Bir hayal uğruna… Araçsallaşan din, tarih ve halk

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye yaşanılır bir ülke olmaktan çıktı adeta.  

Bu süreci yaşatan iktidar güçlerinin ve kendine "devletli" şanı atfeden külli yüzlerin maalesef tarihsel bir arka plan hayali de var.

Yeni Osmanlıcı, Yeni İttihatçı hayali bu…

Ortadoğu'da Osmanlı ecdatlarının kılıçla kazanılmış ama kılıçla da kaybedilmiş topraklar üzerinde "tarihsel haklar" hayali bu…

21'nci yüzyılda, modern zamanlarda 19'ncu yüzyıl merkezi-feodal Osmanlı İmparatorluğu'nu güncelleştirme hayali bu…

 
Devlet ve İslam  

Genelde feodalizmin ideolojisi dindi. Hayali kurulan merkezi-feodal Osmanlı İmparatorluğu'nun da ideolojisi dindi.

Ama her feodal devlet gibi din, yani İslam araçsallaşmıştı.

İlk belirtileri Dört Halife döneminde görülen İslam'ı araçsallaştırma, Muaviye ve Emeviler döneminde tamamlanmış, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı Devletleri üzerinden sonuna kadar İslam, devlet dini olmuş ve araçsallaşmıştı.

Araçsallaşan İslam ve onun değişik yorumları olarak aldığı mezhep vb. biçimler, devlet ricalinin sağladığı olanaklarla beslenip büyürken, bunun dışında kalanların payına çoğu kez kılıç düşmüştü Zahiri- Batıni mezhepler olarak kavramsallaşan ikilik böylece doğmuş, kanlı çatışmalar eşliğinde amip gibi bölünmeler, İslam'ın var olduğu bütün coğrafyaya, özellikle Ortadoğu'ya yayılmıştı.


Mümkünü olan bir hayal (mi?)  

Yeni Osmanlıcı iktidar güçlerinin, dine yaklaşımı farkı değildi: Sünni-Türk İslam'ı araçsallaştırmak.

Nitekim Sünni-Türk İslam'ı devlet yapısına hâkim oldu diyebiliriz.

Öyleyse şöyle soralım;

Mesele tek başına AK Parti mi? Devlet kim?

Cumhurbaşkanı ve etrafındaki önde gelen her AK Parti'li ya da MHP Genel Başkanı, adeta devletin cisimleşmiş ifadesiymiş gibi bir tutum içindeler, bu gerçek mi?

Kanaatimce Kürt meselesi, Cumhurbaşkanı'nı ve AK Parti'yi sarstı, ipi kopardı…

Cumhurbaşkanı ve AK Parti üzerinden, İslamcılar sistem içine çekildiler.

Devletin inanç boyutundaki aksaklıkları ve eksiklikleri kendince giderildi.

Devletin İslamcılarla olan 70 yıllık kavgası bitti biçiminde bir görüntü veriliyor. 

70 yıllık kavgadan sonra İslamcıların ve İslamcı tarikatların devletle olan sorunları halledilmiş gibi...

Üstelik düzen muhaliflerine ama özellikle Kürtlere karşı devlete iltihak ettikleri çok açık. Gerçi muhalefete karşı rolleri hep böyleydi ya!

Aslında İslamcıların yüzünü devlete dönmesi yeni değildi.

1950'lerde kendilerinin ifadesiyle "Üstat" Necip Fazıl Kısakürek, devletle ve hükümetle iç içe idi.

1960'larda Komünizmle Mücadele Derneği ve F. Gülen hareketi devlet desteği ile büyüyecekti.

Özal kardeşleri devlet katına gönderen ve şimdi hayatta olmayan Mehmet Zahit Kotku ve diğerleri de vardı.

Yeni Asya gazetesi çevresinden Nurcu Mehmet Kırkıncı, 12 Eylül Darbe şefi Kenan Evren'e İslam-Türk sentezini anlatandı. Hala etkilidir.

O yıllardan başlayarak Hasan El Benna'nın, Seyyid Kutub'un kitapları Harp Okulu'na, Polis Akademilerine, yani devlete girdi.

Toplumun İslamcı-Türk milliyetçiliğe, milliyetçiliğin İslami köklere doğru "evrimi" inşa ediliyordu.

Yeni Osmanlıcı ve Yeni İttihatçı hayali, bütün bu üstü örtük örülen sürecin ürünüydü.

Ancak devlet tornasından geçerken öğütülme ve ehlileşme ile kapitalizmin nimetlerinin ruhları kirletme, vicdanları soğutma, hakka ve adalete yabancılaşma gibi sonuçları vardı.

Bütün bu gelişmelerle beraber gelinen noktada, İslam adına yaşananlardan ciddi bir şekilde rahatsız olan Müslümanlar, Müslüman muhafazakârlar da var olacaktı.

Bu, inancını yaşayan Müslümanlarla, İslamcılık ayrımını zorunlu kılıyor.

Yeni nesillerde de ciddi kopuşlar var: Y, Z kuşağı diye adlandırılan kuşaklar, Deizm diye adlandırılan akıma kayışlar bunun ilk elde göze çarpanları.

Osmanlı İmparatorluğu'nun kılıçla aldığı ama kılıçla da kaybettiği diyarlara 'tarihsel haklar' argümanı üzerinden güç sahibi olmak için girildiyse de tutmuyor, oralardan dönüş yolları uzak bir ihtimal değil…

Savaşacak, ölecek çok insan var; ama bunun ekonomik götürüsü çok fazla… Kalıcı bir çözüm bulunmazsa şayet, oralarda varlığını sürdürecek olanakların dibe vurduğu bir gerçek.


Çözüm halkta…

Doğru, üst sınıflar, varlıklılar rahat, bir şekilde işlerini yürütüyorlar, keyiflerini bozacak bir problemleri yok…

Ya aşağı sınıflar, işçiler, yoksul köylüler, kent yoksulları, işsizler, açlar, çaresizler… Ya gençler, kadınlar, esnaflar…
 

--.jpg
Fotoğraf: Unsplash


"Ecdatların mirası dış topraklar" söylemiyle, dinle, milliyetçilikle, algı yönetimleriyle, manipülasyonlarla, korku ve kaygı besleyen güvenlikçi politikalarla devlet-halk ilişkileri şimdilik belli bir dengede tutuluyor.

Tamam…  

Ama…  Bu pasifikasyon döneminin eseri geçici durum, bu suni denge hali nereye kadar sürecek?

Gerçi dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, "İtaat et, rahat et" demişti ama 'itaat' edenler de rahat etmedi, etmiyor da...

Çözüm halkta, halkın haklarını bilen bir noktadan eşit yurttaş bilinciyle, demokratik, özgürlükçü, adalet değerleri etrafında birleşik iradesinde…


Sözün özü: Gücün hukuku mu, halkın gücü mü?

Bakmayın siz "havanın kurşun gibi ağır" olduğuna...

Özgürlük ateşi aslında hiç sönmedi.

Yüreklere çöken külleri savura savura gelen özgürlük şarkıcılarını bekliyor.

Küçük bir azınlığın, büyük çoğunluğa boyun eğmesi, çoğunlukçu yönetime itiraz edememesi, bir yerde anlaşılır.

Ama halkın yarısının, hatta yarısından çoğunun düşüşe geçmiş bir iktidar gücü önünde diz çökmesi, itiraz edememesi, tepki gösterememesi anlaşılır gibi değildir.

Tarihi gerçeklerin kanıtladığı, çoğunlukçu iktidarların azınlığa düştükçe korkunun esiri oldukları, hakkın ve haklının hukukunu unuttukları, gücün hukukuna dayandıkları, bunun korkaklığın ters yüz edilmiş şekli olduğudur.  

Gücün hukuku korkakların hukukudur!

Mesele halktır.

Halk bir kez zincirli hürriyetinden kurtulma kararını verirse, eğer boynuna vurulan zincirlere karşı kaderci bir düşüncenin rijit kalıpları içinden tevekkül göstermezse, onu halk yapan değerlere, demokrasiye, özgürlüğe, adalete ve onuruna kavuşabilir.

Bu mümkündür!
 

2-.jpg
Fotoğraf: Twitter


Yeter ki zincirli hürriyetin benliğinde ve bilincinde yarattığı o tahrip edici, o insani olmayan yükün ağırlığını taşıyamaz hale gelsin.

Yeter ki insanlığını, özgürlüğünü ve onurunu kazanmak için bir karar versin.

Yeter ki birleşik ve sağlam bir irade kazansın.

İşte o zaman özgürlük olmadan insani özelliklerle var olamayacağını anlayacaktır!

İşte o zaman karşı durduğunda değil gücün hukuku, hiçbir iktidar gücünün halk gücü önünde duramayacağını kendi deneyimiyle görüp öğrenecektir!  

İşte o zaman itiraz ettiğinde gücün ve güçlünün hukukunun çatırdadığını, temellerinin ne kadar zayıf olduğunu kendi deneyimiyle yaşayarak görecektir.

Asya/Ortadoğu toplumlarında halk o kadar biçildi ki, zincirli hürriyetler adasının yitip gitmemesi için, tarihin "işte insan!" dediği insanın, çoğu kez bir tek insanın özgürlük ateşini yakması gerekiyor.

Özgürlük ateşi bir kez yakılmaya görsün, kısa zamanda ada halkı ateşi harlamaya, ateşin etrafında özgürlük şarkılarını söylemeye koşacaktır.

Bakmayın siz "havanın kurşun gibi ağır" olduğuna...

Özgürlük ateşi aslında hiç sönmedi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU