı gazetesi, valinin Ankara'ya yanlış bilgi verdiğini yaymış ve bütün öfkeyi valiye yönlendirmiş ama vali deprem saati ulusal televizyonlara bağlanarak şehrin kötü olduğunu, yıkıldığını anlatmış ama sonuçta devlet ortada çok görünmemiş daha doğrusu görünememiş.

Belediye, personelinin neredeyse yüzde 60'ını kaybetmiş. AK Parti milletvekili Yakup Taş, iki gün boyunca enkaz altından çıkarılamadı ve hem o hem ailesinden 25 kişi enkaz altında hayatını kaybetti.


İnsanlar vergisini ödediği devleti, iki gün boyunca ne sıcak ne soğuk yüzüyle yanlarında görememiş, göremedikleri gibi, ölüsünü defnetmek istemiş ve "Ölümü çıkar" dedi. Devlet buna günler sonra enkaz altından çıkarıp, battaniyelere sardığı cesetlerle cevap verebildi.

Şehir öyle bir çöktü ki, deprem öyle bir sarsıcı oldu ki ne çevre illerden yardım geldi ne de depreme müdahale edenler edebildi çünkü çoğu kişi enkaz altında kaldı. Buna hava şartları da eklenince Adıyaman kimsesiz kaldı.


Depremden sonra hepimiz yakınlarımızla uğraşırken, "Adıyaman niye gündeme gelmiyor?" diye sayısız telefon aldım. Şehrin ileri gelenleri, ulaşabilenler imdat diyordu.

Adıyaman, enkazlardan donmuş cesetlerin çıktığı bilgisi kamuoyuna yansıyınca konuşulmaya başlandı.
 

 

İstanbul'daki yardım koordinasyonumu bitirdikten sonra Adıyaman'a doğru yola çıktık.

Ölüm kokan şehri, insanların enkaz altında birilerini beklediği Adıyaman'ımızı dolaştık, şehir ölmüş ve ağır yaralıydı. Aynı şehrin görüntüsü Suriye'de savaş alanlarında görmüştüm, yıkımın zamanı dışında aralarında hiçbir fark yoktu.

Enkaz başlarında kaçak tütünleri olanlar Adıyaman'da ciğerine çekiyordu umudu ve umutsuzluğu.

Gideni de bilmediğiniz bir enkazda tahmini sayılar veriyorsunuz. Komşuda kaç kişi vardı, bir yerlere gittiler mi; kimse bilmiyor. "İnşallah eve gelmemiştir" cümlesini o kadar çok duyuyorsunuz ki, oysa Adıyaman'da neredeyse bütün evler yıkılmıştı.

Herkes enkazlardaki sayıyı yüksek göstermekten kaçınıyor, ölümün azlığıyla avunmaya çalışıyor, böyle olunca daha çok umutlanıyordu ama umut da enkaz altında kalıyordu.

Babamın vefatından biliyorum; insan bir yakınını kaybettiğinde onu toprağa verene kadar sürekli umuttadır, inanamaz öldüğüne. Toprağı attığı an artık teslim olmuştur kaderine ve ölen ölmüştür.

Enkaz başları sabrın ve acının molozları. Kimse sevdiğini betonun ve demirin altında terk etmek istemiyor. "Toprak değil ha beton bu, beton diyor" çaresizce bekleyenler.

Herkes enkaz altında, valilik, belediye, devlet ve kendisi.

Ağlayarak, "Çok katlı tabutlar yapmışız" diyor ama giden geri gelmiyor.
 


Adıyaman'da gelen her 10 yardım çağrısının 10'u önce çadırdı. Sonra ısıtıcı ve diğer ihtiyaçlardı. Ne yazık ki çadırı satın alacak yer bile yoktu ve insanlar çadır için saatlerce kuyrukta bekliyordu.

İlk başlarda çadır, konteyner, ısıtıcı, kefen bezi, hijyen malzemeleri, bebek bezi ve maması, kışlık elbise ve ayakkabı en çok ihtiyaç duyulan yardım malzemeleriydi.

Devlet yaraları çok hızlı biçimde sarmak için Adıyaman'da uğraşıyor. İlk günlerde görülmeyen devlet, şu an her yerde varlığını hissettiriyor ama Adıyaman büyük oranda boşaldı. İmkanı olan vatandaşlar ya kendi imkanlarıyla ya da valiliğin belirlediği Aydın, Afyon, Erzurum, Erzincan illerine gittiler.Sadece Aydın'a 6 bin kişi giderken, şehirden göç eden sayısı 150 bin civarında.

Adıyaman ilçeleri arasında çok büyük zarar görmeyen Kahta ve Samsat ilçelerine gidenlerin yanı sıra, Şanlıurfa'nın Siverek ilçesi başta olmak üzere çevre ilçelere de çok sayıda insan gitti.

Çadırkentler kuruldu. Konteyner kentler için alanlar belirlendi ve kuruluyor. Düzenli yemek yapılıyor ve dağıtılıyor. En büyük ihtiyaç olan seyyar tuvaletler getirildi, elektrik ve su büyük oranda şehre verilmeye başlandı. Doğalgaz şehrin yüzde yirmisine verilecek.

Bir taraftan molozlar kaldırılıyor, bir taraftan inşalar hayata tutunmaya çalışıyor. Adıyaman yaralarını diğer yaralı şehirler gibi sarmaya çalışıyor. 

Adıyaman'da bir arama-kurtarma personelinin sözüyle yazımı bitireyim;

Allah kimseyi devletsiz ve çaresiz bırakmasın. Deprem çok büyüktü. Belki birçok devlet bununla ilk etapta baş edemezdi ama keşke depremin olduğu ilk saatlerde yetkililer çıkıp deseydi ki;

'Müdahale ediyoruz ama yetişemiyoruz, kimin elinden ne geliyorsa yapsın.'

AFAD, çıkıp her yere ulaştık deyince buradaki insanlar da bunun doğru olmadığını görünce daha çok kızdılar. Çünkü enkazda insanlar ölüyordu. Çok geç kaldık çok.


Emin olun vatandaş her şeyi deftere tükenmez kalemle yazıyor. Şimdi hatalardan ders alma, eksikleri hızlı tamamlama, hesap verebilme ve vatandaşın gönlüne dokunma zamanı. 

 

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU