Hatırlamak istemediğimiz; peşimizi bırakmayan geçmiş

İsmail Hakkı Pekin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Yüzümüz devamlı geçmişte, devamlı kurcalıyoruz ve neredeyse bazılarımız geçmişte yaşıyoruz.

Geçmiş tabii ki önemli, ancak tecrübe ve ders almak için. Çekilen acıları, sevinçleri ya da verilen kurbanları ve kahramanları hatırlamak gelecek için olmazsa olmaz.

Ancak geçmiş, her seferinde acıları, olayları hatırlayıp ülkeyi kutuplaştırmanın, vatandaşları birbirine düşman etmenin, nesiller boyu suçlamanın, suç yaratmanın bir aracı olarak kullanılmamalı.

Ya da ülkeyi yönetmenin, iktidara gelmenin ve iktidarda kalmanın bir aracı olarak kullanılmamalıdır. 

Hiç kimse hatasını kabul etmiyor. Bu ülkede başta siyasiler olmak üzere herkes suç ve/veya kabahati, hatayı bir başkasında arıyor.

Bir yere kadar normal karşılanabilir. Fakat ortada hata var; ama kabahatli yok.

Kimse hesap vermek istemiyor. Kimse bir diğerini beğenmiyor.

Doğru yapılan ve başarılı olunan konularda bile karşısındakini takdir etmekten kaçınıyor.

Onu takdir ederse kendisinden bir şeyler eksileceğini düşünüyor; kendi değerinin azalacağını değerlendiriyor.

Böyle olunca da ülkede kavga eksik olmuyor. Birbirimizle uğraşıyoruz.

Burada kastettiğim eleştiri değil, yıkıcı bir muhalefet ve karşı tarafı ezici, baskı altına alıcı bir hiddettir.

Bunun için de kim gücü eline geçirirse sahip olduğu bütün olanakları kullanarak muhaliflerini eziyor.

Niye bu girişi yaptım biliyor musunuz? Ülkemdeki genel iklim bu ve maalesef bir türlü değişmedi.

Belki normali buydu da anormal olan bendim. Ancak geldim gidiyorum değişen bir şey yok, ömrümün geri kalanında da değişen bir şey olacağını sanmıyorum.

FETÖ’nün siyasi ayağı ve 26'ncı Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ’un verdiği bir röportajda bu konuda söyledikleri nedeniyle açılan bir soruşturma var.

Bu konu yazılı ve görsel bütün medyada tartışılıyor. Herkes kendi siyasi görüşüne ve müktesebatına göre bir şeyler söylüyor.

Konu hakkında konuşanlar her seferinde konuyu Türk Silahlı Kuvvetlerinin darbeci geçmişine, askeri vesayete getiriyor.

Herkesin geçmişi çok temizmiş ve hiç hata yapmamış gibi her konuşan veya yazan TSK‘ya vuruyor.

Bu Silahlı Kuvvetler, Türk milletine aittir ve bu topraklarda yaşayacaksak güçlü silahlı kuvvetlere ihtiyacımız vardır.

Aksi takdirde nefes bile aldırmazlar bize. Anadolu dediğimiz bu platoda baki olacaksak bu topraklarda binlerce yıldır yaşananları unutmayacağız.

TSK’nın 2 bin 229 yıllık bir tarihi var. Mete Han’ın kurduğu bu güç, iki bin yıldan fazla bir zamandır bütün Türk Devletlerinin itici gücü olmuştur.

Mete Han’ın mayasını çaldığı ve 2 bin 229 yıldır biriken tecrübe ve kurallarla yoğrulmuş bir omurgadır.

Onsuz Türk Devleti olmaz. Onun yerine veya karşısına kurulacak hiçbir teşkilat aynı performansı gösteremez.

Bakın etrafınıza, hangi silahlı güç ne kadar etkili görürsünüz. Askerlik Mete Han’dan bu yana bu milletin genlerine işlemiştir.

Bir de o eğitimi alırsanız ortaya GENERALİ/AMİRALİ, SUBAYI, ASTSUBAYI, ERBAŞ VE ERLERİYLE mükemmel bir ordu çıkar.

Gelelim FETÖ konusuna, maalesef bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün kurumlarıyla çok kötü bir sınav vermiştir.

TSK da bu konuda kendini koruyamamış ve kendini korumak için aldığı tedbirler söz konusu tehdidi bertaraf edememiştir.

Sonuçta neredeyse iç savaşa yol açacak bir darbe girişimi olmuş ve TSK hem bu darbeden önce FETÖ’nün yürüttüğü kumpas davalarla çok sayıda personelini kaybederken, darbeden sonra da içindeki FETÖ’cüleri temizlemek için on binlerce personelini ihraç etmiş etmeye de devam etmektedir.

Unutmayın, bu güç, üzerinde yaşadığımız toprakların ve değerlerimizin koruyucusudur.

TSK onlarca yıl içinde devletin diğer kurumlarının da yetersizliği nedeniyle kendisine yönelik tehdidi farkında olmamıştır.

Kendi ülkesi içinde oluşacak bir istihbarat örgütü tarafından ele geçirilme tehdidini aklına bile getirmemiştir.

Bu da çok önemli bir zafiyettir. Ancak alınan tedbirler ve Mete Han’ın attığı maya sayesinde çabuk toparlanmıştır.

Sayın İlker Başbuğ’un Harp Akademilerinde 14 Nisan 2009 da yapmış olduğu konuşmada FETÖ (o zaman cemaat) ilk defa açık olarak dile getirmiş ve buna karşı gereken tedbirlerin alınacağını belirtmiştir.

Bu açıklamadan sonra FETÖ unsurları TSK üzerine daha çok yüklenmiştir.

Maalesef tehdidi belirlemede, önlem almada ve mücadelede yalnız bırakılmıştır.

Adeta bir düşman ordusun olarak görülmüş içinde bulunduğu durumu anlatamamış ve/veya dinlenmemiştir. 

Sayın İlker Başbuğ’un yapmış olduğu iletişim toplantılarında TSK’nın karşı karşıya bulunduğu tehdit ve saldırı medya mensuplarına ve kamuoyuna anlatılmıştır.

Hatta 26 Haziran 2009 yılında yapılan iletişim toplantısında Sayın Dursun Çiçek konusundaki Askeri Savcılığın verdiği 'kovuşturmaya yer yok' kararını anlatırken toplantıda bulunan bir gazeteci tarafından sabaha karşı TBMM de kabul edilen değişiklik gereği söz konusu suçlara askeri mahkemelerin bakamayacağı konusu gündeme getirilmiştir.

Genelkurmay Başkanı bu değişikliği orada öğrenmiştir. Bu değişiklik belki askeri vesayetin önüne geçmek, TSK’yı kontrol etmek için yapılmış olabilir; ancak sonraki dönemde FETÖ tarafından çok kullanılmış ve TSK’nın elini kolunu bağlamıştır.

Bana gelen bilgilerin değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan istihbarat, bize kumpas davaların daha da artacağını ve çok sayıda general/amiral ve subayın tutuklanarak tavsiye edileceğini söylüyordu.

Bu arada zamanın 1’nci Ordu Komutanı Ergin Saygun beni arayarak, 'aldığı bilgiye göre emekli olduktan sonra tutuklanacağı, hatta kendisi dışında muvazzaf ve emekli personelin de tutuklanacağını' söyledi.

MİT dahil araştırdım; ancak teyit edemedim. Sanırım Mayıs 2009’du.

Yaptığım değerlendirmeyi merhum Yaşar Büyükanıt’a arz ettim. Bu davalara askeri mahkemelerin bakması için hazırlık yapılmasını ifade ettim.

Bu konuyu kendisin yerine iki ay sonra Genelkurmay Başkanı olacak İlker Başbuğ’a arz etmemi söyledi. Ben de konuyu Sayın İlker Başbuğ’a arz ettim.

Sayın Başbuğ, 'şu anda buna gerek olmadığını gelişen durumlara göre hareket etmemizin daha uygun olacağını' söyledi.

Zamanın MİT Müsteşarı Sayın Emre Taner’den de Sayın Hakan Fidan’dan da TSK’daki FETÖ’cüler hakkında bilgi alamadık. Hatta bu konuyla niye uğraştığımıza dair soru bile soruldu.

MİB (MİT) askerlerin Güvenlik tahkikatlarını da yapardı. Bu konuda zaman zaman Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı da yardımcı olmaktaydı.

MİB, kışla, karargah, lojman vb. askeri bölgeler dışında askeri personel hakkında istihbarat yapmakla yükümlüydü.

Askeri bölgeler içindeki İKK ve İstihbarattan askerler sorumluydu. Ancak bunu yapacak bir teşkilat yoktu.

Her Tugayda İstihbarat ve İKK Ş,de genellikle bir subay, bir astsubay, Taurlarda da bir subay veya astsubay olurdu.

Korgeneral, Orgeneral, Kuvvet Karargahları ve Genelkurmay Karargahı da personel sayısı 5-10 arasında değişirdi.

Bu bakımdan İstihbarat ve İKK için ayrı bir teşkilat gerekliydi; bu konuyu Sayın Başbuğ’a arz ettim ancak teklifimiz Sayın Emre Taner’den döndü.

O zamanki konjonktür TSK ‘nın vesayetini azaltacak ve sonlandıracak tedbirleri almak ve konulardaki çalışmalara ağırlık vermek şeklindeydi.

Kimse büyük tehdidin farkında değildi. TSK komuta kademesinin irtica konusundaki tutum ve kaygıları FETÖ tehdidini bertaraf edecek durumda değildi.

MİB, diğer devlet kurumları ve siyaset FETÖ tehdidini küçümsemişti.

Aslında bu küçümse çok daha önceden başlamış TSK irtica tehdidini başörtüsü, sakal vb. şekli konulara indirgemiş, ancak derindeki tehdidi görememişti. Alınan tedbirler yüzeyseldi.

Şengal Atasun döneminde 2003 ve 2006 yıllarında, MİT tarafından, Tuncay Güney’in sorgusunu kapsayan CD’lerden faydalanılarak hazırlanmış Ergenekon yapılanmasına ait dokümanın zamanın Genelkurmay Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanına gönderilmesine rağmen bunu hazırlayanlar hakkında bir işlem yapılmaması da içinde bulunulan durumun vahametini göstermesi bakımından önemlidir.

Bütün bu yazdıklarımı, yazmadıklarımı ve/veya yazamadıklarımı düşündüğümde; suni gündemleri bir tarafa bırakın, ülkemizin ve halkımızın karşı karşıya bulunduğu sorunlara, tehditlere odaklanalım.

Birbirimizin kuyusunu kazmanın bize bir faydası yok; ama bizi bu coğrafyada istemeyenlere faydası çok.

Önümüzde yeni bir gelecek var. Ya elimize geçen fırsatları iyi kullanıp üzerimize serpilen ölü toprağını atacağız ve yeni bir medeniyet yaratacağız ya da medeniyetler çöplüğü olan bu topraklarda yarattığımız kara delikte kaybolup gideceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU