Yaşananlarla… Filistin'e geçmek isteyen Romanyalı Yahudi göçmenler ve Türkiye

Prof. Dr. Zehra Aslan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Wikipedia

Cumhuriyet Dönemi'nde Yahudilere yönelik antisemit dalga 1927 yılından itibaren dikkat çekmeye başlamış, 1934 yılının temmuz ayında Trakya olayları ile yükselişe geçmişti. Fakat aynı zamanda İstanbul Üniversitesi'nin yapılanması sırasında Nazi iktidarı ile birlikte Almanya'da görevlerine son verilen Yahudi bilim adamlarına kapılar açılmış ve Yahudileri küçük düşürmeyi amaçlayan yayınların yurda sokulmalarını yasaklayan kararlar da alınmıştı.

II. Dünya Savaşı yıllarında dış politikadaki hamleler, Türkiye'nin Yahudilere karşı tutumunu etkilemiş ve "aleyhtarlık" olarak değerlendirebileceğimiz bir ortamın oluşmasına zemin hazırlamıştı. Mecliste bu konunun gündeme getirilmesi, İstanbul'daki Yahudilerin yeni bir sinagog açma taleplerinin 1939 yılının mart ayında reddedilmesi ve 1942 yılında Varlık Vergisi Kanunu'nun yürürlüğe girmesi gibi gelişmeler bu anlayışın yansıması olarak görülebilir.


Yahudi göçmenlere yönelik yeni uygulamalar 

Almanya'da Nazi iktidarının ve II. Dünya Savaşı’nın, Türkiye’ye yansıyan en büyük sosyal problemlerinden birisi göçtü. Genellikle olumlu bir tutum takınılan Atatürk döneminden sonra Türkiye'ye, Almanya ve Çekoslovakya gibi ülkelerden Yahudi göçü olmuştu.

II. Dünya Savaşı'yla birlikte Yahudi göçmenlere yönelik tutum değişti. Yahudi göçünü ve göçmen kafilelerinin geçici bir süreliğine de olsa topraklarında kalmasını sakıncalı gören Türkiye'de, bunu destekleyici yayınlar dahi engellendi. 

Türkiye'ye gelecek yabancı Yahudilere yönelik tedbirlerin alınmasını içeren 30 Ocak 1941 tarihli Yahudilerin Türkiye'ye gelmelerinin ve oturma izni almalarının birtakım kayıtlara tabi tutulduğu bir karar alındı.  

Buradaki amaç, savaş öncesinde veya sırasında bazı Avrupa ülkelerinde aleyhlerinde alınan tedbirlerin sonucunda Türk topraklarına doğru olası bir Yahudi akınını engellemekti.

Değişim yıllarının Yahudi göçmenlerin Türk sınırına dayanıp geçiş için izin istedikleri bir dönemi kapsadığı düşünüldüğünde bunun, çoğunluğu Filistin'e gitmek isteyen Yahudi göçmenleri etkileyeceği ortadaydı. Sadece bu etkinin ne oranda olacağını kestirmek zordu.

Bu sorunun cevabını Dâhiliye Vekâleti 11 Ekim 1939 tarihli bir yazı ile kısmen verdi. Yazıda geçmişten gelen hatırlatmalarla birlikte olası bir Yahudi göçünün Türkiye için risk olacağı vurgusu yapılmıştı.


İlginç bir örnek olarak Edit Norden olayı

1935 yılında Nazi baskısı sonucu Türkiye’ye gelen ve 1937 yılında da daimi ikamet izni almak için müracaat eden Alman Yahudi’si Edit Norden’den Türkiye’yi terk etmesinin istenmesi, belgelerde rastladığımız ilginç örneklerdendir. 

İşlemler için 20 gün sürenin tanındığı Norden Hanım, Türkiye'de kalabilmek için Beyoğlu Halkevi Sekreteri Hüsameddin Bey ile evlenmişti. Bu sırada sınır dışı edilme kararı ona tebliğ edilmiş ve bu aceleye getirilmiş nikâh, resmi makamların dikkatini çekmişti.

Evlenme muamelesinin tamamlanmasına rağmen Norden'in nüfus siciline kaydının gerçekleşmediği ve elindeki Alman pasaportunu da muhafaza ettiği ortaya çıkınca Türk vatandaşlığı için gerekli prosedürü tamamlamadığı gerekçesiyle hakkındaki sınır dışı edilme kararı, uygulamaya konulmuştu. 

Karara rağmen Türkiye'de kalmaya devam edince de 21 Şubat 1939 günü Emniyet tarafından sınır dışına çıkartılmak üzere tutuklanmıştı. Eşi Hüsameddin Bey, Başbakan Refik Saydam'a 22 Şubat 1939 tarihinde durumu izah eden bir telgraf göndererek olay açıklığa kavuşuncaya kadar sınır dışı edilme işleminin ertelenmesini talep etmişti. 
 

1.jpg.png
Kaynak: B.C.A, 030.10/99.641.7


Bu talebin sonrasında ne olduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşamadığımızı belirtelim


Türk hükümeti ve Filistin'e ulaşmaya çalışan Romanyalı Yahudi göçmenler…

II. Dünya Savaşı yıllarında ikamet, diğer memleketlere geçmek için transit vize almak amacıyla Türkiye'ye gelen Yahudiler arasında 23 Kasım 1940 tarihinde Mihver Devletlerin yanında savaşa giren Romanya tebaalı olanlar önemli bir yer tutar. 

1942 yılında Romanya hükümeti, topraklarında yaşayan 4-5 bin kadar Yahudi'nin tehcir edilmesine karar verdi. Bunların birçoğu Filistin'e gitmek için harekete geçmişler, ayrıca temin ettikleri paraların da yabancı bir diplomat aracılığı ile Türkiye'ye geçişini sağlamışlardı.

Türkiye, Yahudi göçmenlerin geçiş yoluydu. İşte bu nedenle hükümet, bu durumun iç ve dış politik dengelerine olumsuz yansımasından endişeliydi. 

Hemen Musevilerin kara ile temas etmeden Boğazlardan geçmelerinin mümkün olduğu ve Türk topraklarına çıkmak için direnmeleri halinde haklarında en şiddetli tedbirlerin alınacağı Romanya hükümetine iletildi. Ardından da kafileler halinde Karadeniz Boğazı'ndan geçmek isteyen Yahudilerin engellenmesini bildiren 7 Ekim 1942 tarihli bir yazı Hariciye Vekâleti tarafından Dâhiliye Vekâletine gönderildi. 

Fakat Türkiye'ye gelen Yahudilerin yurt dışına çıkarılmalarının, başta insani halleri tahrik suretiyle dünya kamuoyunda Türkiye aleyhinde algı oluşturabileceğinden endişe eden Dâhiliye Vekâleti, bu konudaki görüşünü Hariciye Vekâletine de resmi olarak iletti. 

Aslında Dâhiliye Vekâleti de Yahudi kafilelerin Türk Boğazlarından geçişine müsaade edilmesine taraftar değildi. Vekâletin önerisi Yahudilerin, Mihver Devletlerin işgali altında bulunan araziden Selanik limanına kadar karadan sevk edilmeleri, oradan da boş gemilerin Boğazlardan geçirilmesi yolu ile veya uçakla gidecekleri yerlere ulaştırılmalarıydı. 


Türkiye'den geçiş izni isteyen Romanyalı Yahudi göçmenlerle ilgili bazı bilgiler

1942 yılının ağustos ve ekim ayları arasında "Avrupa", "Dora" ve "Tacorw" (Tacor veya Tacar) adlı motorlarla Türkiye'ye toplam 157 Romanya uyruklu Yahudi geldi. Dâhiliye Vekâletine göre bunların amacı Türkiye'de kalmaktı.

Yine bu amaca uygun olarak Romen Yahudi kafileleri taşıyan gemilerin, kasıtlı olarak bozularak karaya oturtulduğu iddia ediliyordu. Türk yetkililer ise 157 Romanyalı Yahudi'yi, İstanbul, Çatalca ve Karataş'ta enterne etmiş ve gemilerinin yüzdürülmesi ve göçmenlere vize temin edilmesi için gerekli girişimleri başlatmıştı.

1939'un martından 1942'nin ekimine kadar deniz yolu ile Türkiye'ye toplam 7136 Yahudi göçmen gelmiş, 6084'ü ayrılmış, 893'ü boğulmuş ve 159'u da Türkiye'de kalmıştır. Ayrıca 1941 yılında Romen ve Bulgar Yahudilerinden 246 göçmen, "Salvator" gemisi ile Türkiye'ye gelmiştir.

Türkiye'ye giriş izni verilmeyen ve Marmara'da batan bu gemideki yolculardan 125'i boğulmuş 120'si ise Türkiye'den ayrılmıştır. 


"Struma"

Çoğunluğunu Romanyalı Yahudilerin oluşturduğu 769 kişinin bulunduğu Struma gemisi, 24 Şubat 1942 tarihinde Karadeniz'de batırılmıştı. Tarihe "Struma Faciası" olarak geçen bu olay, Romanyalı Yahudilerin Türkiye'den geçişleri ile ilgili en üzücü ve akılda kalan hadisedir. 

Aslında yük taşımak için yapılmış olan "Struma", Panama bandıralı bir Bulgar gemisiydi. 12 Aralık 1941’de 769 yolcu ve 10 mürettebatla Köstence’den hareket ettikten kısa bir süre sonra geminin motorlarından birisi arızalandı. Açık denizde uzun süre sürüklendikten sonra yine bir Romen limanında yüklü miktarda paraya tamir ettirilen gemi,15 Aralık günü İstanbul’a gelmişti. 

Yolcularının Filistin'e gidiş için vizeleri yoktu. Üstelik İngiltere de hukuken savaş halinde bulunduğu Romanya'dan gelen Yahudi yolculara, Filistin'e gidiş vizesi verilmemesi için Türkiye’yi uyarmıştı. 
 

(1).jpeg
Cumhuriyet, 25 Şubat 1942

 

Bu gelişmeden sonra Struma'nın 769 yolcusu için endişeli bir bekleyiş başladı. Türkiye ise İngiliz baskısına karşı zaman kazanmaya çalıştı. Motorlardan birisi arızalı olan Struma, limana demirledi. Bir süre sonra İngiliz Büyükelçisi'nin geminin Çanakkale'ye doğru açılabileceğini açıklamasıyla umut belirmişse de ne gemiye Filistin'e geçiş izni, ne de Türkiye'ye bir seçenek verilmişti. 

Struma hareket etmeden önce İstanbul'da limanda 200 kişilik "Lili" adlı lüks bir Yahudi gemisi daha bulunuyordu. Fakat göçmen organizasyonu için alınan bu gemi, Struma'nın yolcularını taşımaya yanaşmadı. 

Türkiye Yahudi Cemaati'nin önde gelenleri, Struma'daki yolculara yardım etmek için adeta seferber oldular. Yolcuların, İstanbul'dan karaya çıkartılıp trenle Filistin'e gönderilmesini önerdiler. Türk hükümeti, bu fikre çok uzak değildi fakat Almanya'nın gemide salgın hastalık olduğuna dair uyarısı sonrası plan gerçekleşemedi. 

Anlaşılan sadece İngiltere değil Almanya da gemideki yolcuların Filistin'e ulaşmasını istemiyordu.
 

(2).jpeg
Yeni Sabah, 25 Şubat 1942


Sonuçta gemi on hafta İstanbul'da bekletildi. Kızılay ve Yahudi Cemaati, imkânlar ölçüsünde yolculara yiyecek ve temel ihtiyaç için gereken yardımlar yaptılar. Yaşananları izlemekle yetinen Amerika, gemideki yolculardan sadece birinin dışarıya çıkartılmasını sağladı. 

Bu kişi, Amerika Petrol Şirketinin Romanya Müdürü Martin Segal'di. Aynı şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç'un girişimiyle Segal ve ailesi gemiden indirildi. Doğum sancısı tutan bir kadın da indirilenler arasındaydı.

Türkiye, içindeki yolcularla birlikte geri dönmesini isteyince Struma, 23 Şubat 1942 günü hareket etmek zorunda kaldı. Karadeniz'e çıktıktan bir gün sonra da batırıldı. Sulara gömülen Struma'dan sadece bir yolcu David Stoliar ve ikinci kaptan Ivanof Diko kurtulabilmişti. 

Bu olay, Meclis müzakerelerine de yansımıştı. Genel Kurulda vapurun kasti bir şekilde bozdurulduğu ve Siyonistlerin bu olayı, devlet aleyhinde kullandığı ileri sürülen konuşmalar yapılmıştı.
 

(3).jpeg
Akşam, 25 Şubat 1942

 

Bireysel transit vize talebinde bulan veya vizesi olan Yahudi göçmenlerin durumu 

Türk hükümeti tarafından Filistin'e kafileler halinde gitmek isteyen veya kafileler halinde gelip Türkiye'de kalma niyeti olan Yahudi mülteciler tehdit olarak algılanırken, şahsen yapılan transit vize taleplerinde sorun çıkartılmamıştır. 

Örneğin Baruh Vainerduhov, Henry Stene, Joseph Rudich, Umonsky Sami ve Sami Golsberg gibi şahsi müracaatta bulunan birçok Romanyalı Yahudi'ye Filistin'e geçiş vizesi sorunsuz verilmişti.

Öte yandan ellerinde gidecekleri yerlerin vizeleri olan ve gerekli şartları yerine getirdiklerini belgeleyen Yahudi göçmenlere, kafile halinde olsalar dahi, transit vize konusunda sorun çıkartılmıyordu. 

Fakat göçmenlerden, güvenlik ve devletlerarasında sorun yaşanmaması için geçişlerde belirlenen kurallara göre hareket etmeleri isteniyordu. 


Romanyalı Yahudilerin naklinde Türk vapurlarından yararlanılıyor

1944 yılından itibaren Türkiye'nin değişen tutumuna da paralel olarak Romanyalı Yahudi göçmenlerin sevk işlemlerinde Türk bandıralı motorlar kullanıldı. Bu sevkiyatlar sırasında mültecileri taşıyan motorlara saldırılar düzenlenmiş ve kayıplar yaşanmıştır. 

Romen Yahudi mültecileri taşıyan Köstence limanından İstanbul'a hareket eden Türk bandıralı "Bülbül", "Mefkûre" ve "Morina" adlı üç motorun uğradığı saldırı sonrasında mültecilerden hayatlarını kaybedenler oldu. 

8 Türk personeli bulunan ve Romanya'dan 405 Yahudi mülteciyi alarak yola çıkan Mustafa Engur kaptanlığındaki "Bülbül",  700 mülteciyi taşıyan "Mefkûre" ve 3085 mültecinin bulunduğu "Morina", 4 Ağustos 1944 gecesi Bulgaristan'ın Ahtapolu ile Rezve istikametinde kimliği belirsiz üç denizaltı tarafından saldırıya uğradı. 

Mefkûre'nin batması sonucunda 295 Yahudi mülteci ile iki tayfa boğularak hayatını kaybetti. Saldırıdan kurtulan Bülbül motorundaki bir Romen uyruklu kadın, erkek ve çocuklardan mürekkep 410 Yahudi, İğneada'ya iltica ettiler. 

Nakil işlerini Kızılay üstlendi. Batan Mefkûre motorundan 6 tayfa ile 5 mülteci de 5 Ağustos 1944 günü saat 20.00 sıralarında Boğaz önüne gelmiş fakat hava şartları nedeniyle İğneada'ya sığınmak zorunda kalmıştı.  

Göçmenlerin, Kırklareli'nden İstanbul'a trenle güven içerisinde nakledilebilmeleri için Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul Valilikleri ile Trakya Umumi Müfettişliğine talimat verildi. 305 Romen Yahudi mülteciyi taşıyan Morina ise 6 Ağustos 1944 günü İstanbul limanına ulaştı.


Savaş sonrası yumuşama

Almanya'nın yenileceği anlaşılmış ve Türkiye yüzünü tamamen müttefiklere dönmüştü. Bunun da etkisiyle 1944 yılından sonra Yahudilere yönelik gözle görülür bir yumuşama söz konusuydu. 

Artık Filistin'e transit geçmek isteyen Yahudi mültecilere kolaylık sağlanıyordu. Bu yeni durum, yurt dışındaki Filistin Yahudi Ajansı gibi Yahudi toplulukları arasında memnuniyet yaratırken, 25 Haziran 1947 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında Yahudiler hakkında alınacak tedbirleri içeren 30 Ocak 1941 tarihli karar kaldırılarak bir başka önemli adım daha atılmıştı. 

Bu zamana kadar 1946 seçimlerinde Salamon Adato'nun Demokrat Parti'den milletvekili seçilmesi, 1947 yılında Filistin'in taksim kararı gibi Türkiye'deki Yahudileri derinden etkileyen gelişmeler yaşanmıştı. 

Bazı olumsuz uygulamalar olsa da Türkiye, bu süreçte yardım talep edilen ülke konumundaydı. Nitekim Filistin Musevi Muhacerat Şubesi Ajansı Genel Müdürü Chaim (Hayim) Barlas, Musevi milletine yapılmakta olan haksızlıklara karşı insancıl ve Yahudi göçmenlerin Filistin'e gitmeleri için kolaylık sağlayan tutumundan ötürü Türkiye'ye minnettarlığını bildirmişti.

30 Temmuz 1947 tarihine kadar İsviçre'nin Seelisberg kentinde Yahudi aleyhtarlığı ile mücadele için Uluslararası Hristiyan ve Yahudi Konseyi tarafından organize edilen olağanüstü bir kongreye de Başbakan Recep Peker 27 Mayıs 1947 tarihinde resmen davet edilmişti.
 

 

Fakat Türk hükümeti,  daveti yapan kurum olan Uluslararası Hristiyan ve Yahudi Konseyi’nin dünyada Yahudilere karşı sempati uyandırmak suretiyle Siyonizm'e hizmet ettiği görüşündeydi. Biraz da Arap memleketleri ile güdülen dostluk siyasetinin zarar göreceği endişesi vardı. 

Sonuçta davet kibarca reddedildi ve Başbakan Recep Peker, kongreye katılmadı.

Daha sonra ise İsrail Devleti'nin kuruluşunun Türk toplumunda neden olduğu tepkiyle başlayan ve 1948-49 yıllarında Türkiye Yahudilerinin İsrail'e kitlesel göçleri ile gittikçe radikalleşen, yeni bir sürece girildi.

 

 

  • Makalede "Türkiye'de Göç ve Göçmenler (1914-1960) Karadeniz, Batum, Bulgaristan, Türkistan Türkleri ile Romanya Yahudileri" adlı kitaptan yararlanılmıştır. Bkz. Zehra Aslan, "Türkiye'de Göç ve Göçmenler (1914-1960) Karadeniz, Batum, Bulgaristan, Türkistan Türkleri ile Romanya Yahudileri", Libra Kitap, İstanbul 2020.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU