Koronavirüs birinci dersi: Sen insansın, insan kal

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Son bir aydır, çok uzun ve korkunç bir rüya görüyoruz gibi. Belki de kabus demek daha doğru olur. 

Ortada bir virüs var, virüsün girdiği vücudun bağışıklık sistemi kuvvetli değilse öldürücü olabiliyormuş. 

Bütün devletlerin bugüne kadar açıkladığı enfekte olmuş insan sayısı daha 1 milyona, ölü sayısı ise bütün dünyada 15 bin kişiye ulaşmadı.

Peki, bu kadar köpürtülen, etrafa saçılan korkunun sebebi ne?

Bu bir ay içerisinde herhangi bir rakam açıklanmadığı için kesin bilmiyorum, ama Afrika'da açlıktan ölen insan sayısı kaç acaba? 10 bin, 50 bin veya daha fazla mı?

Peki Bangladeş, Hindistan, Endonezya, İran, Irak, Güney Amerika'nın bazı ülkeleri de dahil, yaşam koşulları daha düşük olan, fakiri fazla bu ülkelerde gıdasızlığa, ilaçsızlığa bağlı nedenlerle, ama başka belirtilerle kaç kadın, kaç çocuk, kaç yaşlı insan hayatını kaybetti? 

Öte yandan, Libya'da, Suriye'de, Yemen'de, Afganistan'da, Keşmir'de, Irak'ta ve diğer bilumum savaş ve iç savaş süren ülkelerde son iki ayda kaç kişi öldü?

Üstelik çoğu genç, savaşabilecek kadar güçlü olan insanlar ve onların bu acımasız savaşlarına ve iç savaşlara maruz kalmış sivil insanlardan kaç masum insan öldü?

Batılı devletler başta olmak üzere ABD, Kanada ve Güney Amerika ülkelerinde çokça evsiz insan var. Onlara 'Homeless' diyorlar. Bu insanlardan kaç kişi öldü? Bir hesap, bir istatistik var mı?

Bütün dünyanın korkunç felaketlerinden biri olan ve her gün yüzlerce belki binlerce insanın ölümüne sebep olan trafik kazalarında kaç can kayboldu? Kaç aile yıkıldı?

Normal ve bilinen hastalıklardan ne haber? Kalp, tansiyon, diyabet, kanser ve diğer sinsi hastalıklardan kaç kişi öldü haberimiz var mı?

Üç aydır gündemimize giren ve günün 24 saatinde bize her saat başı televizyonlarda, üç boyutlu, mavi, kırmızı veya siyah renkli, bazı dikenleri çıkartılmış kirpi büyüklüğündeki koronavirüsün o korkunç görüntüsünü bu kadar enformasyonla vermelerinin sebebi nedir?
 

reuters.jpg
Görsel: Reuters


İnsan, o kirpinin ciğerine yapışma ihtimalini aklına getirdikçe tir tir titriyor. Bu kirpiyi bizim akciğerimize doğru taşıyacak olan şu adam mı, yoksa bu kadın mı?

Peki ya çocuklarımız okuldan getirmişse? Ya hanım babasının, kardeşinin veya komşunun evinden getirmişse?

Kendimizin sağlam, karşımızdaki herkesin o korkunç kirpiyi akciğerimize taşıyan muhtemel bir düşman olması ihtimali üzerinden herkesi düşman görme eğitimi veriliyor olmasın bize?

Sözü edilen virüsün vücudumuzda etkili ve ölümcül olabilmesi için; bağışıklık sistemimizin zayıf olması, başka bir veya birkaç kronik hastalığımızın olması ve 60 veya üstü bir yaş grubunda olmamız lazımmış.

Çocuklar ve gençler hiç hissetmeden atlatıyor, orta yaşlılar hissederek atlatıyor ve bağışıklık sistemi güçlü olan yaşlılar da biraz tıbbi yardımla atlatabiliyor.

Peki, köpürtülen, pompalanan bu korku nedir, neyin nesidir? Kim bizi neye alıştırıyor?

Herhangi bir virüsü, hastalığı ya da gribal enfeksiyonu hafife almıyorum. Ancak son iki aydır gördüğümüz veya bize gösterilen şey bir oyun.

Oyunun kimin tarafından yazıldığını, senaryosu ve yönetmenini de bilmiyorum. Ama bu oyunda biz sıradan insanlar oyuncuyuz.

Okumadığımız, diğer safhalarını ve sonuç bölümünü bilmediğimiz bir senaryoda oyuncu olduk. Senaristler bizimle oynuyor.

Her gün ve her gece, onlarca televizyonda yüzlerce konuk profesör, uzman, gazeteci, güvenlikçi, bize daha beş yaşında iken öğrendiğimiz el yıkama tekniklerini öğretiyorlar. Kolonyanın önemini, sosyal mesafenin gerekliliğini vs.

Oysa bizim evde tam üç yerde hemen her zaman kolonya masanın üstündedir; oturma odasında, oturma salonunda ve benim odamda. Tanıdıklarımızda da aynı şey.

Ayrıca ben beş yaşımdan beri hatırlıyorum ki, gelen her misafire önce kolonya ikram ederiz.

Namaz için abdest alma işlemini ise en az 7 yaşımızdan beri biliyoruz. Sabun bulamadığımız zamanlarda toprakla el yıkamayı da.

Elle yemek yiyen Araplar ise, günde sadece 6 kez yemek için ellerini yıkıyorlar. Öğün öncesi ve sonrası gibi.

Ama Avrupa'da bir miktar hijyen sorunu olduğunu biliyoruz. Onlarda necasetten taharet sorunu var.

Lakin bütün bunlara rağmen, en azından Müslüman ahaliyi kim neye alıştırmak istiyor?

Biliyorum, tarihi değişik evrelere ayıran dönüm noktaları vardır. Miladi tarihin başlangıcı İsa'nın doğum gününe nispet edilir ve onun doğduğu gün birinci yılın, birinci ayının birinci günü kabul edilmiştir ki, şimdi biz bu tarihin 2020'nci yılının 3'üncü ayının 24'üncü günündeyiz.

Müslümanlar için Hazreti Peygamberin Mekke müşriklerinin şerrinden kaçarak Medine'ye göçmesinin bugün 29 Recep 1441 tarihidir.

Sanırım bugün itibariyle yepyeni bir miladımız oldu. Bundan sonraki bütün tarih, eğer daha beter bir olay vuku bulmazsa koronadan önce ve koronadan sonra diye yeni bir tarihi evremiz var.

Bu tarihi evreyi bütün dünya ve liderleri kabul etmiş gibiler. Zaten Batı'daki ekonomik durgunluktan kaynaklı çok fazla atıl para var.

Bu virüsün sayesinde art arda açıklamalar yaparak milyar dolarları piyasa sürdüler. Bizim hükümet de bu arada konut faizlerini düşürerek, fakir fukaraya dağıtması gereken parayı müteahhitlerine verme derdinde.

"Adamın evi yanmış, başkası kekliğini kızartmış" anlamında bir Kürtçe atasözümüz var. Bütün bu olanlar bana bu atasözünü hatırlatıyor.

Öte yandan her gün değişik vesilelerle evinizden çıkmayın diyen hükümet üyeleri, Türk Hava Yolları'nda bilet fiyatından KDV'yi indiriyor ki seyahate teşvik olsun.

Ne yaman bir çelişki... İşte bu da bir oyun.

Bu oyunun hiç mi faydası yok?

Var. Bence çok anlamlı ve değerli faydaları da var.

Bu olayı bu kadar köpürtenler böyle bir fayda umuyorlar mıydı bilmiyorum. Ama son bir ayda gözlemleyebildiğim kadarıyla, insanlarda çok ciddi bir farkındalık oluştu.

Ölümün soğuk yüzünü görünce şuurları açılmış gibi, hemen herkes hijyenden girip, kanserden korunmanın yöntemlerine kadar bir sürü şey sayıyor.

Kişisel olarak benim için de çok öğretici oldu. Ve bu hastalık evvela bize insan olduğumuzu ve insan kalmamız gerektiğini unutmamamızı iyice belletti.

Yani biz insanız, paranın, mevki ve makamın, mal ve mülkün kölesi olmak zorunda değiliz.

Ali Şeriati dediği gibi;

Tüketmek için üretmek, üretmek için tüketmek.

Günümüz insanı ne yapıyor? Bu kadar baş döndürücü iş, eziyet ve telaş niçin?

Rahatlamanın araçlarını sağlamak için.

Hayatının rahatı, hayatının rahatının araçlarını sağlamaya feda ediliyor.


Bu korona, o kadar da fazla çalışmamız gerekmediğini bize öğretti. Daha sakin, daha yavaş bir yaşam.

Ayrıca;

2. Temizliğe daha fazla önem vermemizi ve eşlerimizin temizlik takıntısının aslında o kadar da kötü olmadığını;

3. Sigarayı bırakmamızı daha ciddiye almamızı, beslenmeye dikkat etmemizi, dışarıda yenilen, özellikle fastfood ve kafe yiyeceklerinin bağışıklık sistemimiz üzerindeki tahribatını daha bilinçli bir şekilde öğrendik.

İtalya'daki dökülmenin temeli bu fastfood yiyeceklere dayanıyor.

4. Devletlerin silahlanma yarışının gereksizliğini de iyice kavradık. S-400 ve diğer bilumum silahların gereksizliğini de.

5. Devletlerin, bütün devletlerin vatandaşlarının sağlığından ziyade, başka ülkelerinin vatandaşlarını nasıl öldüreceğine yatırım yaptığını da öğrendik. 

Bu maddeler daha da çoğaltılabilir. 

Son olarak Psikiyatrist Profesör Kemal Sayar diyor ki;

Salgın verdiği hasarla birlikte belki de bize,
1. Önemli olana değer vermeyi,
2.Kabileciliği bırakıp birbirimizi anlamayı,
3. Başkası için fedakarlıkta bulunabilmeyi,
4. Bağ kurabilmenin ve anlamlı hayatın değerini,
5. Yavaşlamayı ve hayatımız üzerine düşünebilmeyi öğretecek.

(Twitter, 20 mart 2020)

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU