Şu günlerde Filistin'deki gelişmeler, fazlasıyla hem siyasetin hem de tarihin konusu olmuştur.
Tarihsel açıdan bakıldığında Filistin konusunun, binlerce yıl geçmişi vardır ve çok eskilerden beri, söz konusu bu savaş devam etmektedir.
Neredeyse 2 yılı aşkın bir zamandan bu tarafa Müslüman ve gayrimüslim tüm TV ve gazetelerde, analist ve siyasiler tarafından bu konunun tahlilleri yapılıp makaleler yazılmaktadır.
Fakat, gördüğüm kadarıyla savaşın felsefi ve dinî boyutuyla ilgili herhangi bir şey söylenmedi.
Dolayısıyla onu da biz burada izah etmeğe çalışacağız.
Ayrıca, bu savaşın siyasi boyutunu siyasilere, tarihi boyutunu da tarihçilere bırakarak, fazla detayına girmeden, özet bir şekilde Filistin'deki savaşı şöyle izah etmek de mümkündür:
Şu andaki Filistinliler, hem Tevrat'ın hem siyasetin hem de kültürün kurbanı oluyorlar?
Gerçi bu savaşın siyasi boyutu, dini ve kültürel boyutundan daha önemli bir alanı işgal etmiştir, fakat siyasi boyutu alanım olmadığı için, o alana pek de girmek istemiyorum.
Çünkü siyaset, dünyevi menfaatlere dayalıdır ve bu alanın, kendine göre uzmanları vardır.
Fakat ben dini ve felsefi boyutuna işaret etmek istiyorum.
Filistin meselesinin 5 boyuttan ele alınıp incelenebileceğini düşünüyorum:
- Felsefi yönden ele alınıp incelenebilir. (Yani, "Savaşın aslı nedir?" , "Mahiyeti neden ibarettir?" Ve "İnsanlar arasında niçin savaşlar yapılır?" gibi konular üzerinden meseleyi ele alıp inceleyebiliriz. Aslında konunun esası da burasıdır. Çünkü bir doktor hastalığın esasını ve çıkış kaynağını anlayamaz ise, onun tedavisini de yapamaz.)
- Dini açıdan incelenebilir.
- Hak-Batıl açısından incelenebilir.
- Ahlak açısından incelenebilir.
- Tarih üzerinden incelenebilir.
(Örneğin, Tevrat bu konu hakkında ne diyor, ona da bakıp durumu değerlendirebiliriz.)
Kısacası, Filistin konusunu değerlendirirken "Biz Müslümanız onlar da Yahudi'dir" inancı üzerinden değil, tarafsız bir şekilde hak-batıl üzerinden ele alıp öyle değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Şayet meseleye Müslüman-Yahudi inancı üzerinden bakar isek, gerçek bir sonucu elde etmemiz mümkün olmayacaktır.
Birinci konuyu (Yani, savaşın aslının, mahiyetinin ve ortaya çıkış nedeninin ne olduğu konusunu) ele alıp incelediğimizde, onunla ilgili felsefe, din ve irfan gibi birbirinden farklı 3 türlü görüşün bulunduğundan söz edebiliriz:
A- Felsefi görüş
Felsefe açısından "savaş", yalnızca insanlar arasında vuku bulan bir eylemdir.
Felsefeye göre hayvanlar arasında, av ve avcı hayvanlar hariç, diğerlerinde savaşın olması mümkün değildir.
Yani, "aynı cinsten hayvanlar arasında sistemli bir savaş asla vuku bulmaz" ve "çok ender de olsa bazen bir öfke kabarması olur ve o da gelip geçer."
İnsanlar arasındaki "savaşın oluş nedeni" hususunda da birtakım farklı görüşlerin bulunduğundan söz etmek mümkündür.
Biz bu görüşleri kısa bir şekilde burada aktarmaya çalışacağız.
Ünlü Alman Filozofu Hegel başta olmak üzere, birtakım filozoflar şöyle derler:
Savaş, zati bir durumdur. Yani, her bir insanda zati olarak savaş/hareket vardır. Örneğin, insanın iç dünyasında, düşüncelerinde ve tarihinde savaşlar/hareketler söz konusudur vs.
Nitekim Hegel ve Karl Marx'ın şöyle ünlü bir sözleri vardır, derler ki:
Tarihte, sürekli sınıflar arasında savaş mevcuttur. Çünkü savaş bir harekettir ve sınıfları sürekli güçlü kılan şey de bu harekettir. Dolayısıyla her şey zıddıyla hareket edip sonuca ulaşır.
Hegel'in "diyalektik" görüşü (Yani, tez- antitez- sentez) bilinen bir şeydir.
Hegel'in dışındaki kimi filozoflar da savaşın zati olduğunu söylerler.
Aynen öyle "toplum ve bireyin doğası, savaşmayı gerekli kılar" iddiasını öne atarlar.
B- Dinî görüş
Dinî görüşe göre savaş, zati değil arazidir.
Yani, dinler savaşın "ahlaki şer" olduğunu söyler.
Elbette "mutlak şer" ile "ahlaki şer" birbirinden farklı şeylerdir.
"Mutlak şer"; genel bir ifadedir.
Yani, deprem, hastalık, tabii afetler vs., tümüyle mutlak şerrin kapsamı alanına girer, fakat "ahlaki şer", yalnızca savaşı kapsar.
"Ahlaki şer" görüşü dinlerin görüşüdür.
İslam, Hıristiyanlık, Zerdüştlük vs. inançları der ki:
İnsan denilen bu varlık, yalnızca barışı sever, şerden hoşlanmaz. Fakat 'şer' ona ariz olur.
Örneğin, Hıristiyanlar "ilk günah"tan bahsederler.
Çünkü Âdem cennetteydi ve cennette de savaş/günah yoktu.
Ahir zamanda da Mesih yeryüzüne inecek ve insan topluluğunu barış içinde yaşatacaktır.
Yani, Mesih'in gelişiyle bütün savaşlar sona erecek ve barış içerisinde bir hayat başlayacaktır.
İslam dinine mensup olanlar da buna inanırlar.
Yani, Şiiler ve Sünniler de "Mehdi geldiğinde yer yüzünü adalet ile dolduracaktır" inancına sahipler.
Dolayısıyla dinlere göre savaş zati bir şey değildir.
Yani, savaşlar dünyanın son günlerinde sona erecektir.
Her sona erip yok olan şey ise, onun "arazi" olduğunu gösterir.
Dolayısıyla "beşer arasındaki savaşlar, zati değil, arazidir" derler.
Zerdüşt inancında da hayrın ilahı ile şerrin ilahı arasında savaşın olduğuna inanılır.
Ahir zamanda da hayrın ilahının şerrin ilahına galip olacağı inancı öne atılır.
Yani, "dünyanın son günlerinde insan topluluğuna hayır/barış hâkim olacak" denilir.
Karl Marx da öyle der.
Marx, savaşların arazi şeyler olduğunu, zati olmadığını söyler. Çünkü der:
İlkel sınıfsız toplumda savaş yoktu. Sonraları toplum içerisinde sınıflar oluşunca, bu sınıflar arasında savaşlar baş gösterdi. Ahır zamanda da dünyada yine sınıfsız bir toplum oluşacaktır. Yani, devletler, sınıflar, tüm ayrımcılıklar sona erince savaşlar da sona erecek ve beşer topluluğuna barış hâkim olacaktır.
C- İrfanî görüş
İrfan açısından "savaş şerdir ama, aynı zamanda da hayırdır" ve "hayırdır ama, aynı zamanda da şerdir."
Ariflerin görüşü, gerçekten önemli bir görüştür.
Çünkü onların bu görüşü, çok derin bir anlam ifade etmektedir.
Biz de ariflerin bu görüşünü önemli ve doğru buluyoruz.
Ariflere göre savaş, "şer içerisinde hayır ve hayır içerisinde de şer barındırıyor."
Ve yine onlar açısından savaş çirkindir, ama aynı zamanda içerisinde güzellikler de barındırıyor.
Peki bu nasıl olur?
Büyük ariflerden Mevlâna Celalettin Rumi, kendi eseri olan "Mesnevi"sinde bu konuyla ilgili birtakım örnekler verir ve der ki:
Alemdeki savaş, kavga ve bunlar gibi her şey, iki boyuta sahipler. Bir tarafıyla güzel, diğer tarafıyla da çirkinler. Güzel tarafı bir yana, çirkin tarafında eziyet, ahlaksızlık, ölüp öldürme vs. vardır. Böylece savaş, iki yüzü bulunan bir olaydır.
Mevlâna bu sözünü şöyle bir örnek üzerinden izah ediyor:
Sizler zannetmeyiniz ki Firavun ile Musa birbirleriyle düşmanlardı. Hayır. Bunlar perde gerisinde birbirleriyle arkadaşlardı. Biri diğerini seviyordu. Fakat insanların hidayeti (doğru yolu) bulması için (aynen Hint filmlerindeki farklı rollerde oynayan oyuncular gibi bunlar da) farklı rollerde oynuyorlardı.
Yani, bir filimde her ne kadar perdenin önünde iki kişi birbirleriyle rol gereği düşman olarak gözükseler de fakat perde gerisinde gayet samimi iki arkadaştırlar.
Filimde insanları eğitmek için rol icabı farklı görevler üstlenmişlerdir.
Yüce Allah da aynen öyle yapıyor. Yani, insanları eğitmek için işleri bu şekilde tasarlamıştır.
Örneğin, Yezit ve imam Hüseyin'in olayı da bir temsilden ibarettir.
Çünkü Kerbela filminin gerçekleşmesi için Yezid'in ordusunun bulunması şarttı.
Tek başına Hüseyin'in olmasıyla Kerbela filmi gerçekleşmezdi.
Yezit de tek başına yeterli olmuyordu.
Dolayısıyla Yezit, Kerbela hadisesinin gerçekleşmesi için zaruri bir figürdü.
"Yezid'in olması zaruriydi" demek; Yani, Yezit hayırdır demektir.
"Zaruri"; güzel şey ve hayırlı bir iş anlamını ifade ediyor.
Mevlâna çirkin ile güzelliğin iç içe olduğu hususunda da şöyle bir misal veriyor:
Sen Şam'a gittiğinde (o dönemde Şam, yer yüzünün cenneti durumundaydı.) ve Şam'ın giriş kapısında durduğunda, çöplükten, kötü kokulardan ve çirkinlikten başka bir şey göremezsin. (Çünkü o dönemde Belediyecilik yoktu. Halk elindeki tüm çöpleri şehrin etrafına çekilmiş hisar duvarının ve şehre giriş kapısının kenarına döküyorlardı. Şehirdeki sahipsiz kedi, köpek ve sinekler, kapının kenarına dökülen bu çöplerden besleniyorlardı. Kısacası, bu durum, çok kötü bir manzara arz ediyordu.) Fakat senin Şam'ın o güzelliklerini görmen için, onun kenarında bulunan bir tepenin üzerine çıkıp oradan Şam'a bakman icap ediyordu. O bakışla artık Şam'ın cennet gibi bir yer olduğunu anlıyordun. Oradan Şam'a bakınca, artık şehre giriş kapısının kenarındaki o pislikleri ve kötü manzarayı görmüyordun. Her tarafın güzellikler ve yeşillikler içerisinde olduğunu müşahede ediyordun.
İşte ariflerin dedikleri "çirkinlikler içerisindeki güzellik ve güzellik içerisindeki çirkinlik budur."
Yani, "savaş şerdir ama, güzellikler ile iç içedir ve güzeldir ama, çirkinlikler ile iç içedir" sözü bu anlama geliyor.
Şii inancında da Kerbela hadisesinde Hz. Zeynep'in esir olarak alınıp Küfe Valisi Ubeydullah b. Ziyad'ın huzuruna götürüldüğünde, İbn Ziyad Hz. Zeynep'i muhatap alarak, "Allah'ın sana ve senin kardeşine neler yaptığını gördün mü?" diye onu istihza ettiğinde (küçümsediğinde), Hz. Zeynep cevaben ona şunu söyledi:
Allah'a ant olsun ki, ben Kerbela'da güzellikten başka bir şey görmedim.
Yani, Hz. Zeynep bu sözüyle Kerbela'da İmam Hüseyin'in, Emevîler'in maskesini düşürüp onları rezil rüsva ettiğini vurgulamak istedi.
Çünkü Hz. Zeynep'e göre Emevîler, kendi zulüm ve pisliklerinin üzerini "İslam" adıyla örtmüşlerdi.
Kendi peygamberlerinin torununu öldürünce de Müslümanlar onların İslam'ı temsil etmediklerini anladılar.
Onların yönetimini "ilahi yönetim" olmadığını idrak ettiler.
İşte bu da Emevîler için en büyük bir musibet oluverdi.
Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz:
Filistin ve Gazze konusu, büyük derslerle dolu bir konudur. Ariflerin dedikleri gibi hem güzelliklerle dolu bir konudur hem de çirkinliklerle doludur.
Güzellikleri şudur:
Batılı topluluklar ve onlarla birlikte Siyonistler, iki-üç asırdan bu tarafa tüm dünya insanlarına övünerek bahsettikleri ve onunla gurur duydukları ve kendileri dışındakilerin sahip olmadıkları için sürekli onları küçümseyip kınadıkları "liberalizm, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi" vs. gibi insani değerlerin yalan olduğu ve kendilerinin bu değerleri temsil etmedikleri, boşu boşuna ağızlarında geveleyip durdukları bir lakırdıdan ibaret bulunduğu ortaya çıkmış oldu.
Şu anda Avrupa'da ve dünyadaki farklı bölgelerde farklı din, mezhep, kültür ve ırklardan, hatta Yahudilerin kendilerinden bile milyonlarca insan, Filistinli mazlum halk ile birlikte olmuş, Siyonizm'in aleyhine baş kaldırmışlardır.
Ayrıca, hep birlikte bu Siyonizm rejiminin yok edilmesini dillendirmektedirler.
Çünkü onlar ve tüm dünyadaki vicdan sahibi insanlar nezdinde İsrailliler, yalan yere "hak" elbisesi giyen ve sahte "hak maskesini" kullanan "batıl ehli mücrimlerdirler."
Saddam döneminde Irak halkını da Amerikan aldatmıştı.
Irak halkı Amerikan'ın, "Sizden diktatörlüğü götürüp size demokrasiyi getireceğiz" sözüne inanmışlardı.
Çünkü Saddam 40 yıllık iktidarı döneminde bir milyon civarında Iraklıyı öldürmüştü.
Sadece Irak-İran savaşında 500 bin Iraklı ölmüştü.
500 bini de Irak Kürtleriyle ve iki kez Kuveyt ile yapılan savaşlarda ölümün kucağına düşmüşlerdi.
Hapishanelerde öldürülenler de bir başkaydı.
1 milyon insanın öldürülmesi, bir milyon kadının dul kalması ve milyonlarca çocuğun öksüz olması demektir.
Bular yalnızca savaşlarla gelen ölümlerdir.
Ekonomi, ahlak vs. buna dahil değildir.
Dolayısıyla Amerikan gelip Iraklılara "Diktatörlüğü kaldırıp demokrasiyi getirelim" dediğinde, halk ona inanmıştı.
Sonradan Iraklılar bunun bir düzmece ve yalan olduğunu anladılar.
Onlara bir de DAİŞ diye terörist bir grubu hediye etti.
Fakat Irak halkı DAİŞ' in de bir Amerikan oyunu olduğunu sonradan anladı.
IŞİD-Taliban- el-Kaide vs. gibi terör grupları, Amerikan'ın orta doğuya armağanlarıdır.
Yani, DAİŞ ortaya çıkıp aylarca o insanları katlettiğinde, Amerikan askerlerinin gözü önünde o halkın kıtlağını kestiklerinde, asla onlara karşı seslerini çıkarmıyorlardı.
1700 kara harp okulu öğrencisini, Amerikanlıların gözleri önünde teker teker kafalarına kurşun sıkıp katlettiklerinde, yine de hiçbir Amerikan askeri onlara engel olmadı.
Ayrıca, Irak'ta, günlük binlerce bomba patlatıyorlardı.
Şimdi İsrail'de de öyledir. İsrail demokrasi, medeniyet ve insan haklarının beşiği olduğunu iddia ediyor, Müslümanların da vahşi, kural tanımaz, hukuktan anlamaz, medeniyetten yoksun hayvanlar olduklarını öne sürüyor.
Yani, İsrailli Siyonistlere göre bütün insan toplulukları vahşi, insanlık ise bir tek Yahudi halkında mevcuttur.
Hasılı, dünyada milyonlarca insan onlara ve Batılılara aldanmıştır.
Demokrasi ve insanlığın onlarda olduğuna inanmıştır.
Onlar da sürekli İslam'ı, Müslümanları, Arabı, Acemi, hep ihanet, hukuksuzluk, vahşet vs. ile tanıtıyorlar.
Peki, onlara sormak lazım:
Şu anda Gazze'de insan haklarını çiğneyen ve emsali gözükmemiş vahşeti saçan kimdir?
Bunların tümü, Gazze sayesinde tüm dünya tarafından bilindi.
Artık dünya halkları uyandı.
Kısacası, en güzel ve en büyük sonuçlardan birisi, Gazze'nin sayesinde elde edildi.
İkinci bir husus da şu oldu:
Şayet bu savaş (İsrail-Gazze savaşı) olmasaydı, insanların yüzde 90'ı hak ile batılı birbirinden ayrıştıracak güçte değildi.
Hatta genel savaşlarda bile kimin hak kimin batıl olduğunu ayrıştıramamaktalar.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları bile, kimin haklı kimin haksız olduğu hususu anlaşılamadan kapanıp gitti.
Almanlar "Biz haklıyız", Fransızlar da "Biz haklıyız" deyip durdular, fakat hangisinin haklı hangisinin de haksız olduğu hâlâ dahi bilinemedi.
Fakat Gazze-İsrail savaşı öyle olmadı, oradaki hak, güneş gibi apaçık ortadaydı.
Çünkü önceleri Filistin topraklarında "İsrail" diye bir devlet yoktu.
Ortaya çıkalı 100 yıl olmadı.
Yani, tüm dünya İsrail devletinin işgalci olduğunu biliyor.
Bu devletin "Batıl" bir devlet olduğu güneş gibi ortadadır.
Bunun mukabilinde hakkın Filistin ve Gazzeliler ile birlikte olduğu da bellidir.
Çünkü onlar kendi ülkelerini savunuyorlar, şeref, izzet ve iffetlerini koruyorlar.
Bu savaşta İsrail'in suç işlediği ve mücrim olduğu da güneş gibi ortadadır.
Çünkü onlar hastane, okul ve mabetleri dahi bombalıyorlar.
Hatta ilaç, yiyecek, içecek ve giyecek getiren yardım konvoylarını dahi engelleyip, sınır kapısından içeri girmesine müsaade etmiyorlar.
Bu durum; şu ana kadar dünyada görülmedik bir şeydir.
Örneğin, Ukrayna-Rus savaşında hak-batıl pek de aşikâr değildir.
Ruslar "Hak bizimledir" diyor, Ukrayna da "Hak bizimledir" diyor.
Fakat dünyada hak ile batılın Filistin'deki kadar aşikâr olduğu asla görülmemiştir.
Hatta İmam Ali ile Muaviye arasındaki savaşta bile hak bu kadar aydın değildi.
Bundan dolayıdır ki, insanların büyük bir bölümü İmam Ali ile Muaviye arasındaki savaşın, hâlâ dahi iktidar savaşı olduğunu söylüyorlar.
Fakat şu anda İsrail ile Filistin arasındaki hak ile batıl birbirinden ayrılmış durumdadır.
Çünkü dünyadaki milyonlarca insan Yahudilerin ve Batılıların çok ileri bir toplum olduklarına aldanıp inanmışlardı.
Ama bu savaştan sonra anlaşıldı ki, inandıkları bu şeyler, boş bir hayalden öte bir şey değilmiş.
İnsanların birçoğu artık uyanmıştır ve batılın, batıl olarak ortaya çıkmadığını, artık hak maskesi kullandığını görmüştür.
Çünkü batıl çirkin bir şeydir.
Onun hak maskesini kullanmadaki kastı, çirkinliğini gizlemek içindir.
Yani, çirkin olan batıl, güzel bir görünüm arz etmek için sürekli "hak maskesi" kullanır.
Hakkın sloganlarından destek elde eder.
Özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü, barış vs. gibi hakka ait söylemleri çalar.
Fakat hak ehlinin bu türden bir maskeye ihtiyacı yoktur.
"Ben buyum" diyor ve maskeye ihtiyaç duymuyor.
Kısacası, Filistinlilerin "maske" kullanmaya ihtiyaçları yoktur.
Onlar için en önemli şey, "hak" üzere olmalarıdır.
Gazze'ye sürekli 3 şey yardımcı oldu:
- Birincisi: Onların "hak" üzere oluşlarıdır. Onlar en büyük yardımı da buradan almaktalar. Nitekim tüm dünya Gazze ve Filistinlilerin "hak üzere" olduklarını biliyor.
- İkincisi: Amerikan ve İsrail'in maskelerinin düşmesi ve batıl olduklarının ortaya çıkmasıdır. Bu da onlara bayağı yardımcı oluyor.
- Üçüncüsü: Askeri hareket ve planlarının onlara yardımcı olmasıdır. Yani, Siyonist Genel Kurmay Başkanı'nın da itiraf ettiği gibi Holokost'tan sonra, Siyonistlerin en büyük askeri darbe yediği yer, Gazze savaşı oldu.
Çünkü bu minnacık İsrail devletinden, koskoca bütün dünya devletleri çekiniyordu.
Onun çok büyük silahlara, atom bombalarına vs. sahip olduğuna, dolayısıyla da arkasında tüm Batı ülkelerinin bulunduğuna ve bu nedenle de onun yenilmez bir güç olduğuna inanmışlardı.
Böyle bir gücün, Hamas gibi küçücük bir askeri bölüğün karşısında aciz kalması, onların yenilmez bir güç olmadıklarını dünyaya gösterdi.
Elbette ki Filistin de Rusya gibi atom bombasına sahip ve çok güçlü orduları olan bir ülke olsaydı, buna pek de bir başarı gözüyle bakılmazdı.
Fakat çok küçücük bir güç olmasıyla birlikte, o denli büyük bir güç ile savaşması ve 2 yılı aşkın bir zamandır hâlâ dahi ayakta dimdik durması, tüm dünyayı hayretler içerisinde bırakmıştır.
Oysaki İsrail, 1967 yılında Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak gibi 5 Arap ülkesini 6 gün içerisinde mağlup etmiş ve teslim bayrağını çektirmiştir.
Şu anda ise Gazze gibi hem de muhasarası altındaki küçük bir şehri 2 yılı aşkın bir zamanda teslim alamadı.
İşte ariflerin dedikleri "çirkinlikler içerisindeki hakkın güzelliği" budur.
Yani, Amerikan ve Siyonist güçler, el birliği ederek, Kur'an'ın ifadesiyle:
Onlar ağızlarıyla (propagandalarıyla) Allah'ın nurunu (hakkı) söndürmek isterler. Kafirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saf: 8)
Ayette geçen "Allah'ın nurundan" kasıt, "hak"tır.
Yani, Filistin'in "haklılığı"dır.
O bölgede hak da mevcuttur batıl da.
Şu anda her ikisi de Filistin topraklarında vardır.
Fakat batılın imkânı hakkın imkanından daha fazladır.
Sadece tek farkı budur.
Batıl; sahip olduğu kocaman sınırsız imkanlarıyla, her şeyi sınırlı olan hak ile savaşıyor.
Batıl, o güçlü imkanıyla hakkı ortadan kaldırmaya ya da ona hükmetmeye çalışıyor.
Buna rağmen tüm dünya mazlumları haktan, yani, Filistin'den yana oluyor ve onun adını ağızlarından düşürmüyorlar.
Oysaki Amerikan, Batı ve Siyonistler "Filistin" diye bir ismin olmadığını iddia edip duruyorlar.
Buna rağmen Filistinliler, tüm dünyaya kendilerinin varlığını kabul ettiriyorlar.
Dünya da bunların bu gayretleri üzerinden "Filistin"in mevcut olduğunu ve yok olmadığını anlayıverdi.
İşte buna; "hakkın, kendi kendini koruduğu ve yardım gördüğü" denir.
Biz buraya kadar savaşın felsefi, dinî ve irfanî yorumunu yaptık ve savaşı bu 3 görüş üzerinden değerlendirdik.
İşte ariflerin "Savaş şerdir, ama bu şerrin içinde hayır vardır" dedikleri budur.
Soru:
Acaba Filistin-İsrail savaşı dinî bir savaş mıdır yoksa insanî sürtüşmelerden mütevellit olağan bir savaş mıdır?
Cevap:
Şu anda Filistin-İsrail savaşı "dinî" bir renge bürünmüştür.
Yani, bir tarafta Müslümanlar, diğer tarafta da Yahudi-Hıristiyan ve Siyonistler vardır.
"Siyon" derken; bunun içerisine Siyonist Müslümanları da katmak lazım.
Örneğin, Siyonist ve Batılılar ile iş birliği yapan Arap Krallıkları ve öteki sözde Müslüman yöneticileri de buna dahil etmek gerekir.
Fakat benim şahsi kanaatime göre aslında Filistin-İsrail savaşı, dini bir savaş değildir, "ahlaki", "insanî" ve "vicdanî" bir meseledir.
Yani, bu savaş; iki boyutu bulunan bir savaştır.
Bir tarafında "din" vardır, diğer tarafında da "insanlık" ve "ahlak" vardır.
Bu insanlık ve ahlaka, Batı'nın insanlığını ve vicdanını kaybetmemiş Hıristiyan kesimini de dahil edebiliriz.
Yani, bu savaşı her ne kadar "din" kisvesine büründürmek isteseler de fakat aslında tek başına "dini" bir savaş değildir.
Siyonistlerin Filistin'deki yönetimleri, aynen kimi diktatör ve zalim Emevî ve Abbasi Sultanların, İslam kisvesi altında halkı zulüm üzere yönettikleri gibidir.
O gibi diktatörler, "Bizim devletimiz, meşruiyetini Allah'tan almıştır" derlerdi.
Yani, kimi Emevî ve Abbasi Sultanları da Allah adıyla insanları yönetip, işledikleri zulümleri de din ile örtmekteydiler.
Aslında bunların yönetimleri, "dini" yönetim değildi, Allah adıyla diktatörlük ve zulüm yönetimiydi.
İsrail'in şu andaki Filistin'i yönetimi de aynen öyledir.
İsrail, ABD ve AB'de dünya insanlarını demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü vs. adı altında, zulüm ve diktatörlük ile yönetiyorlar.
Fakat adını "demokrasi" koyuyorlar.
Dolayısıyla, her ne kadar bu savaşan taraflardan biri olan örneğin, Yahudiler, bu cinayetlerine kılıf bulmak için Tevrat'tan deliller getirseler de ve uğrunda savaştıkları o toprağın "Arz-ı mevut/Vadedilmiş topraklar" olduğunu söyleseler de Müslüman taraf da yine Kur'an'dan bunların zıddına deliller getirseler de fakat yine de asıl mesele "dinî" değildir, "insanî" ve "ahlaki"dir.
Yani, bu türden savaşlarda sürekli, tek başına dini değerlere değil, akla, ahlaka ve insani değerlere dönüp bakmak lazım.
Asıl olan budur. Bundan sonra naslara bakılır.
Çünkü naslar, her kesin istediği gibi yorumlayacağı türdendir. (Hammalet'el- Vücuh'tur.)
Üç semavi din içerisinde, kanaatimce "din" diyebileceğimiz yalnızca Hıristiyanlık ile İslam dini vardır.
Yahudilik ise "din" özelliğini kaybetmiştir.
Yani, Yahudilik "Yahve" uyduruk ilahı ile harap olmuştur.
Çünkü sonraları Yahudiler tarafından "Allah" olarak kabul edilen "Yahve", onların iddialarına göre kocaman evreni bir ırk (Yahudi ırkı) için yaratmış ve diğer tüm ırkları onların emrine vermiştir.
Böylece "Yahudiliği" de bir ırk dinine çevirmiştir.
Daha açıkçası biz insanların 3 Şeytanımız vardır:
- Küçük Şeytan: Bu Şeytan; her kesin içinde olan "ego"sudur.
- Büyük Şeytan: Bu da Amerikan emperyalizmidir.
- En büyük Şeytan: Bu da Siyonizm'dir.
Yine biz insanların 2 tane de ilahımız vardır:
- Biri "Hak ilah",
- Diğeri de "Batıl ilah".
Batıl ilah; IŞİD ve Siyonistlerin ilahı gibi ilahlardır.
Bu ilah "İblis ilahtır."
Yani, örneğin, İmam Hüseyin'in de ilahı vardır, Yezid'in de ilahı vardır.
Hüseyin'in ilahı "Hak ilah"tır.
Yezit' in ilahı ise "Şeytan ilah"tır.
Oysaki İmam Hüseyin de Yezit de Müslümandır.
İmam Ali ile Muaviye de öyledirler.
Cezayir ve Libya devrimlerinin öncülüğünü yapanların ilahları da öyledir.
Örneğin, Ömer Muhtar'ın ilahı "Hak ilah"tır.
Hatta Hindistan'daki Mahatma Gandi'nin ilahı da "Hak ilah"tır.
İngilizlerin ve Gandi ile savaşan emperyalistlerin ilahı ise, "Batıl ve İblis İlahlardır."
Kısacası, her yerde ve her inançta "hak ehli" vardır.
Arifler doğru ilaha "hak" ismini verirler.
"Allah" ya da "Yahve" ismini vermezler.
Çünkü onlara göre "Allah" ismi, örtülü bir isimdir.
Zira IŞİD gibi dünyanın en acımasız terörist grubu da "Allah" diyor, Arifler de "Allah" diyor.
Saddam da "Allah" diyor, Yezit de "Allah" diyor ve peygamber de "Allah" diyor.
Kısacası, "Allah" mefhumu, örtülü ve karmaşıktır.
Bundan ötürü de arifler "Allah" ismini kullanmazlar.
Her zaman "Ya Hak" derler.
Dolayısıyla "Hak" kelimesi; tüm salih ve iyi insanların sarıldıkları ortak değerdir ve bu salih kimselerin tümü "Hak"ka tabi olan kimselerdirler.
Hıristiyanlıkta da Martin Luther, Kilise ve Papaza karşı çıkmıştır.
Kilise ile papazın ilahı tek ilahtır, fakat "Hak Allah", kilisenin ilahını asla onaylamaz.
Ve yine Kilisenin İlah'ının binlerce bilim insanlarını ateşe attırıp yaktırmasını asla teyit etmez.
Yine "Hak İlah", kilisenin "Engizisyon"unu (insanların itikatlarını teftiş etmesini) onaylamaz.
Dolayısıyla, bu yanlış işleri onlara yaptıran "Hak ilah" değil "Şer İlah"tır.
Martin Luther ve bunun gibi Kiliseye karşı çıkanların ilahı ise, "hayrın ilahı"dır.
"Hayrın ilahı" da "Hak ilah"tır.
Şu anda dünyada "dinlerin savaşı" diye bir şey yoktur.
Gerçekte "ilahların savaşı" vardır.
Dr. Ali Şeriati "Dine Karşı Din" demiştir.
Ama şu anda o yoktur.
Var olan savaş "ilaha karşı ilah savaşı"dır.
Bu söz, daha derin anlam ifade etmekte ve daha gerçekçi olmaktadır.
"Hak ilah"; insanları faziletlere ve insani değerler davet ediyor.
Bu ilah, tüm insanlar arasında ortak bir değerdir.
Hıristiyanlarda da "Hak ilah" vardır Müslümanlarda da.
Hatta vicdanı temiz Yahudilerde de "Hak ilah" vardır.
Hatta ateistler dahi insanları "Hakka/Gerçeğe" davet ediyorlar.
Yani, ateistler, insanlıkları hatırına dinlerin tanımladıkları "ilahları" inkâr etmişlerdir ve aslında gerçek müminler de bunlardır.
Kur'an şöyle der:
Ve onların çoğu, Allah'a ortak koşmadan inanmazlar. (Yusuf: 106)
Ben de şöyle derim:
Onların çoğu, Allah'a iman etmeden şirk koşmazlar.
Yani, ateistlerin çoğu Allah'ı inkâr etmelerine rağmen, farkına varmadan ona iman ediyorlardır.
Ateistlerin gerçekte inkâr ettikleri "ilah", IŞİD, Taliban ve Boko Haram'ın iman ettikleri "ilah" ile Yahudilerin iman ettikleri "Yahve" namındaki ilahtır.
Dolayısıyla savaşlar, Dr. Ali Şeriati'nin dediği dinler arasında değil de "ilahların savaşıdır."
Yani, bu savaşlar, "Hak ilah" ile "Yahve"nin arasındaki savaşlardır.
"Yahve"; gerçekte iblis ve Şeytanların "baş ilahı"dır.
Çünkü Hak olan bir Allah, bir kavmi asla tüm kavimlerin üstünde tutmaz ve "Ben tüm insanları bu ırka köle olsun diye yarattım" demez.
Yani, zalim ve cinayetkâr bir ırkı, mazlum ve masum milletlere üstün kılmaz.
Buradan yola çıkarak "Yahve"nin "şerrin ilahı" olduğunu söylemek mümkündür.
Gerçek ilah (temsilde hata olmaz.), aynen 10 çocuğu olan bir baba gibidir.
O baba asla ve asla o çocukları arasında bir ayırım gözetmez.
Tümünü de eşit bir şekilde korur ve sever.
Hiçbirini diğerine tercih etmez.
Oysaki Yahudilerin ilah edindiği Yahve, aynen Naziler gibidir.
Alman Nazileri de Alman ırkını dünyadaki tüm ırklardan üstün biliyordu.
Oysaki hiçbir kavim ve kabilenin birbiriyle bir farkının bulunmadığı güneş gibi ortadadır.
Çünkü hadis şöyle der:
Hepiniz Ademdensiniz ve Âdem de topraktandır. (Veda Hutbesinden)
Demek ki insanlıkta herkes eşittir.
Hadisten önce de Eflatun, Aristo vs. gibi filozoflar da "insanları akıl üzerinden tanıyınız" diyordu, (ırk üzerinden değil.)
Bundan dolayı olsa Eflatun "Filozoflar, insanların avamından üstündür" diye ünlü bir sözü vardır.
Evet, sınıfsal ayrımlar vardır, fakat din adına değildir.
Allah ve din adına insanları ayrıştırma, yalnızca Yahudilerde vardır.
Onlar sürekli şöyle derler:
Allah bizi sizlerden üstün kılmıştır.
Bu düşünce ve inançla 3 bin yıl önceden savaşlara başlamışlar, çocuklara büyüklere ve hatta kendilerinden olmayanların hayvanlarına dahi hiçbir merhamet göstermemişlerdir.
Buna rağmen "Biz yer yüzünün en iyi insanlarıyız, dünyanın ve bu toprakların sahibiyiz" diyorlar.
Oysaki İsrailliler o topraklarda yok iken, Filistinliler, on kabile şeklinde barış içerisinde yaşayan ve "Amalika" kabileleri olarak bilinen bir kesim olarak o topraklarda yaşıyorlardı.
Amalika kesimi, günümüzdeki Filistinlilerin ecdadıdır.
Fakat İsrailliler yıllar sonra gelip o çöle yerleşip, Amerikalılara birçok zulümler yapmışlardır.
Hatta Tevrat dahi o toprakların sahibinin Filistinliler olduğunu söylemektedir.
Tevrat'ta Sıfır Mülk bölümünde (Melik Davud Bölümü) 8'inci fasılda açıkça şöyle der:
...Ondan sonra Davud Filistinlileri vurdu ve onları kovdu. Sonra da Davud başkentin yönetimini Filistinlilerin elinden aldı.
O dönemde Filistinlilerin elinde 2 başkent vardı.
Güneydeki "Urişime" (şimdiki Kudüs) başkenti ile kuzeydeki "Pentapolis" (şimdiki Gazze) gibi bir isimle anılan başkentti.
Yani, Tevrat'ın itirafına göre o topraklar Filistinlilerindi.
Sonra Tevrat şöyle devam ediyor:
Allah, Yuşa b. Nun' a emretmiş ki, sen kalk bu insanları (İsrailoğullarını) o toprağa geçir ve sana vadedilen topraklara gir.
Dolayısıyla vadedilen topraklar, Allah'tan değil de Yuşa b. Nun'dandır.
Çünkü bu sözlerin tümü, Musa ağzıyla değil de Yuşa b. Nun ağzıyla söylenmiştir.
Bu ilahi vaat, maalesef Kur'an'da da nakledilmiştir:
Ey Kavmim. Allah'ın size belirlediği kutsal toprağa girin. (Maide: 21)
Kur'an'daki "Allah" sözünden kasıt, "nefsani ilah"tır, "Hakiki Allah" değildir.
Yani, her kesin batnında hem "hayrın ilahı" hem de "şerrin ilahı" vardır.
Yine her insanın nefsinde hayır ile şer ilahının arasında çekişme ve mücadele söz konusudur.
Hayrın ilahı nurunu, hakiki Allah'tan alıyor.
Kısacası, bütün insanların içinde nur vardır.
Fakat mücrimlerin içerisinde zulmetten başka bir şey yoktur.
Zerdüşt inancında da zulmet ve nur 'un ilahlığından söz edilir.
"İlahi nur" denilen şey, dışarıdaki ışık değildir elbette.
Bu nur ve zulmet, insanın dahilindedir.
Bunlara "ilahi hayır" ve "ilahi şer" denir.
"Hayrın ilahı"nın düşmanı "şerdir" dediğimiz zaman, elbette ki hakiki ilahı kastetmiyoruz.
Çünkü hakiki ilahın düşmanı olmaz.
Şayet onun düşmanı "Şeytandır" denilirse, "O taktirde Allah niçin o düşmanını yok etmiyor, çünkü Allah mutlak 'kudret sahibi' değil midir?" deriz.
Fakat insanın dahilindeki "hayrın ilahı"nın, yine onun dahilindeki "şerrin ilahına" hükmetme imkânı söz konusu değildir.
Çünkü ona hükmetmesi için, insanın salih amellerinden yardım almaya ihtiyacı olur.
İşte bu "Şeytanların İlahı" dediğimiz "Yahve", insanın nefsindeki o "hayrın ilahını" kuşatma altına almış ve kendine uyanlara "sizin ilahınız benim" demiştir.
Şayet Yahve, iddia ettiği gibi "mutlak Allah" olsaydı, o taktirde nasıl olurdu da tüm bu dünya işlerini ve tüm insan ırklarını bir avuç insan için mubah kılar ve yer yüzünün mülkiyetini onlara verir ve "Onları öldürüp yok edin ve sahip oldukları her şeylerinin kökünü kurutun, ben onu size serbest kıldım" diyebilir.
Peki, onlardan binlerce yıl önce Filistin'de yaşayan insanlar vardı, onlar ne olacak?
Demek ki, bu ilah (Yahve), zalim biridir ya da Allah değildir ve sahte ilahtır.
Yani, Allah dedikleri "Yahve", sahte ilahtır.
Oysaki İslam ve Hıristiyanlıkta ve yine Hinduizm'de, hatta ateistlerde dahi "Hak ilah" vardır.
Yani, Hiycer (Nietzsche) ve Volter (Voltarie) gibileri zahirde inkârcı gözükseler bile, "insanî İlaha" (hayrın ilahına) iman ediyorlardı.
Bu türden insanlar zulmün zıddı olan eşitlik vs. için boşuna mücadele etmediler.
Her ne kadar ateist olsalar da yine de insani değerlere iman ediyorlardı.
İnsani değerler de "hayırdır" ve "hayır" da Allah'tır.
Yahve'ye iman edenler, ta Yuşa b. Nun döneminde bile Filistin bölgesindeki tüm kadın, erkek, çocuk ve hayvanlara zulmedip onları ateşe atarak öldürdüler. Tüm şehirleri yakıp yıktılar.
Yahudilere göre tüm Filistinliler necistirler.
Onlara göre o kutsal toprağın onlardan temizlenmesi gerekir.
Hatta binekleri, davar ve sığırları dahi necistir.
Şayet o topraklar bunlardan temizlenir ise, Filistin bölgesi ve vadedilen o topraklar, Yahve'nin salih evlatlarına intikal etmiş olacaktır.
Peki, şu anda mademki Hamas ile İsrail arasında savaş vardırsa, o halde Hastanelerin, okul ve camilerin, masum çocukların ve bebeklerin suçu nedir?
Peki, insani yönden Birleşmiş Milletler gözetimi altında ateşkesi niçin kabul etmiyorlar?
Acaba insanlığın da mı suçu vardır?
Kısacası, Zerdüşt dini bu alemde iki ilahın varlığından söz eder:
"Hayrın ilahı" ve "şerrin ilahı".
Bana göre aslında Zerdüşt burada hata yapmıştır.
Çünkü Allah, mutlak kudret sahibi olmalıdır.
Bu alemde bu iki ilah birbirini yok edecek güçte olmadığı için, ikisi de eksik ilahtır.
Oysaki en doğrusu şudur:
Bu iki ilah, insanın batnındadır ve bu alemde değildir. Bu alemin ilahı tektir ve mutlak kudret sahibidir.
Dolayısıyla da Zerdüşt hatalıdır.
Bizim 3 alemimiz vardır:
- Mülk alemi.
- Melekut alemi.
- Ceberut alemi.
Mülk alemi; üzerinde bulunduğumuz bu alemdir.
Bu mülk aleminde sürekli devletler, fertler ve topluluklar arasında savaşlar vardır.
Örneğin, Ruslar ile Amerikanlılar, Japonlar ile Çinliler, Filistinliler ile İsrailliler vs. arasında hep savaşlar olmuştur ve kıyamete kadar da olacaktır.
Melekut alemi ise, "gaybi alemdir."
Bu alemde de melekler ile Şeytanlar arasında savaş vardır.
Şayet insanın ameli salih ise, o alemdeki melekler Şeytanlara karşı ona destek verip onu Şeytanlara karşı galip kılacaklardır.
Şayet ameli bozuk ise, bu sefer de Şeytanlar onu güçlendirip meleklere karşı onu güçlü kılacaklardır.
Ceberut alemi ise, insanın batnındaki "hayrın ilahı" ile "şerrin ilahının" çatıştığı bir alemdir.
Yoksa üzerinde yaşadığımız bu alemde, bir tek el-Kadir (mutlak Kadir) olan Allah vardır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish