Gezi'yi düşünmek (1)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Gezi direnişinin yıldönümünü yaşadığımız günlerdeyiz.

2013 yılının 27 Mayıs akşamı 10-15 kişi ile başlayan Gezi direnişi, 30-31 Mayıs ve sonrasında toplumsal halk hareketliliğine dönüşerek ülkenin gündemine oturmuştu.

Gezi gibi herhalde kendiliğindendi yanı ağır basan hareketlerin bu ülkede eşine az rastlanıyor.

Tarihin o zamanlarında ne oldu da böylesine büyük bir halk hareketliliği ortaya çıktı. Ne yaşandı, Gezi’den ne kaldı?

 
Hatırlayalım…

Gezi direnişi ile ilgili toplumsal hareketliliğin, kendiliğinden geliştiğine dair algı haklı olarak güçlü.

Toplumun özellikle seküler kesimlerinin yaşam biçimi ile fazla oynandı.

Kamusal alanlara karşı aşırı ölçüde yağmacı davranıldı.

Bu alanların korunmasıyla ilgili iktidar politikalarını eleştirenlerin üzerine fazla gidildi. 

Böylece Gezi yolunda belli bir birikim oluştu.

İnsanların tahammül sınırları var, bir nokta geldi patladı bu birikim.

Ülkenin her ferdini ilgilendiren yaşam biçimi, çevre ve meydan sorununa ilişkin son derece makul, çekici ve insanlara iyi gelen cümleler üzerinden meşru bir dil kurulunca, zaten bu ve benzeri sorunlarla ilgili baskı altında bunalan halk koşa koşa Taksim'e geldi.

Bu görüşlerin hepsi doğru; doğru ama eksik.

Öncelikle şunu ifade edelim ki yüz binlerin, ülke çapında milyonların harekete geçtiği, kendiliğindenlik hali Gezi direnişinin sosyolojik derinliğine ve kapsayıcılığına işaret eder.

Ancak meseleyi salt kendiliğindenlikle açıklamak, suya ulaşmak için toprağı sabırla kazıyan isimsiz ya da ismi az bilinir ilerici, demokrat, devrimci özneleri -belki de Gezi’nin meşruluğunu koruma kaygısıyla- atlamak ya da düşünmemek, Gezi’nin kapsamını aşağıya çekme olur.

Baskı vardı, kitleler patladı oldubitti, yeni bir toplumsal hareketlilik beklenir olur.

Bir toplumsal halk hareketliliğini kendi özgün koşulları içinde çok yönlü düşünme ve olabildiğince nesnel çözümleme yeteneği, doğru ve faydalı birikimler yaratır.

Çünkü o toplumsal hareketliliği ortaya çıkaran tarih, kent, ekonomi, siyaset ve güç ilişkileri, sosyoloji, gelenek, inanç, irade ve diğer eğilimleri bütünselliği içinde görebilme kapasitesi, yaşayan nesillerin olmasa da, en azından gelecek nesillerin zor zamanlarda kendilerini yeniden üretmelerini sağlayacak deneyimi koşullar.


Gezi’ye gelirken…

Gezi direnişinin bir alametifarikası sanattı, özellikle mizahi hüner olduğu anımsanırsa, akla 2005 yılında Karşı Sanat çalışmalarının ‘soylulaşma’ üst başlıklı Sempozyumu gelir.

O günlerden beri süregelen hareketlilik bir itiraz etme hali vardı. Gezi’den bir yıl kadar önce Cihangir grubundan mimarları çağırdılar. Ağaçlara ‘bu benim ağacım’ imzaları atıldı. Toplumun her kesiminden insanlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Giderek kendiliğindendi eylemliliğe dönüştü. Sadece çevreci ya da entelektüel değil, devletin hegemonyasına karşı demokrasi ve bireysel özgürlük talebini yükselterek gelişti. Altında kentlilik bilinci yatıyor. 1


1 Mayıs 1977’de Taksim meydanında yapılan katliamın Gezi’ye kadar gelen izleri de var…

Tabi… 130 kurumla birlikte 2012’de Taksim Dayanışması’nı kurduk ve çok ciddi mücadele ettik bir yıl boyunca. Birçok plana itiraz ettik, aylarca dilekçeler topladık. Taksimde nöbet tuttuk. Ama inanın yaptığımız en büyük gösteri 2 bin kişiyi aşamıyordu. Şunu anlatamamıştık: Taksim meydanının yayalara kapatılması aslında demokratik haklarımızın engellenmesidir. Bu aynı zamanda bir meydanı insansızlaştırma, kamusal alanı elimizden alma projesidir.   Ama 1 Mayıs 2013’de anlaşıldı bu. Bir bahaneyle Taksim’de inşaat var, giremezsiniz, düşersiniz dediler. 2


Bunu yalanlarcasına bir ay sonra Taksim’de/Gezi Parkı'nda milyonlarca kişi hareket halindeydi…

Büyük bir polis şiddeti vardı, herkes kaçışıyordu. Polis şiddeti dışında bir kişi bile yaralandı mı? Olmadı. Neden olmadı? Çünkü ortaya çıkan o kamusal alanı birlikte koruma iç güdüsünden yanındakini de korumaya dönüştü. Bu inanılmaz bir şeydi. 3


Taksim Meydanı’nın anlamı

Taksim, İstanbul’un büyük bir kent meydanı.

Bir büyük kamusal alan.

Toplumun her kesiminin, kadınlı erkekli, genç yaşlı, işçi, memur, öğretmen, mühendis, akademisyen, öğrenci, sanatçı ve diğer halk katmanlarının buluştuğu kamusal bir alan.

İstiklal Caddesi, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı organik bir bütün gibi.    

İstiklal Caddesi'ni turlarken, Taksim Meydanı’nda toplanırken, en son Gezi Parkı'nın yeşilliği altında dinlenirken insanların kendini iyi hissettiği, şehrin kalabalığından ve günlük hayatın sorunlarından bir nebze sıyrılabildiği, kendini özgür hissedebildiği, rahatladığı kamusal bir alan.

Kamusal alanlar, toplumun bütün bireylerinin, tanısın tanımasın birbirini yadırgamadan gezebildiği, buluşabildiği alanlardır.

Dünyada Taksim Meydanı’na benzer kamusal kent alanları yaygındır.

Modern zamanların kamusal alanları bu gibi alanlardır.

Bu alanlar halkı kendine çeker, rahatlatır, birleştirir.

Bu meydanlarda yurttaş bilinçli insanlar itiraz ederler, talep ederler.

Moskova’da Kızıl Meydan, Pekin’de Tiananmen Meydanı, Raris’de Concorde Meydanı, Venedik’te San Marco Meydanı, Newyork’da Times Meydanı, Old Town Square (Eski Şehir) Meydanı, Londra’da Trafalgar Meydanı, Prag’da _Madame_Tussauds Eski Şehir Meydanı, dünyadaki meydanlardan başlıcalarıdır.

Taksim Meydanı da bu alanlardan biridir.


Osmanlı’da kamusal alan yoktu

İslami, Müslüman toplumların mimarisinde de bu işleve sahip alanlar olmadı.

İslam’da insanların bir araya geldiği yerler cami avluları oldu.

Osmanlı mimarisinde de meydan yoktu.

Sultanahmet Meydanı vardı; ama orada insanlar asılırdı.

Osmanlı'da kamusal alan kültürü yoktu zaten. 

Ortaçağ Hristiyan toplumlarında da kamusal alan ve kamusal alan kültürü yoktu.

Meydanlar vardı elbette, onların rolü de “suçlu” asmak ya da yakmaktı vb.

Kamusal alan kavramı ve kültürü, burjuva demokratik devrimi sürecinin bir ürünü.


Yeni ‘kamusal alanlar’ …

İktidarın hâkim stratejik siyaseti Osmanlı'yı bir şekilde güncelleştirme ve yenileme arayışı politikasıydı.

Taksim Meydanı verili haliyle tasfiye edilip, kendi algılarındaki değerlere ve kapitalizmin yeni zamanlardaki Pazar ilişkilerine uygun düzenlemek istiyorlardı.

Bunda Osmanlı'nın son döneminde tasfiye edilen 20'nci yüzyılın başlarından kalma Topçu Okulu rövanşizmi olduğu söylenceleri olduğu gibi AVM, cami ikili tarzını ikame etme tercihi de vardı.  

Böylece kamusal alan olmayan bir yapılanma, kamusal alan yerine geçirilmek isteniyordu.

Bu tarz merkezden çevreye doğru yayılıyor. Çevredeki yoksul aile çocukları ve gençler, AVM’lere dolup taşıyorlar.

AVM’lerin hemen yanı başında camiler pıtrak gibi zaten.

Aslında kamusal alanların tasfiyesi denmekte olan, sözde yeni ‘kamusal alanlar’ inşası bu…

Kapitalizmin bu zamanları tercih ettiği ‘yeni kamusal alanlar AVM’ler… Asıl göreviniz yurttaş değil, müşteri olmak… 

Kültür mekanlarını yok etmek istiyorlar. Bütün sinemaların AKM’lerin üst katlarına konmasının bir sebebi var tabi.

O sinemalara giderken arasından geçtiğiniz dükkanlardan beyninize işlenen, tüketim malları ve bunların imajı… Sosyal medyanında aslında biraz bu işe yarıyor. 4


Beyoğlu verili haliyle yaşanılır bulunmuyordu. İstiklal Caddesi üzerindeki ağaçlar kestirilmiş, Arnavut taşlarını sökülerek caddeyi betonlaştırılmış, neşenin dışarıya taştığı kaldırımdaki masaları sandalyeleri yasaklanmıştı.

Taksim’de de inşaat faaliyetleri başlamıştı.  


İtirazlar gözetilmeyince…

Beyoğlu’na yönelime karşı dipte süren homurtular parça parça itirazlara dönüşüyordu.

Hükümet dipten gelen itirazları duymuyor, bunu dillendirenlere zalimce davranıyordu.

En son olarak baltayı, halkın bir nebze nefes aldığı ve rahatladığı en belirgin özgürlük alanına, Gezi Parkı'ndaki ağaçlara vurunca, halk bunun acısını kemiklerinde hissetti ve patladı.

Gezicilerin çağdaş belagatine Başbakan’ın dışlayıcı, sert ve hazımsız dili ile kolluk kuvvetlerinin aşırı şiddeti birleşince sorun bir anda büyüdü, toplumsallaştı.

Meseleyi bu kadar büyütende aslında başbakan ve kolluk kuvvetleri olduğunu söylersek sanırım haksızlık etmiş olmayız.

 
Yeni Osmanlıcı formatın rolü…

Taksim üzerinde bunca ısrarın temelinde fetih eğilimli Yeni Osmanlıcı politikalarla, emperyalist neoliberal ekonomi politikaların kent üzerindeki çıkar ilişkilerinin örtüşmesi yatıyor.

Başka bir ifadeyle Yeni Osmanlıcı tarihsel perspektif bir yerde neoliberal sömürü ilişkilerinin formatı olmuş oluyor.

Küresel ekonomik krizle, sermaye yeni bir alan keşfetti; Kent. Kent sermaye birikim sürecinin hem öznesi hem nesnesi haline geldi. Ama esas hayata geçiren AKP iktidarıdır.2004’ten itibaren neredeyse iki milyon kişiye yakın bir kitle yer değiştirdi. … Mesela Sulukule, Tarlabaşı, Ayazma, Fikirtepe, hatta Bağdat caddesi. Bu durum orta sınıf denilen, emeğiyle geçinen beyaz yakalıların hayatını da etkilemeye başladı artık. Kiralar inanılmaz derecede yüksek. Yoksulların derdi, olmaktan çıktı bu iş. 5

 
Köklerinden kopmak nasıl bir şey?

İnsanlar on yıllardır, hatta daha fazla zamandır yaşadığı mahalle ortamını, kapı komşularını, adeta aile gibi olduğu alıştığı ilişkileri kaybediyor. Üstelik sürekli yapılıyor bu.

Yerleşim mekanlarının değiştiririlmesinin yarattığı kültürel duygu örselenmesi, kültürün ve sanatın endüstriyel bir alan, bir kar alanı olması ile karşılaşınca aile yaşamında psikolojik/ruhsal çöküntü baş gösteriyor.

İnsanın köklerinden koptuğunu hissetmesi böylesine ağır bir şey.

 
Bilinç sıçraması…

Bir yanıyla Taksim böyle bir alan.

Bütün yurttaşların; ama hiç kimsenin…

Yurttaşlar, Taksim Meydanı'nı sahiplenirken, özel bir çıkarına sahip çıkmadıklarının çok farkında.

Ama insanların kendi özel çıkarlarını savunması da şaşılası bir davranış değildir

Fark şu; insanlar mülkiyetlerinde olmayan ormanları, suları, dağları, parkları sahipleniyorsa orada bir bilinç sıçraması var demektir.

Orada haklarını bilen, kamu mülkiyetinin anlamını bilen yurttaş bilinçli insanlar var demektir.

Bir ülkenin modern ve çağdaş bir ülke olabilmesinin yolu da bu yönlü insan kapasitesinin gelişmesine, yaygınlaşmasına bağlıdır.

Gezi Parkı direnişinin ortaya çıkardığı gerçek bu kapsamda yeni bir neslin kendinin fark edilmesini sağlarken, kendini de fark etmesidir.

 

(Devam edecek)

 

1. Gezi’de ne oldu? Gezi’den ne Kaldı? Söyleşi, Feyyaz Yaman, Karşı Sanat Çalışmaları Koordinatörü, Tükenmez, Sayı 16, 2014 Yaz sayısı

2,3,4,5. Adg. Söyleşi, Müella Yapıcı, Taksim dayanışması sözcüsü/mimar

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU