Yeni dünya düzeni tartışmaları (1)

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Joe Biden, ABD Başkanlığına aday olduktan sonra tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çok önemli tartışmalar başladı. Bu tartışmalar çerçevesinde konunun uzmanı olsun olmasın hemen herkes kendince yorumlar yapmaya başladı.

Biden seçildikten sonra ise bu yorum ve tartışmalar daha da yoğunluk kazandı. Özellikle Türkiye'de AK Parti iktidarına muhalif çevreler, seçimi Biden değil de sanki kendileri kazanmış gibi sevinç gösterilerinde bulundular.

Onlara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan'a olan karşıtlığını açık ve net bir şekilde sergilemekten çekinmeyen Biden, Erdoğan ve Türkiye'yi sıkıştıracak ve çaresiz kalan iktidar da ya bırakıp gitmek zorunda kalacak veya ilk seçimde alaşağı edilecekti.

Böylece; Türkiye'deki ekonomik dengeleri allak bullak eden, her türlü hukuk ihlalinden çekinmeyen, yolsuzluk ve kayırmacılıkta sınır tanımayan, Libya, Azerbaycan, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Suriye ve Irak'ta maceradan maceraya koşan iktidardan da kurtulunacaktı.

Türkiye'nin iyi yönetilemediği, iç ve dış dengelerin alabora olduğu, Kürt meselesinden, Alevi sorununa, ekonomiden eğitim sistemine kadar yığınla sorunun çözüm beklediği aklı başında hemen herkesin ortak kanısı.

Ancak Türkiye'de ve bölgede olup bitenleri sadece AK Parti ve onun lider kadrolarının yanlışlıkları, aymazlık ve 'çılgınlıkları' ile izah etmek oldukça eksik ve basit bir yaklaşım!

Tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nın Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtının bir Sırp tarafından öldürüldüğü için, İkinci Dünya Savaşı'nın ise çılgın bir Alman nasyonalisti olan Hitlerin manyaklığı nedeniyle çıktığını iddia etmek gibi; dibi, derinliği olmayan bir yaklaşım!

Türkiye'de, 1923'ten 1950'ye kadar halkı mengeneye alan tek parti diktatörlüğünün İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden hemen sonra aniden çok partili hayata geçme kararı alması ve yılların 'Milli Şef'i İsmet İnönü'nün iktidarı kazasız belasız eski 'çömezlerine' devretmesini de sadece onun 'demokratlığına' ve halkın CHP'ye karşı galeyan seviyesindeki tepkisine bağlamak gibi bir yaklaşım!

Bugün olan bitenleri de birçok 'anlı şanlı' aydın ve siyasetçi ne yazık ki aynı aymazlık ve basitlikle ele alıyor, dünyada ve Türkiye'de olup bitenleri anlamamakta direniyor.

Demokrasi, hak, hukuk, özgürlük, eşitlik, adalet… gibi kavramlar ise maalesef layık olmayan ağızlarda sakız gibi çiğnenerek çürütülüyor.

Dünyaya özgürlük ve demokrasi dersi verme iddiasındaki Fransa, daha birkaç gün önce eli kanlı bir darbeci olan Mısır diktatörü Sisi'ye Fransa'nın en önemli nişanlarından birini veriyor; kendi elçiliğinde insan doğrayan Suudi Arabistan rejimi ve veliahdı MBS, ABD tarafından baş tacı ediliyor. 

Çıkarlar söz konusu olduğunda tüm kutsallar çöpe atılıyor. 

Bizim aklı evvellerin hiç biri;

"Yahu bu Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin ikisi de Arap; dinleri, dilleri ve meşrepleri, daha da ötesi siyasi rejimleri bile aynı. Birbirlerine komşu bu 'Aşiret Devletleri' ne oldu da birbirlerine düşman oldular? 

BAE ülkesindeki tüm Katarlıları neden bir gecede sınır dışı etti?

BAE İsrail'i candan desteklerken Katar neden İhvan-ı Müslimin'e kucak açıyor, ülkesinde barındırıyor, destekliyor?

Gurbetteki bir yakınınıza gönderdiğiniz 100 dolar bile ABD üzerinden havale işlemi görüyorken küçücük Katar kamyon kamyon Dolarları hangi yollarla, hangi izin ve cesaretle Türkiye'ye getirebiliyor?"

Bizim ultra entelektüel siyasilerimiz bütün olup bitenleri genç Katar Emirinin İstanbul ve Tayyip Erdoğan 'aşkı' ile izah ediyorlar, derin analizlerde bulunuyorlar!

Bugün elinize bir simit veya kestane tezgahı alarak Taksim Meydanı'na çıkmaya kalksanız daha meydana girmeden bir yandan zabıtadan, bir yandan da simit ve kestane 'mafyasından' bir araba dayak yersiniz!

"Türkiye, tek başına Akdeniz'in yarısını geçerek Libya'ya dostsuz ve desteksiz nasıl koca bir ordu çıkarabiliyor, Umman'a ve Somali'ye nasıl üsler açabiliyor?" diye sormuyor.

Sadede gelecek olursak;

Bu 'işleri' bildiklerini iddia edenlerin analizlerine göre dünya bugün iki kutba ayrılmış durumda.

Bir yanda, başını ABD ve Avrupa Birliği ikilisini çektiği, daha kısa bir ifade ile Washington-Berlin ortaklığı; diğer yanda ise içinde Türkiye'nin de bulunduğu perde gerisinde İngiltere'nin (küresel sermayenin) liderliğindeki Rusya-Çin-İran ekseni.

Yine daha kısa bir tanımlamayla 'Yeni İpek Yolu Konsorsiyumu'

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD-AB ortaklığının en yılmaz ve kararlı takipçisi olan Türkiye ne oldu da başka denizlere yelken açtı?

Ne oldu da eski dostlar birbirlerine açıktan meydan okuyan 'düşmanlar' en azından rakipler haline geldi?

Bu soruların daha derin ve ayrıntılı cevaplarına ulaşmak isteyenler '3. Cumhuriyet'e Doğru' kitabıma başvurabilirler!

Benim burada kısaca anlatmak istediğim yaşadığımız olayların salt 'hak, hukuk, adalet…' gibi davalarla ilintili olmadığı.

Türkiye'nin yüzü en azından 200 yıldır Batı'ya doğru. 1923'te kurulan yeni cumhuriyetin yönü de öyle.

Ancak 'Büyük Ortadoğu Projesi' ve Arap Baharı sonrası yaşananlar tüm İslam ülkeleri ve Türkiye için tam anlamıyla bir 'şok' oldu.

Tüm bölgeye demokrasi ve refah getireceğini vadeden Batılılar bölgeyi tam anlamıyla bir kaosa, sonu belirsiz bir kavga ve yoksulluğa terk ettiler.

'Demokrasi' ve 'refah' yerine ise eskisinden bin beter diktatörlükler, sürgün, hapis, işkence, zulüm ve ölümler geldi.

Bu kargaşa ve karmaşada en rahat eden İsrail oldu!

Türkiye'ye ve AK Parti iktidarına gelecek olursak;

Açıkça ve bizzat yaşanılarak görüldü ki başta lider kadroları olmak üzere hiç biri iktidarda bulundukları uzun yıllar boyunca dünya siyaseti ve düzeni ile dünyadaki derin stratejilerle ilgili vasat bir okumada bile bulunamadı.

Hırçın ve dalgalı bir denizde rotasız ve dümensiz bir taka gibi bir o yana bir bu yana savrulup durdular.

Halen de el yordamıyla ve deneme sınama yöntemiyle bir yol tutturmaya çalışıyorlar.

ABD-AB ortaklığının en büyük rahatsızlığı ise ne Türkiye'nin kötü yönetilmesi ve ne de hak hukuk ihlalleri.

En büyük rahatsızlıkları 100 yıllık 'itaatten' sonra hacir altındaki Türkiye'nin artık bölgesel ve müdahil bir aktör haline gelmek istemesi.

Kısacık bir makaleye bütün görüş ve analizleri sığdırmak mümkün değil.

Kısaca özetlemek gerekirse;

  1. Futbol takımı tutar gibi ABD-AB veya İngiltere, Çin, Rusya ekseninde yer almak; kayıtsız şartsız bir tarafı tutmak doğru değil.

    Esas olan Türkiye'nin öncelikleri ve bu blokların Türkiye'ye ve bölge halklarına yaklaşımları; çözüm ve barış mı, yoksa kaos ve savaş mı istedikleri. 

    ABD ve AB'nin özellikle son yıllardaki bölgeye yaklaşımları asla 'iyi niyetli' değil. Eğer tekrar Türkiye'yi kazanmak istiyorlarsa illa Tayyip Erdoğan'ı 'göndermekten' önce bölge politikalarını değiştirmeleri gerekiyor.

    Yoksa kim gelirse gelsin bölgeyi çatışma ve kaosa götürecek politikalara uşaklık ederek 'hainlik' yapmaz/ yapamaz!
     
  2. Türkiye'nin 100 yıl önce üzerine cebren (mecburen de diyebilirsiniz) giydirilen (veya giymek zorunda kaldığı) 'deli gömleğini' çıkarmak istemesi ve bölgesel bir aktör olmak istemesi doğruluktan da öte bir mecburiyet.
     
  3. Tartışılması gereken Kürt meselesinden, Alevi, Şii, Ezidi politikalarına; bölgesel ekonomik ve kültürel entegrasyondan, Arap Dünyası ile ilişkilerine kadar bunun nasıl ve hangi parametrelerle olması gerektiği. 
     
  4. Türkiye'nin, dengeler gereği İngiltere, Rusya ve Çin bloğuna yaklaşırken rejimini de Rusya, Çin ve İran'a benzetmemesi.
     
  5. Dış dengeler ne olursa olsun kendi ülkesinde, Türkiye içinde; kendi halkına karşı din, dil, mezhep ve sınıf farkı gözetmeksizin adil, şeffaf, yolsuzluk, hırsızlık ve kayırmacılıktan uzak, sorgulanabilir ve denetlenebilir bir demokratik yönetim kurması.

Esas önemli olan da bu. 

Hiçbir şekilde 'beka' meselesi zulüm, haksızlık, yolsuzluk ve totaliterliğe alet edilemez.

Devam edeceğiz

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU