İslam'ın temel kaynaklarından sünnet ve hadisi çağa taşımak… Prof. Kırbaşoğlu: Uydurulmuş binlerce hadis var; Diyanet sünneti çağa taşımaya müsait değil

Kırbaşoğlu'na göre sünnetin çağa taşınması şart. Bunu kim veya kimler yapacak? Kırbaşoğlu, Diyanet'in bunu yapamayacağı görüşünde. Gerekçesi de şu: Gırtlağına kadar siyaset batmış, bir partinin teşkilatı olmuş

Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, yeni kitabı "Sünneti Çağa Taşımak"ta hadis ve sünneti anlama ve yorumlamanın yöntemlerini anlatırken İslamin birinci kaynağı Kur'an'ın ikinci plana itilmemesi gerektiğine vurgu yapıyor / Fotoğraf: Facebok

"Sadece İslam dünyasının değil, beşeriyetin tamamının karşı karşıya bulunduğu varoluşsal tehditleri yol açan gelişmeler karışışında Hazreti Peygamber'in modeli ve bunun sunduğu evrensel değerler hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere ilham kaynağı olabilecek ve rehberlik edebilecek potansiyele sahiptir."

Bu cümleler, Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu'nun kaleme altığı "Sünnet Çağa Taşımak" adlı kitabından. 

Piyasaya yakın zamanda çıkan kapsamlı kitapta, sünnet ve hadisi anlama ve yorumlama yöntemleri anlatılıyor. 

1,5 milyarı aşan İslam nüfusunda Hazreti Muhammed'e ilişkin tartışma yaşanmıyor.

Peygamber, Müslümanların en büyük idolü kabul ediliyor. Fakat sünneti ve hadisleri konusunda aynı kabul sözkonusu değil. 

Hem peygamberin yaşamına ilişkin bazı anlatılara hem de onun adına piyasaya sürülmüş çok sayıda hadise itiraz var. 

Allah'ın elçisi Hazreti Muhammed'in sünnetiyle hadislerinin günümüze nasıl uyarlanabileceği konusunda Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile konuştuk. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sünnet ve hadisi anlama ve yorumlamada yöntem ne olmalı?

Sünnet ile hadis aynı şey değil. Sünnet, nebevi model ya da nebevi paradigma anlamına geliyor. Daha çağdaş bir ifadeyle İslam'ın ilk uygulaması olarak İslam'ın kurucu tecrübesi denebilir. Bu tecrübenin öznesi olarak da peygamberin rol modeli olması olarak nitelendirilebileceğini idrak etmek şarttır. 

Bir rol modeli olarak Hazreti Muhammed'in hayata geçirdiği bu ilk kurucu tecrübe hakkında en temel bilgi kaynağımızın Kur'an'dır. Sonra Müslümanların asırlarca nesilden nesile uygulamalı olarak aktardıkları yaşayan mütevatir sünnetler daha sonra da bu ikisiyle uyum halinde olan hadis rivayetleri olduğunu bilmek fevkalade önemlidir. 

Özetle Kur'an-ı ve yaşayan sünnetleri inanç, düşünce ve eylem planında bireysel ve toplumsal ölçekte hayata geçirmekle aslında çok büyük oranda sünnete de tabi olmuş olacağımızda şüphe yoktur.

Bunlara ek olarak peygamber ve toplumunun neyi niçin, nasıl, ne amaçla nerede, ne zaman yaptığının mutlaka sorgulanması, ayrıca parçacı ve formalist - literalist yaklaşımlardan uzak durulması gerektiği de vurgulanmalıdır. Bu bağlamda hermenötik tarihselcilik de denebilecek yaklaşımın, yani Hz. Muhammed'in dönemindeki uygulamaların o dönemin şartlarının sonucu olarak bugün bir güncellemeye muhtaç olduğunu hususunun göz ardı edilmemesi gerektiği söylenebilir.

"Peygamberin modelini harfiyen hayata geçirmek pratik olarak imkansız"

"Sünneti Çağa Taşımak" bir ihtiyaç mı? Bu neden kaynaklanıyor? 

Doğru olan sünneti çağa taşımaktır. Zira 15 asır öncesinde oluşan nebevi modelin günümüzde bu çağın değişen şart ve ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yorumlanarak hayata aktarılması gerektiği izahtan varestedir. Peygamber modelini 15 asır öncesindeki şekliyle aynen ve harfi harfine bugün hayata geçirmek pratik olarak imkansız olduğu gibi, çağı sünnete taşımak iddiasıyla - bilhassa selefi çevreler ve muhafazakar cemaat-tarikat çevreleri tarafından aynı anda - savunulan bu yaklaşım, günümüz toplumlarını 15 asır öncesine götürmek anlamına gelecektir ki bunun gericilik eleştiri ve ithamlarını haklı çıkarak bir tutum olacağını tahmin etmek zor olmasa gerekir.

Kırbaşoğlu.jpeg
Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu / Fotoğraf: Facebook


"Nebevi sünnetin ilham kaynağı olması lazım"

Kim veya kimler sünneti çağa taşıyacak? 

Bu sorunun cevabı olarak Müslüman bireyler ve toplumlar şeklinde bir cevap gayet mantıki gelse de çağımızda yaşanan gelişmeler ve özellikle gezegeni ve insanlığı tehdit eden küresel gelişmeler karşısında, nebevi model olarak sünnetin Müslüman olsun olmasın bütün insanlığa bir ilham kaynağı olması gerektiği rahatlıkla ifade edilebilir. Zaten geçmiş çağlardan itibaren günümüze kadar uzanan bir gelenek olarak Allah resulüne alenen ve resmen olmasa da zımnen ve kalben saygısını, sevgisini ve hayranlığını dile getiren pek çok şahsiyet tarihte de var olmuştur, günümüzde de varlığı bilinmektedir. Bu çerçevede çağdaş hılfu'l-fudul kavramı uyarınca, kimisi Hz. Peygamber'e resmen iman ederek (Müslümanlar), kimisi de bunu resmen ilan etmese de Resulullah'ın mirasına büyük bir değer vererek (Gayrimüslimler) şeklinde iki kanaldan nebevi sünnetin insanlığa ilham kaynağı olması mümkün ve hatta gerekli görünmektedir.

"Peygamberin sevdiğini sevmek, nefret ettiğinden nefret etme zorunluluk değil"

Sünnet, Hazreti Muhammed'in yapıp ettikleriyse, O'nun sevdiği her şeyi sevmek, sevmediğinden de nefret etmek zorunda mı insanlar? 

Elbette ve kesinlikle hayır! Nebevi sünnet, tanımı gereği Hz. Peygamber'in bütün yapıp etmelerinin değil sadece peygamber olarak ve risalet görevinin kapsam alanı dahilinde ortaya koyduğu modelin adıdır. Bunun dışında - Usul-u fıkıhçıların başarılı bir biçimde detaylı olarak ele aldıkları üzere - peygamberlik göreviyle alakası olmayan alanlarda ve konularda Hz. Muhammed'in örnekliği dini açıdan sözkonusu değildir. İbn Haldun'un ‘Allah Peygamberini "tababet (tedavi)" öğretmek için değil "diyanet (din)" öğretmek için göndermiştir' mealindeki tespitinde olduğu gibi, gündelik hayatta İslam, Kur'an ve sünnetin Müslümanları serbest bıraktığı geniş bir alan (mübahlar alanı ya da nötr alan) sözkonusudur. Rasulullah da bu geniş alanda kendi toplumunun şart, kültür, algı ve zevkleri doğrultusunda hareket etmiştir. İşte risalet göreviyle alakası bulunmayan bu gibi alanlarda Resulullah'a uyulması dini bir gereklilik arz etmemektedir.

Risalet göreviyle ilgili alanlarda bile bir şeyin sünnet kapsamında olup olmadığını tespit etmek için şu hususlara mutlaka dikkat etmek gerekir:

Bir şeyin sünnet kapsamında değerlendirilebilmesi için onun peygamberin onu mutlaka risalet görevi gereği olarak ortaya koymuş olması gerekir.

Ancak bu da yeterli değildir, bu dini nitelikli uygulamalarının kendisine has mı yoksa ümmetini de kapsayacak nitelikte mi olduğu mutlaka araştırılmak durumundadır.

Resulullah'a has konular sünnet kapsamı dışındadır. Ümmeti de kapsayıcı hususlara gelince, bunun için Resulullah'ın bir şeyi yapmış olması yeterli değildir. Ayrıca o konuda Müslümanların kendisine uymaları gerektiğini açıkça talep etmiş olması gerekir.

Bu talep bile tek başına yeterli değildir. Talebin kesinlikle yerine getirilmesi - uyulması gerekli (farziyet- haramlık bildiren)bir talep mi yoksa isteğe bağlı(müstehap, nafile, tatavvu, mendup) bir talep mi olduğu da araştırılmalıdır. 

702b2a19-0211-4855-879f-7ab1b7ef9c8b.jpg
Ankara Okulu Yayınları'ndan piyasa çıkan kitapta sünneti ve hadisi anlama ve yorumlamanın metodları anlatılıyor / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Yediğini sevmek, yemediğinden nefret etme zorunluluğu yoktur" 

Özellikle yeme ve içme konusundaki faaliyetlerini sünnet kapsamında değerlendirmek zorunluluk mu?

Bu konularda sadece helal-haram olan yiyecek ve içecekler konusunda birtakım talimatlar sözkonusu olup, bunun dışında yiyecek-içeceklerin cinsi, damak zevki, yemek kültürü gibi konularda sünnetten söz etmek sözkonusu değildir.

Kabak sevmeyen birisi peygamberin sünnetini hayatına geçirmemiş mi oluyor? 

Klasik ulemamızın da açıkça ifade ettiği üzere peygamberimizi sevdiği yiyecek-içecekleri sevme ve onları tercih etme zorunluluğu yoktur. Bu hususlar risaletle ilgili olmayıp, o dönemin kültür ve şartlarıyla ilgili olan "nötr - mübahlar" alanına aittir.

Bunun bir vebal tarafı var mı? 

Yine klasik ulemamızın açık, kesin ve net olarak ifade ettiği ve vurguladığı üzere peygamberimizin sevdiği yiyecekleri sevmemek veya sevmediklerini sevmek, dinle alakalı olmayıp, Resulullah'a olan sevgi ve sevgimize aykırı düşen bir husus değildir.  

"Kur'an ve sünnete aykırı düşen hadis rivayetleri tartışmalara yol açmaktadır"

Sünnet ve hadisler konusu niçin çok tartışma konusu oluyor? 

Sünnet adı altında yapılan tartışmalara yakından bakıldığında konu aslında sünnet değil. Sünnet ile özdeşleştirilen ahad hadis rivayetleri olduğu görülecektir. Sünnetin inanç, düşünce ve eylem alanında ana kaynağının bizzat Kur'an olduğu göz önüne alınacak olursa, ardından mezhebi, meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri - Müslüman birey ve toplumların karakteristik ortak özellikleri anlamında "şeair" denebilecek - hususları ve daha sonra da Kur'an ve sünnet ile uyum arz eden hadis rivayetlerini esas alacak olursak bu konudaki kafa karışıklığını çözme yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. 

Bu yapılmadığı için tarihte de günümüzde de - daha ziyade Kur'an ve sünnete aykırı gibi görünen veya öyle olduğu iddia edilen bazıları gerçekten de Kur'an ve sünnete aykırı düşen hadis rivayetleri tartışmalara yol açmaktadır. Bu da yanlış olarak sünnete dair bir tartışma olarak nitelendirilmektedir. Klasik ve çağdaş dönemde sünnet etrafında yapılmış görünen tartışmaların çok büyük bir kısmının aslında sünnet kavram ve kurumundan ziyade, hadis kaynaklarında yer alıp Kur'an ve sünnete uygunluğu konusunda problemleri bünyesinde barındıran rivayetler etrafındaki tartışmalar olduğu görülecektir.

"Çokluk beraberinde birçok hatayı da getirmiştir"

Çok hadis nakleden ravilere nasıl bakmak gerekiyor? 

Çokluk elbette beraberinde birçok hataları da getirecektir ve getirmiştir de. Sahabe nesline gelince çok hadis rivayet ettiği "rivayet edilen" sahabelerin rivayetlerinin büyük çoğunluğu doğrudan Hz. Peygamber'den duydukları değil. Diğer sahabelerden duydukları olup, bu dolaylı aktarım esnasında beşer olmaları itibariyle birtakım hataların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Kasıtlı olmasa da kastı aşan veya elde olmayan sebeplerden dolayı birtakım teknik hatalar da Resulullah'a ait olmayan hususların ona aitmiş gibi takdim edilmesine yol açabilmiştir.

030620191439307685316_3.jpeg
Kur'an, İslam'ın birinci derecedeki kaynağı olarak kabul ediliyor / Fotoğraf: AA



"Kur'an ile uyumsuzluk arz edip etmediğine bakılmalıdır" 

Bir hadisin sahih olup olmadığına insanlar nasıl karar verebilirler? 

Bu konuda profesyonel ve uzman olmayanlar hadis alanındaki araştırmaları ve literatürü takip ederek, ayrıca yapılan araştırmaları çapraz kontrollere tabi tutarak, ya da – başta Kur'an ile uyumsuzluk arz etmek gibi - insanın içini rahatsız eden bir içerik ile karşılaştığında konunun uzmanlarına başvurarak -ama uzmanları da çapraz kontrollere tabi tutarak – kendi yolunu çizmeye çalışmalıdır. Bu konuda uzman olanlar ise, klasik ulemanın yaptıkları araştırma- incelemeleri de göz önüne alarak- mutlaka kendisi bilimsel bir zihniyet ve yöntemle rivayetleri kaynak, isnat ve metin tenkidinden geçirerek olabildiğince sağlam rivayetleri esas almaya çalışmalıdır.

"Allah'ın kitabı dışında hatasız kitap yoktur" 

Hangi hadis kitapları, sağlam kaynak olarak değerlendirilebilir? 

İbn Teymiyye'nin "Allah'ın kitabı dışında hatasız bir kitap yoktur" sözünü göz önüne alarak diyebiliriz ki, en muteber olanları dahil hatasız ve mutlak güvenilir bir hadis kitabı olmadığını, her hadis kaynağında problemli rivayetlerin görüldüğünü, Kütüb-i erbaa, hamse, sitte, semaniye, tis'a, aşara (Dört, beş, altı, sekiz, dokuz, on muteber kitap) denen hadis kitaplarında da şu veya bu oranda problemli rivayetlere rastlandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zaten bu kitaplar da ulema için yazılmış eserler olup, bireysel dindarlık amaçlı değildir. Bu amaçla bugün bile ihtiyacı karşılayabilecek olan ve içerisinde sınırlı sayıda problemli rivayet barındıran en güvenilir – ama körü körüne mutlak olarak güvenilir değil – hadis kitabı olarak en-Nevevi'nin Riyazu's-Salihin adlı eseri önerilebilir. Bu kitaptan olabildiğince genel geçer nitelikte ve problemsiz görünen rivayetlerden 250 civarındaki hadis rivayetinden oluşan bir seçki "Ahir Zaman İlmihali" adlı eserin sonunda okuyuculara sunulmuş bulunmaktadır.

"Peygamber adına piyasaya sürülmüş uydurma binlerce hadis vardır"

Uydurulmuş çok hadis var mı? Sayılarına ilişkin bir bilgi sözkonusu mu? 

Hz. Peygamber adına piyasaya sürülmüş ve hala da sürülmekte olan uydurma veya kabulü imkansız rivayetler binlerle ifade edilecek kadar çoktur. Ancak uydurma veya problemli rivayetler sadece uydurma hadislere dair eserlerdekilerden ibaret değildir. En muteber olanları dahil hadis kaynaklarında uydurma rivayetlere rastlanabildiği gibi, tefsir, fıkıh, kelam ve bilhassa vaaz ve tasavvuf literatüründe de bol miktarda uydurma rivayete ya da Yahudi-Hıristiyan kültürüne hatta mitolojilere ait unsurlar hadis olarak sunulabilmiştir. Bu konularda Türkçede gayet değerli araştırmalar ve yapılmış çeviriler ülkemiz insanı için büyük bir şans sayılır.

"Bir hadis Kur'an'a sünnete akıl ve mantığa uymuyorsa uydurulmuştur" 

Bir hadisin uydurulmuş ya da sahih olduğunu anlamak için ne yapmak gerekiyor? 

Öncelikle kaynak sorgulaması yapmak gerekir. Kaldırılan "Nereden buldun yasası" gibi bu alanda "Nereden bildin?" yasasını uygulamaya koymak son derece önemlidir. Yazılı herhangi bir hadis kaynağında yer almayan hiçbir hadis olduğu iddia edilen bir söz veya rivayet, incelemek için dahi ciddiye alınamaz. Yazılı herhangi bir hadis kaynağında yer alması da tek başına yeterli değildir, ayrıca bu yazılı kaynaklardaki rivayetlerin mutlaka bir isnat (ravi zinciri) ile aktarılmış olması lazımdır. Bu da yeterli değildir, ayrıca bu ravi zincirinin kesintisiz ve ravilerin de güvenilir olması gerekir. Bu da yeterli değildir, kaynak, isnat ve ravi incelemesinden sağlam çıkan rivayetin içerik olarak Kur'an'a, sünnete ve diğer metin tenkidi ilkelerine aykırı düşmemesi de gerekir. Elbette bütün bunları uzmanlar tarafından yapılmış bilimsel araştırma-incelemeleri takip etmek suretiyle de çapraz kontrollere tabi tutmak gerekir. Ama özetle Kur'an'a sünnete akıl-mantık ve sağduyuya, genel ahlak ilkelerine vs. aykırı gibi görünen ve insanın aklını ve vicdanını tedirgin eden bir içerikte olan rivayetleri – hangi kaynakta olursa olsun- mutlaka araştırmak, uzmanlara danışmak isabetli olacaktır.

915758.png
Diyanet İşleri Başkanlığı, bazı ilahiyatçılar tarafından bile sert şekilde eleştiriliyor / Fotoğraf: AA



"DİB sünneti çağa taşımaya yapı itibarıyla müsait değil"

"Sünneti Çağa Taşımak" için Diyanet İşleri Başkanlığı'na ne tür görevler düşüyor? 

Mevcut yapısıyla ve zihniyetiyle DİB sünneti çağa taşımak gibi ulvi bir misyonu üstlenmeye birikim, zihniyet ve yapı itibariyle müsait değildir. Hatta bu misyona tam ters bir istikamette yol almakta olduğu dahi söylenebilir. Gırtlağına kadar siyasete batmış ve bir siyasi partinin şubesi gibi hareket eden siyasallaşmış DİB gibi bir teşkilatın nebevi modeli Müslüman olsun olmasın bütün toplumun ve insanlığın istifadesine sunması imkansızdır. 

DİB teşkilatının böyle bir hedefinin olduğunu söylemek için gereğinden fazla saf olmak gerekir. Nebevi paradigmayı bu çağa taşıyabilmek için başta bu toplumu kasıp kavuran kimlik politikaları, ayrımcılık, yolsuzluk, hukuksuzluk, adaletsizlik, eşitsizlik, baskıcılık, din istismarı, işsizlik, fakirlik, vergi adaletsizliği, israf, şatafat, rant ekonomisi, adil olmayan gelir dağılımı vb. toplumsal krizler konusunda başta devlet, iktidarlar, bürokrasi, sermaye, medya, sivil toplum vb. gibi aktörler ile genel olarak toplum karşısında eleştirel bir tutum takınabilecek bir DİB teşkilatı ortada olmadıkça "Sünneti Çağa Taşımak" resmi dini kurumlara değil tamamen sivil inisiyatiflere düşen bir görev olarak kalacaktır.

diyanet-dha-1_16_9_1619794104.jpeg
Kırbaşoğlu, İslam'ın bütün kaynaklarının ışığında hareketle gerçek dinin anlatılması gerektiğini dile getirdi / Fotoğraf: DİB Basın


"Ravileri tartışılmaz gören sınırlı bazı çevreler var" 

Kur'an'ın tahrif edilmeyeceğini Allah garanti ediyor. Hadisler için böyle bir şey yokken insanlar ve bilim adamları bunu neden özgürce tartışamıyor? 

Hadis rivayetlerinin tartışılamaz olduğunu sınırlı bazı çevreler dışında savunan olmadığı gibi, bu iddianın bilimsel bir temeli de yoktur. Nitekim hem geçmiş yüzyıllarda hem de çağdaş dönemde en muteber olduğu söylenenler dahil bütün hadis kaynakları ve bu kaynaklardaki hadis rivayetleri kesintisiz olarak asırlardır araştırma-inceleme, sorgulama- eleştiri konusu yapılmıştır, yapılmaktadır. Sanırım asıl mesele bunun bilimsel bir zihniyet ve metot dahilinde yapılmaması, aksine polemik ve spekülasyon konusu yapılması asırlardır bu tartışmaların sonuçsuz olarak sürmesine yol açmaktadır. Mamafih hadislerin tartışılamayacağı iddiasına rağmen İslam dünyasında ve İslam dünyası dışındaki ülkelerde harıl harıl ve hummalı bir biçimde sürdürülen hadis araştırmaları ve yapılan bilimsel yayınlar, bu iddianın sadece bir iddia olarak kaldığını ve kamuoyunun bu gibi iddiaları ciddiye almadığını yeterince gözler önüne sermektedir. Burada hassas olunması gereken nokta, rivayetlerin tartışılıp tartışılamayacağı meselesi olmamalı, aksine tartışmaların bilimsel zihniyet ve yöntem dahilinde yapılmasına özen gösterilmelidir.

"Kur'an'ı ikinci plana iten yaklaşımlar varlığını sürdürmeye devam edecektir" 

Kitabınızın kimi kısımlarında Hazreti Peygamberin mesajının sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için önemli olduğunu ifade ediyorsunuz. Peki, peygamberin tartışmasız herkes tarafından kabul gören sözleri ve hayat şekli nasıl insanlığına ulaştırılacak? 

Bunun en kestirme ve ideal yolu tabii ki nebevi paradigmaya, sünneti nebeviye gönül vermiş olanların rol model olarak ortaya çıkmaları, bu modeli uygulamalı olarak topluma sunmalarıdır. Bunun için bir yandan Müslüman olsun olmasın bu nebevi modeli önemseyenleri kuşatacak bir kavram olarak "Hılfu'l Fudul" mantığından hareketle ulusal, bölgesel ve küresel inisiyatifler şeklinde örgütlenmek, öte yandan İslam toplumlarında da nebevi paradigmadan mülhem siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel modeller geliştirmek, bu modellerin test edilerek verimli ve başarılı olduğunu gözler önüne sermek suretiyle olacaktır. Kısacası teori önemli olmakla birlikte, merkezde eylem ve uygulama yer alacaktır. Elbette bu idealin hayata aktarılmasında akademyanın, eğitim kurumlarının, medyanın, sivil toplum örgütlenmelerinin, sanatın oynayabileceği roller de olduğu unutulmamalıdır.

Kimi anlayışlar, peygamberin sözlerine Kur'an ayetlerinden daha fazla değer veriyor. Bunun önüne nasıl geçilebilir? 

Bu noktada Hz. Peygamber'i, peygamber yapan şeyin ve sünnet - modelinin varlık sebebinin Kur'an olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Hz. Ömer, Hz. Aişe, Hz. Ali, el-Hasen el-Basri, Amr b. Ubeyd, Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İsa b. Eban ve ed-Debbusi gibi pek sayısız İslam ulemasının benimsediği ve teorisini yaptığı - yazdığı Kur'an ve sünnet merkezli bir İslam anlayışı tarih içerisinde zayıflatılıp geriletildiği için şikayet konusu bu gibi hususların ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmiştir. Re'y ehli geleneği adı verilen bu damar güçlendirilip Hadis ehli denen damar ile denge konumuna getirilmedikçe dinin kurucu metni olan Kur'an'ı ikinci plana iten yaklaşımlar varlığını sürdürmeye devam edecektir.

793b69f4-19d4-40eb-9f7b-cc05f0a75b84.jpg
Hira Mağarası'na çıkan hacıların peygambere gösterdiği sevginin şirk olduğu ifade ediliyor Suudi Arabistan yetkilileri tarafından / Fotoğraf: Adem Demir



"İfrat ve tefrit yaşanıyor" 

Hacca giden herkes Suudi Arabistan yönetiminin Hazreti Peygamberin kabri başta olmak üzere onun gittiği yerlere asmış olduğu uyarı tabelalarıyla karşılaşıyor. Gerçekten Hazreti Peygambere gösterilen ilgi ve sevgide ifrat ve tefrite düşüldüğü oluyor mu? Bunun denge unsuru nedir?

Gerçekten de İslam ülkelerinden gelenlerin sergiledikleri bazı ifrata varan sevgi-saygı tezahürlerine mukabil Suudi Arabistan'da sergilenen tepkinin de tefrit noktasında olduğu söylenebilir. Burada denge Hz. Peygamber'e karşı sergilenecek asıl sevgi ve saygı gösterilerinin ve tezahürlerinin, onun cesedine, bedenine, kabrine, mescidine değil Müslümanlara ve bütün insanlığa bıraktığı büyük mirasa yani Kur'an'a saygı ve sevgi ile gerçekleşeceğini öncelikle vurgulamak gerekir. 

Elbette İslam'ın kurucu metni Kur'an'ın düşünce, inanç ve eylem planındaki ilk pilot uygulaması olan İslam'ın kurucu tecrübesi olarak nebevi model, paradigma ve izlenen yol anlamında nebevi sünnet de güncellenerek ve sürekli yeniden yorumlanarak, bu taze yorumlarla canlılığı ve dinamizmi korunarak sünneti çağa taşımak suretiyle bu sevgi ve saygı tezahürünün nesnesi olacaktır. 

Yoksa yaşanabilir ve sürdürülebilir bir şekilde sünnetin çağdaş bir yorumu ortaya konmadıkça, Resulullah'ın bedenine, cesedine, sakalına, elbiselerine, kılıcına, sandaletlerine, kabrine gösterilecek saygı ve sevgi, dahası bu konuda sergilenen ifrat ve tefrit sadece bir gösteriş, içeriksiz bir iddia ve daha vahimi olarak kalacak, daha vahimi bu yüzeysellik - sadece Müslümanların değil - bütün insanlığın maddi-manevi kurtuluşu için ilham kaynağı olması gereken bir peygamberin mirasını anlamamak, onun nebevi sünnetinin adeta kuşa çevirmek anlamına gelecektir ki, O'nun (sav) şahsına ve mirasına yapılabilecek bundan daha büyük bir sevgisizlik, saygısızlık ve kadir bilmezlik olmaz.


 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU