Bu evlerde hayat yok

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pixabay

Üç aya yaklaştı herhalde “Hayat eve sığar” sloganıyla evlere kapandığımız.

Kendi açımdan söylüyorum, ilk günlerde can sıkıntımı giderecek meşgaleler bulmakta zorlanmadım.

Sosyal medya aracılığıyla dış dünya ile temas kurabiliyor, dışarının eksikliğini bu şekilde gideriyordum.

Uzun zamandır okuma listeme aldığım kitapları okuyordum. Bana misafirliğe gelen ve seyahat yasağı nedeniyle yanımda kalmaya devam eden torunlarımın getirdiği neşe birçok şeyi unutturabiliyordu.

Onlarla oynamak, konuşmak her zaman bir zevkti ama bu kapalı dünyada herhalde cihana değer bir nimetti.

Bizimle sahurlara kalktılar, günün ortasında yemek yiyip oruçlarını ikiye böldüler.

"Dede su içsem orucum bozulur mu?" diye sordular, az önce yemek yedikleri halde.

Gülüp eğlendik. 'Sakız çiğnemek orucu bozar mı' diye sormadılar mesela.

Bu yaşta Türkiye ortalamasına göre sergiledikleri bu zeka seviyesi az bir güzellik mi Allah aşkınıza.

Yanımda namaza durdular. Ben rükua giderken onlar hurra secdeye kapandılar. Sonra da başlarını kaldırıp beni rükuda görünce kikirdemeye başladılar.

Ellerini kaldırıp dua ettiler. İzledikleri çizgi filmlerin etkisiyle olacak “Allah’ım beni görünmez yap” diye dua ettiklerini söylediler.

Küçük oğlum daha önce öğrenmeye başladığı Kur’an’ı ilk defa bu ramazanda hatmetti. Tabi bana düşen de hatırı sayılır bir hediye almak.

Bizim ailede bir gelenektir. Dedem babamı bizim köylü birinin yanında Kur’an öğrenmeye göndermiş.

Babam Kur’an’ı hatmedince de en iyi koyunlarından birini babama Kur’an öğreten köylüye hediye etmiş.

Bunu her zaman övünerek anlatırdı rahmetli dedem. Ben köyümüzün imamı rahmetli Seyda Mela Sıddık’ın yanında Kur’an öğrenip hatmettim.

Babam seydaya Kur’an’ın şanına yakışır bir hediye vermişti. Küçük oğluma Kur’an’ı ben ve abileri öğrettik.

Bu yüzden hediye vereceğimiz bir hoca yok. Ama kendi aramızda hediyeleşmemizde bir beis yok herhalde.

Torunlara da bu sene elifbayı öğrettik. Allah onlara da Kur’an’ı hatmetmeyi nasip etsin inşallah. 

Diyeceğim o ki bu zaman zarfında beni oyalayacak meşgaleler bulmakta zorlanmadım.

Ama bu güzelliklerin, bu vakit geçirici meşgalelerin yanında bir şeyin eksikliğini hep hissettim.

Ev… Evet, evimizde ev eksikti. Biz evi yanlış anlamışız. Başımızı sokacağımız dört duvar sanmışız.

Bir apartman dairesinde dört duvar arasında kalmayı evde kalmak anlamışız.

Dışarıda, parklarda, çarşılarda, pazarlarda dolaşabildiğimiz için de aslında bir evimizin olmadığını, sadece başımızı sokacak bir dört duvarımızın olduğunu fark etmemişiz.

Ama bu salgın nedeniyle eve kapanmak zorunda kalınca da (en azından kendi adıma söyleyebilirim) bu yanlışlığımızı fark ettik. Hayatın bu evlere sığmadığını anladık.

Kendi kendime bir karar aldım bu süreçte.

Bu salgından ölmez de sağ kurtulursam ilk işlerimden biri gerektiğinde müştemilatı ile birlikte hayatı minyatür bir düzeyde de olsa içine alabilecek bir ev edinmek olacak.

Ekilecek toprağı, gölgesinde kalınacak ağacı, paçalara bulaşacak çamuru, sabahları yumurta toplanacak kümesi, ahırı, ağılı olan bir ev.

Böyle bir ev sadece salgın olduğunda işe yaramaz tabi.

Yarın yaşlılık nedeniyle dış dünya ile fiziki teması zorunlu olarak kestiğimiz zaman yine dört duvar arasında kalmak istemiyorum da ondan.

Bana içine hayat sığan bir ev lazım.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU