27 Mayıs ve üniversite

Rıfat Özcan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Kendi elimle kesip yâre verdiğim kalem, fetva-i hun-ı nahakkımı yazdı iptida

Nihat Erim


14 Mayıs 1950'de başlayıp 27 Mayıs 1960'da son bulan 10 yıl 13 günlük Demokrat Parti (DP) iktidarı Türkiye'nin birçok alanda değişiminin yaşandığı kurucu dönemlerden biri olmuştur.

Bu yazıda 1946 ile 60 arasındaki siyasal hayatın genel panoramasını çizdikten sonra 27 Mayıs'tan sonraki dönemde üniversite profesörlerinin sürece etkisini anlatacağım. 

DP'nin iktidara gelmesi kolay olmamış türlü engellemelerle karşılaşmışlardır. Öyle ki 14 Mayıs 1950 seçimlerini kendileri bile kazanacaklarını tahmin etmiyordu.

Tarihçi, yazar Cemil Koçak'a göre 1946 seçimlerindeki şaibelerden dolayı askerin içinde bile Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) karşı rahatsızlıklar söz konusuydu.

Bu isimlerin arasında Cemal Gürsel'den sonra Cumhurbaşkanı olacak olan Cevdet Sunay da vardı.


ABD tarzı bir anlayışla Cumhuriyetçiler, Demokratlar ikileminden esinlenerek Demokrat Parti adını alarak 1946 yılının ocak ayında Demokrat Parti kurulur.

DP kurulduktan sonra CHP tarafından hemen seçim kanunu değiştirilip baskın bir seçime gidilecektir. Seçimde türlü usulsüzlükler olacak tarihimizde "şaibeli seçim" olarak yerini alacaktır.

İlk seçimde TUİK verilerine göre DP 61 milletvekili kazanabilmiştir. DP'nin iddiası ise CHP'nin 186, kendilerinin de 279 milletvekili kazandıkları yönündedir.

İtirazlar bir sonuca bağlanamamış ve yeni dönem bu şekilde başlamıştır. Artık DP'nin ana amaçlarından biri seçim kanunun değiştirilmesidir.

Nitekim 1950 seçimlerinden de kısa süre önce 16 Şubat 1950'de seçim kanunu değiştirilmiş ve 14 Mayıs Seçimleri'ne değiştirilmiş kanunla girilmiştir.

CHP çoğunluk sistemini getirmek istemiş ama DP ise nispi temsilde ısrar etmiş olsa da CHP'nin istediği gibi kanun düzenlenmiştir. 

Bu sisteme göre bir seçim bölgesinde bir oy fazla alan kişi vekilliği kazanacaktı. Ayrıca 1876'dan beri çift dereceli olan seçim sistemi de tek dereceli sistem olarak 1946'da değiştirilmiş ve yeni kanunda benzer şekilde düzenlenmiştir.

Geniş halk kesimlerinin desteğine sahip olan partiler bu sistemde daha fazla vekil kazanacağını düşünen CHP bu sistemde diretmiştir. DP ise bunun kendileri için olumsuz sonuçlar doğuracağını düşünmüştür. 

CHP'nin sistemsel beklentisi gerçekleşmiş fakat destek oranları aleyhine dönmüştür. Bundan dolayı 14 Mayıs Seçimlerinde DP, oyların yüzde 55,2'sini alırken CHP ise oyların yüzde 39,6'sını alacaktı. 487 sandalyeli parlamentoda 416 milletvekili DP vekiliydi.

Öyle ki söz konusu seçim kanunun hazırlanmasında önemli bir rol oynayan Nihat Erim bile Kocaeli'nden vekil olarak seçilemeyecekti. Erim yazının başına da koyduğum şu veciz ifade ile  tepkisini dile getirmişti:

Kendi elimle kesip yâre verdiğim kalem, önce benim haksız yere öldürülme emrimi yazdı.


Seçimden sonra Celal Bayar Cumhurbaşkanı olmuş ve hemen Adnan Menderes'i de hükümeti kurması için görevlendirmiştir.

Bu durum siyasi tarihimiz açımızdan önemlidir. İlk defa seçimle iktidarın değişmesinden farklı olarak ilk defa Başbakan figürünün siyasetin belirleyicisi olduğu bir döneme de girmiş olduk.

Bu tarihten önce Cumhurbaşkanları siyasetin belirleyicisi iken 14 mayıs sonrası Başbakanlar siyasetin dümenini eline alacaklardır. Siyaset artık Başbakanlar üzerinden okunacaktı.

10 Ağustos 2014'te ilk defa halkın cumhurbaşkanı seçmesine kadar da aynı şekilde devam etmiştir. 2014 sonrası ise Başbakan'ın belirleyci konumu yerini Cumhurbaşkanı makamına bırakmış, siyaset Cumhurbaşkanı makamı üzerinden okunmuştur.

Başbakan'ın daha belirleyici figür olma durumunu sağlayan ise 1947'de DP'nin birinci kurultayında kabul edilen "Hürriyet Misakı"nın 3'üncü maddesinde yer alan "Devlet reisliği ve fiili parti reisliğinin bir zat uhdesinde birleşmeme esasının kabulü" ilkesidir.

Bu da Başbakan'ın ana aktör olduğu bir siyasi alanın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

1950 Seçimlerinden sonra DP 1954 ve 57 seçimlerini de kazanacaktır. Özellikle son dönemi ekonomik açıdan sıkıntılı geçmiş, siyasi gerilimlerin en üst safhada olduğu gelişmeler yaşanmıştır. 

1954'te bir grup subayın rahatsızlıklarından dolayı bir araya geldikleri bilinmektedir. Darbenin en azından 6 yıllık bir geçmişi vardır denilebilir.

1957 yılında 9 subay olayı ya da başka isimler aracılığı ile hükümete ulaştırılan darbe ihbarları dikkate alınmamış ve 27 Mayıs 1960'da cumhuriyet tarihimizin ilk darbesi, emir komuta zinciri içinde olmadan Alparslan Türkeş'in radyo konuşmasıyla halka duyurulmuştur.


27 Mayıs "destekçisi" ve "mağduru": Üniversite

28 Mayıs günüğ darbe başarılı olmuş, DP'liler tutuklanmış tüm ana hedefler başarılmıştı. O andan sonra darbenin lideri olan Cemal Madanoğlu'nun aklını şu soru kurcalıyordu:

Ülkeyi nasıl yöneteceklerdi, nasıl bir kurumsal yapı kuracaklardı?


Darbe gecesine kadar ellerinde hiçbir yazılı doküman dahi yoktu. Çünkü yıllar önce bu şekilde anlaşmışlardı. Darbe gecesi bile Madanoğlu acaba vaz mı geçsek diye düşünmüştü.

Her ne kadar bağıra bağıra gelen bir darbe olsa bile cuntanın plansızlıklarından dolayı şans eseri olmuş bir darbe gerçekleşmiştir.

İlk olarak darbe gecesi yazılı emirler yazıldı, haritalar üzerinde hedefler belirlendi. Darbe gecesini bile net olarak planlamayan bir ekibin darbe sonrasını planlaması beklenemezdi.

Nitekim öyle de olmuştu. Şimdi ise darbe sonrası ülkeyi nasıl yöneteceklerini düşünmeleri gerekiyordu.

Madanoğlu'nun aklına daha önce düşündüğü bir şeyi aniden gelecektir. Üniversite profesörlerini çağıracak onlarla beraber bu işi kotaracaktı.

Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Ragıp Sarıca, gibi isimlerin olduğu 7 isim Ankara'ya getirildi ve Madanoğlu ile görüştü. 

Madanoğlu'nun ifadesine göre "kendilerine sizin de arasında olacağınız bir kurucu meclis kuralım bunun için de Danıştay, Yargıtay ve Askeri Şura'nın olduğu bir meclis oluşturalım ve siz de yarına kadar hükümetinizi kurun biz de askeri geri çekelim" diyecektir.

Tam bu noktada aynı zamanda heyetin başkanı olan Sıddık Sami Onar söz alır ve darbenin 'devrim'e dönüştürülme süreci böylece başlamış olur.

Bu formülün yanlış olacağını söyleyen Onar, olması gerekenin askerin yasama yetkisini de içinde barındıran bir ihtilal komitesi kurup ülkeyi yönetmesi gerektiğidir.

Askerin darbeden iki gün sonra kışlasına dönme ihtimali varken 7 kişilik bu heyetin engeline takılmış olacaktı. Üniversite hocaları kışlaya dönmek isteyen askerlere gitme demişti.

Ve ardından 38 kişilik bir Milli Birlik Komitesi kurulur. Komitenin başına ise Cemal Gürsel getirilir. Gürsel, hocalardan yeni bir anayasa yapılmasını ister.

Yasama ve Yürütme MBK'nın elindedir. Sivillerden oluşan bir teknisyen hükümetini de Gürsel kurar.

Sonuç olarak MBK, hükümet ve hocalardan oluşan bir heyet olmak üzere 3 farklı kurul ortaya çıkmış olur. En başta da Başbakan olan Cemal Gürsel vardır.


Orgeneral Gürsel, kuruldan 27 Mayıs'ın meşru olduğuna dair bir bildiri yayımlamasını profesörlerden talep eder.

Tevfik Çavdar'ın "Türkiye'nin Demokrasi Tarihi" kitabına göre, kurul bildirisinde, 27 Mayıs'ın, "meşru ve sosyal nizamı yeniden kurma ihtiyacının bir neticesi olduğu"na işaret etti.

Aynı gün Orgeneral Gürsel başkanlığında hükümetin de kurulduğu ifade edildi. İlerleyen yıllarda, açıklanan kabinede 14 sivil ve 3 askerin bulunması, 27 Mayıs'ın "askeri darbe"den ziyade "halkın talebi doğrultusunda gerçekleşen bir müdahale" olduğu izlenimini vererek, müdahaleye meşruiyet kazandırma arayışının bir parçası olduğu yorumlarına neden oldu.

Bütün bunlar, ilk günden 27 Mayısçıların meşruiyet krizi yaşadıkları ve bunu aşma yoluna gittiklerini göstermektedir.

Gürsel daha sonra DP'lilerin yargılanmayacağını ve 3 ay sonra seçimlerin yapılacağı sözünü verir. Erken seçim için ise komite içinde farklı düşünceler vardı.

Yönetimin direkt CHP'ye bırakılması demek olduğunu söyleyenler olduğu gibi DP'lilerin yargılanmadan yeni yönetime geçilmemesini isteyenler de vardı. 

Hocalardan oluşan heyet yine gidişatı değiştiren ikinci bir dokunuşu yaparlar. Bunun bir darbe değil, meşruiyeti kaybetmiş bir hükümete karşı yapılmış bir devrim olarak görüş bildirirler.

Sıddık Sami Onar, DP'li milletvekillerinin hepsinin anayasa suçlusu olduğu ve yargılanması gerektiğini söyler. Asker yargılanmaların sınırlı olması gerektiğini düşünmüş hatta darbe gecesinde Madanoğlu tutukluların çoğunu o gece bırakmıştı.

Gelen itirazlar üzerine tüm serbest bırakılanlar hocaların telkini ile tek tek tutuklanırlar.


Darbeyi yapanlar DP'li milletvekillerinin İsviçre'de bir müddet kalması için sürgüne gönderileceğini daha sonra dönmelerinin konuşulduğunu söyler.

Hatta Dışişleri'ne bunun için planlama yapılması için direktif dahi verilmişti. Hocalar heyeti, darbenin meşruiyeti için bu isimlerin yargılanması gerektiğini ve suçlu olduklarının tescil edilmesi gerekliliğini vurgulayacaklardır.

Bundan sonra artık mahkemelerin kurulacağı Yassıada Süreci de böylece başlamış olur.


Celal Bayar ve Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu gibi isimlerin de aralarında olduğu DP'liler adaya getirilir. 

10 yıllık iktidar mensuplarının toplandığı adada, Milli Birlik Komitesi tarafından  çıkarılan bir numaralı yasa ile darbenin yasal dayanağı oluşturulur.

1924 anayasası feshedilir, Cemal Gürsel  ise devlet başkanı olur. Ayrıca bir ihtilal mahkemesi de geçmiş iktidarı yargılamak için görevlendirilir.

Görüldüğü üzere hocalar heyetinin bu iki etkisi süreci çok başka bir yöne çevirmiştir. Askerin içinde olmadığı sivil bir hükümet kurulabilmesinin akabinde seçimlere gidilmesinin önüne geçilmiş, DP'lilerin yargılanmasının önünü açarak Yassıada'da yaşanan acı günlere zemin hazırlamıştır. 


21 yıl yürürlükte kalacak ve "Türkiye'nin en demokratik anayasası" diye nitelendirilen ama aslında askeri vesayetin kurumlarını oluşturan 1961 Darbe anayasasının yazımında da profesörler kurulu etkin rol almışlardır.

Demokratik olarak anılan hakların aslında darbenin toplumsal meşruiyetinin eksikliğinden dolayı bir meşruiyet aracı olarak anayasaya konulduğunu söyleyebiliriz ve bir önceki seçim döneminde yüzde 50 civarında oy almış olan kesimin temsilcilerinin olmadığı bir anayasa ne kadar kapsayıcı ve demokratik olabilir ki?  

Sonraki dönemlerde de bir pişmanlıklarına dair bir emare göremezken 80 darbesine ise karşı çıkışlar söz konusudur.

Dolayısıyla "iyi darbe" ve "kötü darbe" ayrımı bu konuda bazı aydınlarımız için çok nettir.
 


Tarık Zafer Tunaya'nın öğrencilerinden olan Mehmet Öznur Alkan'a bu durumu sorduğum zaman Tunaya'nın ilk dönemlerinde DP'ye yakın yayın mecralarında yazdığını ve darbeden sonra sivil siyasete geçişi isteyen isimlerden olduğunu belirtmişti.

Daha sonra ise 147'liklerden biri olarak üniversiteden uzaklaştırıldığını kaydetmişti.

Tunaya 1979 yılında İstanbul  Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni  kuracaktır. Tunaya'nın adını taşıyan bir amfi ve karşısında heyetin başkanı olan Sıddık Sami Onar'ın amfisi ve Ragıp Sarıca'nın amfisi günümüzde de  mevcuttur.

Cemil Koçak, üniversite tasfiyeleri ile ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

DP'nin üniversite üzerindeki baskısından şikayetçi olanlar; 27 Mayıs'ı hürriyet aşkıyla destekleyenler; üniversite tasfiyesi ile şaşkına dönmüşlerdi.

27 Mayıscıların diğer bir girişimi üniversite reformuydu. Reform lafın gelişi, Türkiye'de üniversite tarihinde reform kelimesi, üniversite tasfiyesi ile eş anlamlı hale gelmişti. İttihatçılar, zamanında itilafçıları atmışlardı, 1933'te inkılapçılar, rejime ayak uyduramayanları attılar.

1940'ların ikinci yarısında da CHP'liler solcu üniversite hocaları atmıştı. Vakit, 27 Mayıs'a geldiğinde üniversitede pek işe yaramadığını düşündükleri hocaları attılar. Hem de özel bir yasa ile.


Hülasa, başta üniversitenin desteklediği darbe, sonunda onları da vurmuştu, tasfiye sırası onlara da gelmişti.

147'lerin bazıları darbeyi desteklemedikleri bazıları da fikir ayrılıklarından dolayı tasfiye edildiği söylenebilse de onlar için çıkarılmış özel yasada hiçbir neden belirtilmiyordu.

Ortak bir siyasi görüşten oluşan isimler değillerdi. İster istemez ortada şaiyalar dolaşıyordu. 

147'lerden bazı isimler: Tarık Zafer Tunaya, Sabahattin Eyüpoğlu, Yavuz Abadan, Anıtkabir proje yarışmasını kazanan mimar Emin Onat, Mina Urgan, Haldun Taner, 

Ayrıca Sosyolog Hilmi Ziya Ülken ise ilahiyat fakültesine nakledilir.

 

 

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Cemil Koçak, Darbeler Tarihi
  2. Türkiye'nin 1950'li Yılları, Mete Kaan Kaynar
  3. Rürkiye'nin 1960'lı Yılları, Mete Kaan Kaynar
  4. Tevfik Çavdar'ın "Türkiye'nin Demokrasi Tarihi"
  5. Kısa Türkiye Tarihi, Kemal H.Karpat

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU