Muhtemelen 12 bin yıl önce Göbeklitepe'de yaşayanlar, kışın şiddetine yazın sıcak ve kuraklığına bakmadan her gün iaşe temini için çabaladı. Yaşadıkları doğanın dinamikleri içinde tüm devinimlere göre konumlanarak evrildiler.
12 bin yıl sonra onların hangi dili konuştukları, hangi millete ve dine mensup oldukları ile ilgilenilmedi. Göbeklitepe'yi ortaya çıkartan Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt, o dönemin yaşam biçimini ve ekonomik faaliyetlerini ispatlayarak, tarihin başlangıç noktasını revize etti.
Yaşamın dozu, şekli, tadı, kokusu değişse de hayat tarzı ve ekonomi öneminden hiçbir şey kaybetmedi. İnsanlık, tarihi yürüyüşünde dönüm kavşakları sayılan; avcılık-toplayıcılık, tarım, sanayi, enerji, teknoloji gibi iktisadın dönüm noktalarına göre yön değiştirdi.
Müstakil iktisadi yapılar tükenirken global ekonomik sistem, kontrolü belli güç noktalarına teslim etti.
Günümüz küresel ekonominin arterlerini ABD, ellerinden bırakmak istemiyor. Geleceğin Göbeklitepelerinden biri de ABD olacağı söylenebilir.
2020'de New York'ta yaşayanlar ırkçılığın şiddetine pandeminin kusan ölümüne bakmadan iaşe temini içindeler.
Donald Trump, ulusal ve global düzeyde politikalarını ekonomi ekseni üzerinde geliştirmektedir. Kendi ülkesine güçlü bir ekonomi vadederken bazı ülkeleri ekonomik tehdit ve uygulamalar ile terbiye etmektedir.
Her coğrafyada koşullar ayrışsa da "hayat devam ediyor…"
Küresel ısınma ile ilgilenen bilim çevresi; sanayi öncesi döneme göre ortalama sıcaklık artışının 1,5 derecede durdurulması gerektiğini, 2019 yılının sanayi öncesi döneme göre 1,1 derece daha sıcak olduğunu anlatmaya çalıştı.
Buna bağlı gerçekleşen orman yangınları, seller, kuraklık günlük haberlerden sayılmaya başlandı.
2019 yılı içinde Türkiye ve yakın çevresinde 4 ve üzeri şiddetinde yaşanan 176 depremden birçoğu haber bile olmadı.
Ağustos 2020 itibarıyla Kovid-19 salgınından ölenlerin sayısı 800 bin kişiye dayandı. Duyumlarla başlayan Kovid-19 bulaşları yakın çevreye ulaştı.
Salgın ile ilgili alınan tedbirlerin ekonomik faaliyetleri yavaşlatması korona virüsüne aktüel hayatın içinde konum sağladı.
Devasa görünen bu sorunların kendisi değil ekonomide bıraktığı hasar gündemi daha çok meşgul etti.
Yakın ve uzak çevremizde elbette müspet ortamlar var, olumlu gelişmeler umutları besliyor. Toplumsal kodlarımız tescillenmiş sosyal davranış kurallarımızı her daim önümüze sürüyor.
Ters giden çok şey olmalı ki azalan/az kalan iyilerden daha fazla yanlışlar tartışılıyor. Yaptıklarını yapacaklarını anlatan resmi ağızlar bir sinerji yaratmıyor.
Sivil kulislerin gündeminde kaygılar var… Kültürde yozlaşma, ahlakta erime, sağlıkta endişe, eğitimde belirsizlik, siyasi yobazlık, illa da ekonomi… İyi gitmeyen ne de çok şey var.
Yabancısı olduğumuz kültüre ait olmadığımızı biliyoruz. Satın alarak kullandığımız bu kültürün bize sahiplenmesini de kabulleniyoruz.
Sahiplenen kültür, talep ve beklentilerini emrivaki dikte ederek gerçekleştiriyor. Bu kültürün burjuvası, proletaryası, mühendisleri, sanatçıları, avukatları boş durmuyor.
Bizi ötekilerden ayıran kültürel değerler kısa sürede folklorik dünyamızda hapis kalıyor. Kültürleşme(?) tane tane, açık bir şekilde değil toptan ve karmaşık bir şekilde içselleşiyor.
Empoze edilmek istenen kültür; film, reklam ve görsellerin içinde kısa sürede herkese ulaşabiliyor. Üretmek için deli gibi çalışmak yerine tüketmek için çılgınlaşan yaşam tarzı, kadim kültürün yerini alıyor.
Dünün ahlaki değerleri sloganlarda kalmaya başladı. Herkes için ekonomik değerlerin ön sıralara gelmesi, sınır tanımaz haz talepleri, iyi ve kötüyü ayrıştıran kriterlerin azalması ahlaki bir yolsuzluğu doğurdu.
Gün içinde "kazanmak" uğruna her hileyi mubah sayan zihniyet, yanlışlarını piyasanın şartlarına bağladı. Ahlaki yolsuzluğun oluşturduğu tahribat yeni paradigmalarla onarılıyor.
Ahlaki mirası muhafaza edecek bir depomuz var mı?
Gelişen sağlık endüstrisi, ulaştığı teknoloji, ürettiği ilaç, kullandığı alt yapının haklı gururunu yaşamaktadır. Kaliteli bir yaşam için sağlık bütçesi önemli bir yer tutmaktadır.
Söz konusu "insan sağlığı" olsa bile ekonomik rant acımasız hikayelerle doludur. Her hastalık beraberinde yoğun bir piyasa oluştururken Kovid-19 bireyden devlete tüm ekonomileri sarsmaktadır.
Kovid-19'un insan metabolizmasında bıraktığı hasar, kontrol altına alınan hastalıkları da ölümcül hale getirmiştir.
Salgının, çoğu insana bulaşması kaçınılmaz gibi görünüyor. Başta yaşlıları, zayıfları ve kronik hastaları hayattan koparması uzun ve kaliteli yaşama hayallerini azaltmıştır.
Zamanın gerisinde kalma endişesi her ölçekte eğitimi önemli hale getirmiştir. Rutin ve standart düzeyde eğitim, fark yaratmamaktadır.
Eğitime bütçe ayırabilenlerin arayışı, eğitimde ekonomik bir sektör oluşturmuştur. Gerçek şu ki; eğitimin bu denli yaygınlaştığı ve ilerlediği bir çağ olmamıştır.
Eğitim yoğunluğu ile başarı oranı arasında önemli bir makas aralığı bulunmaktadır. Tanısı bilinen bu rahatsızlık ilginç bir şekilde alakasız tedavi yöntemlerine maruz kalmaktadır.
Anlaşılan herkes bir şeyler yaptığını göstererek, aldatıp tatmin olmaya çalışıyor. Çölleşen eğitim sahrasında sadece vahalar umut veriyor.
İbni Haldun; devletin iki kurucu unsurundan birini "ekonomi" olarak tanımlar. Ekonominin zayıflaması neticesinde aczin doğacağını açıkça belirtir.
Devleti organizmaya benzeterek, yaşlandırıp sonlandırır. "Devletin ömrü ve kudreti ekonomik gücü ile doğru orantılıdır" der.
Bunu bilen zümreler ekonomik vaatler ile iktidarı alır. Aydın ve idealist yöneticiler toplumun bitmek bilmez beklentileri karşılığında yobaz uygulamalarla sıyrılmaya çalışır.
Yobaz kavramı dini terminolojide kullanılsa da her sokağın, her mahallenin yobaz gürültüsü, adaleti ve hukuku parçalar.
Yobaz gürültüsü; edebi lisana sahip arifleri sıradanlaştırır. Mevcut güce saygıya zorlanan entelektüeller, endişelerini ironik bir konuşma dili ile formüle eder.
Liderliği bırakıp başat olmaya çalışmak, siyaseti sahte bir döngü içine alır. Toplumu ve devleti iyileştirme ve geliştirme projeleri yerine, iktidarı ele geçirme stratejileri amaç ve hedefleri saptırır.
Yobazların inisiyatifinde, şehri oluşturan her sokağa ve de mahalleye ne de yazık oluyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İbni Haldun; toplumdaki sınıf farklarını ve yaşam evrelerini iktisadi faaliyetlere ve koşullara bağlar. İktisatta adil paylaşıma dikkat çeker.
Dini terminolojinin "mabet" gibi güzel kavramları da var. Toplumsal farklılıkların bir araya geldiği alanlardan biri de mabetlerdir.
Her coğrafyanın mabedinde kirlenmemiş vaizlerin dili ve tini birbirine benzer. Mabetler ve vaizlerin dili, ekonomide adil paylaşıma örtü ve siyasete malzeme edilmesine acaba tanrı ne diyor.
"Ekonomi nedir" diye sorulsa; para, ticaret, altın, döviz, çarşı kelimeleri "geçinmek" ile buluşarak cümleyi tamamlayacaktır.
Binlerce kilometreye ulaşan ipek, baharat ve kral yolları ekonomi içindi. Coğrafi keşifler, yerin derinliklerini boşaltma, uzaya yolculuk daha zengin olmak içindi.
Nerdeyse tüm savaşların nedenleri ekonomi ile ilgilidir. Devletler ve liderler birbirlerini ekonomi ile tehdit edip bastırmaya çalışıyor. Ekonomik değere sahip saklı depolar insanların keşfinden kurtulmayacaktır.
12 bin yıl önce Mezopotamya'da insanlar avcılık ve toplayıcılığı daha kolay kazanmak ve daha rahat yaşamak için yerleşik tarım hayatına geçti.
18'nci yüzyılda daha fazla kazanmak ve daha fazla yaşamak için sanayi ve teknoloji geliştirildi. Köy metropol oldu; bir, bin oldu, yine yetmedi.
Tüm başarıların ekonomi ile ölçüldüğü bir zamanı yaşıyoruz. Ekonomi uğruna her şeyin mübah sayılması sahte bir cenneti bize sunuyor.
Gölgelenen sahici cennetin nimetlerini kimler istiyor?
Sahte ile gerçeklerin kendi aralarında birbirine bağlı olduğu tek sistem içerisinde doğruyu bulmak deneyim ve marifet gerektirmektedir.
Maddi sermayenin kazanımları tartışılabilir; ama sosyal sermaye hızla azalıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish