İran, 1979 Devriminden bu yana bölgede yaptığı büyük yatırımlarla Şii Hilali hayalinine ulaşmayı hedefliyor.
Son yüzyıldaki kritik olaylardan biri olan Humeyni liderliğindeki devrim, çiçeği burnundayken Lübnan, Irak, Suriye, Yemen, Filistin ve Afganistan gibi ülkelerde ya örgütler kurdurarak ya da mevcut örgütleri besleyerek bu hayalini yakınlaştırmaya çalıştı.
Aradan geçen 40 yılın ardından Şii mollaların liderliğindeki İran devrimi, Şii Hilali ve Ortadoğu’nun belirleyici gücü olma konumuna önemli ölçüde ulaştı.
Halihazırda Suriye, Irak, Yemen, Filistin ve Lübnan’da direkt olarak kendisine bağlı ve devlet kademesinde de etkin role sahip silahlı unsurlar bulunuyor.
Bunun yanında Nijerya ve Afganistan başta olmak üzere Asya ve Ortadoğu’daki birçok ülkede kendisine bağlı partiler, gruplar ve yapılanmalar bulunuyor.
İran, 2000’lerden sonra ABD ve Batı dünyasının “selefi cihatçılığı” ya da “İslamcı radikalizmi” hedefe koyması nedeniyle 2001’de Afganistan’ın Washington tarafından işgaline sessiz kalmakla yetinmedi açık destek verdi ve hava sahasının kullanılmasına izin verdi.
İran, 1991’deki Birinci Körfez Harbi’nde olduğu gibi 2003’teki İkinci Körfez Harbi’nde de “baş düşmanı” olarak ilan ettiği ABD ile aynı safta durdu.
İran ve ona bağlı örgütler daha ılımlı mesajlar vermeye çalışıyor
Tahran’daki Şii mollaların elindeki yönetim için İsrail ve ABD hiçbir zaman “öncelikli hedef”, “asıl düşman” ya da “azılı rakip” olmadı.
Bu rejimler, daha fazla yayılmak, molla rejiminin meşruiyetin içerideki meşruiyetini sağlamak için “elverişli argümanlar” olarak kullanıldı.
İran ile Batı dünyası ya da ABD-İsrail ilişkileri, devrimden bu yana geçen 40 yıllık süre boyunca hep kazan-kazan ilkesi çerçevesinde yürütüldü.
İsrail-ABD, Körfez’deki ülkeleri yanlarında tutabilmek ve Ortadoğu’daki varlıklarını idame ettirebilmek, Molla Rejimi de içerideki konsolidasyonu sağlamak için birbirlerine hep muhtaçtılar.
Söz konusu taraflar arasındaki düşmanlık hiçbir zaman sahici olarak görülmedi.
Gelinen aşamada ise çıkarlar çatışması yaşandığı için taraflar konumlarını güçlendirmek için el yükseltiyor. Masa başında pazarlık payının yüksek tutulması için sahada gerilimin yüksek olması gerekiyor.
İran, bu anlamda geçmişte daha fazla imkana sahipti. Lübnan’da, Körfez’de, Irak’ta ve daha birçok yerde ABD’nin çıkarlarını tehdit edebilecek uzantılara sahipti. Böyle yaparak da ABD’ye karşı masaya daha güçlü oturuyordu.
ABD ile İran arasında Afganistan’a dair yapılan pazarlıklarla ilgili birçok makale ve kitap yazıldı. Bunlar artık sır değil.
Irak ile ilgili de yapılan pazarlıklar sır değil. Bunu Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad bizzat dile getirdi. Ahmedinejad, yeni pazarlıkların ve anlaşmaların da yapılmasının artık tabu olmadığını yineledi.
ABD Başkanı Donald Trump önceki gün seçimi kazanması halinde İran ile yeniden anlaşma yapabileceğini söyledi. Buna cevap da gecikmedi ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Trump’a yaptırımlar konusunda geri adım atmasını istedi.
Trump’ın hiçbir gelişme yaşanmadan sırf yeşillik olsun diye konuşmuş olabileceğini düşünemeyiz herhalde. Bu alttan alta istihbarat servisleri tarafından yapılan arka plan diplomasisinin bir sonucudur.
Beyrut patlaması İran’ın Lübnan’daki gücünü zayıflatacaktır
Lübnan Eski Genel Sekreteri Subhi Tufeyli, İran’ın Lübnan’daki etkisine isyan ediyor ve Beyrut’taki patlamadan Nasrallah ile Hamaney’i sorumlu tutuyor.
Bu anlamda Hizbullah, patlama konusunda tabiri caizse “suçüstü” yakalanmıştır. Nasrallah’ın Süleymani’nin öldürülmesinden sonra yaptığı konuşmada ellerinde güçlü füzeler ve amonyum nitrat paylayıcıları olduğunu söylemesi ve çok sayıda İsrailliyi yok edebilecekleri tehdidini savurması bu noktada dikkat çekicidir.
Patlamanın ardından İran ve ona bağlı örgütlerin etrafındaki çember daraldığı için daha ılımlı ve barışçıl mesajlar vermeye dikkat etmişlerdir. Fakat bunun alıcısının olmadığı görülüyor.
Nükleer anlaşmayı önemseyen İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler de kendilerinin uyguladığı İran’a yönelik silah ambargosunun uzatılacağını açıkladı.
Nükleer anlaşmada kalan AB ülkeleri İran’ın derdine çare olmuyor
İran ile ticaret yaptıkları için büyük çıkarlara sahip olan 3 Avrupa ülkesi de Tahran yönetimini yüzüstü bırakıyor ve yaşadığı krizden çıkması için hiçbir adım atmıyor. Çünkü onlar da İran’a güvenmiyor.
Eğer iddia ettikleri gibi İran nükleer anlaşmaya uyuyor ve tehlikeli silahlar üretmiyorsa, neden kendi uyguladıkları ambargoyu uzatıyorlar?
AB ülkeleri İran konusunda ikircikli bir tutum takınırken, müttefikleri olarak görülen Rusya ve Çin ise ölüm sessizliğine bürünmüş haldeler.
Müttefik ülkelerden Rusya ve Çin’in İran’da kaç tane banka şubesinin olduğu sorusu herhalde bu bağlamda cevabı bekleyen önemli bir sorudur…
Ruhani, çarşamba günü Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile görüştü. Bunun nedeni Lübnan’daki patlamalardır.
Batı dünyası bundan sonra Lübnan’a daha fazla yardım için Hizbullah şartını koşacaktır. Hizbullah eskisi kadar güçlü konumda kalamayacak demektir bu.
Beyrut’taki patlama, Irak’ta Mustafa Kazımi’nin iş başına gelmesi ve Afganistan’da Taliban ile ABD arasında önemli ilerleme kateden barış anlaşması, Rusya ile Suriye’de yaşadığı fikir ayrılığı ve Yemen’deki sıkışmışlık Tahran’ın yayılma politikalarını önemli ölçüde zora sokan gelişmelerdir.
Bunlar İran’ın etrafındaki çemberin daraldığını gösteren önemli verilerdir.
Ruhani’den Macron’a Lübnan telefonu
Ruhani görüşmede, Macron’a şunları söylüyor:
Lübnan yargısının patlamanın faillerini bulması için yardımcı olmalıyız. Lübnan siyasi grupları arasındaki birliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Buna destek vermeliyiz.
İran hâlihazırda yürüttüğü politikalara destekçi bulamamakta ve yalnızlığa doğru sürüklenmektedir. Ambargo altında olduğu için ekonomik kriz yaşıyor ve kendisine bağlı silahlı ya da silahsız örgütleri eskisi kadar besleyemiyor. Bu da oralarda elinin zayıflamasına yol açıyor.
Kovid-19 pandemisinden sonra İran’la sınırları kapatan en önemli ticari güzergahlardan Türkiye ve Türkmenistan bu ülkeye hala sınırları açabilmiş değil.
Türkiye ticari geçişlere kısmi olarak açsa da bu derde deva olmuyor. Türkmenistan ise tamamen kapalı tutmaya devam ediyor.
Irak’ta halkın artık İran’a bağlı yapıları istemediğini gösterilerde ortaya koyması, Kazımi’nin “İçişlerimize karışmayın” vurgusu, bu ülkede bundan sonraki sürece dair önemli işaretlerdir.
Lübnan’da ise Hizbullah’a bağlı Hasan Diyab kabinesi patlamanın ardından istifa etmek zorunda kaldı. Bu Hizbullah’ın istifası anlamına da gelir bir açıdan.
Bu konuyla bağlantılı şunu da söylemek mümkün aslında: ABD ya da İsrail, İran ile hesaplaşmayı Körfez’den Akdeniz kıyılarına kaydırmış olabilir. Lübnan da bunun için biçilmiş kaftandır.
İran, Lübnan’da zayıflarsa Suriye’de de zayıflayacak ve Suriye’de tutunamazsa adeta nefes borusu kesilecek. Bu nedenle ABD ve İsrail’in Hizbullah’ı etkisizleştirmeyi daha öncelikli hedef olarak belirlemiş olması muhtemeldir.
İran rejimi yapısal bir krizin pençesindedir
ABD’nin kasımdaki seçimleri ve Trump’ın yeniden seçilip seçilmeyeceğinden bağımsız olarak İran rejimi yapısal bir krizin pençesindedir.
Devrim, 40 yılını doldurmadan çatırdamaya başladı ve içerideki rahatsızlık alabildiğine arttı. Rejim için sıkıştığında rahat nefes almasını sağlayan ve dünyaya bakan yumuşak-uzlaşmacı yüzü olan reformistler tamamen dışlanıyor artık.
Ülkenin tüm kurumları radikallerin eline geçmiş halde. Bu da manevra kabiliyetini azaltıyor.
İran rejimi, bundan sonraki süreç için bir yol ayrımı ile karşı karşıya kalacaktır. Ya hızlı bir çöküş ya da büyük tavizler vererek varlığını sürdürme imkanı.
Bunun dışındaki mevcut tabloyu devam ettirme gibi bir şansı bulunmuyor. Ambargolar kalksa da etrafındaki çember yeterince daralmış halde ve eskiden örtülü olan yayılmacılık politikaları artık ayan beyan yürütüldüğü için bölge halkları tarafından da sert muhalefetle karşılaşıyor.
İran’da çıkan reformist dergilerden Ümid-i Cevan, İran’ın 2020 Kasım'ındaki rüyasını şöyle özetlemiş:
Trump’ın seçimleri kaybetmesi, Ruhani’nin Biden’ı arayıp tebrik etmesi, doların aşırı düşmesi, nükleer anlaşmanın yeniden hayata geçmesi vs… Elbetteki bunların bir hayal kalabileceğini ve Biden’ın Tahran’ı daha zor durumda bırakabileceğini de hesaba katmak gerek…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish