Kayıp yüzyılın yıkıcı savaşları

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Ağır siklet şampiyonu Muhammad Ali'nin, Sonny Liston'u nakavt ettiği maçtan bir kare, 25 Mayıs 1965 / Fotoğraf: AP

Savaş insanın öz doğasına dayanan bir olgudur. İnsana bahşedilen öfke gücü kendisine yönelen bir zararı savma amacına yöneliktir.

Ve savaş da insanın bireysel anlamdaki bu duygusunun toplumsal düzeyde kavramsallaşmış halinin adıdır.

Dinimiz de “İnsanların bazısı bazısıyla savılmasaydı yeryüzünü fesat kaplardı” buyuruyor.

Dolayısıyla savaşa kategorik olarak karşı olmak pek mantıklı değil. Ancak her savaş da insanın bu fıtri ve dini özelliğine uygun cereyan etmez.

Bazı savaşlar bireyin ya da toplumun bozulmuş psikolojik dengesi nedeniyle salt zarar verici, yıkıcı olabiliyor.

Yüz yılı aşkın bir süredir İslam aleminin şu veya bu isim altında bu tür zarar amaçlı bir savaşın içinde tükenişe doğru sürüklendiğini düşünüyorum.

İslam alemi yüz yıl önce aldığı bir darbe yüzünden dengesini kaybetmiştir çünkü.


Boks maçlarını seyretmeyi sevmem.

Çünkü hayatın taklidi demek olan oyundan bambaşka bir şeydir boks.

Düpedüz gerçek bir vahşet. Dayak atıyorsun, dayak yiyorsun.

Oyun diye çıktığın ringde kan revan içinde kalıyorsun. O yüzden bokstan hoşlanmam.

Fakat Muhammed Ali’den dolayı ilgisiz de kalamadım, hala gözlerim o günleri arıyor. Ne heyecanlı günlerdi!

Muhammed Ali’nin videolarını zaman zaman aynı heyecanla izliyorum.

Çünkü o boksun şiddet yönünü perdeleyen, bir şiddet oyununun ötesinde bambaşka bir boyut katmıştı bu oyuna: İman…


Rahmetli Muhammed Ali yüzünden ilgi duyduğum boksun kavramlarını da öğrendim dolayısıyla. Mesela grogi nedir bilirim.

Bazen boksörler başlarına sert bir yumruk aldıkları zaman beyinleri sarsıntı geçirir. İşte bu duruma boks literatüründe grogi denir.

Bu vaziyette boksör hala ayaktadır. Yumrukları çalışır görünür. Yumruk da savurur. Ama aslında bedeninin organları arasındaki bağlantı beyin sarsıntısı yüzünden tamamen kopmuştur.

Ayaklar, kollar zaten komut verecek durumda olmayan beynin kontrolünden çıkmıştır.

Bazen tesadüfen rakibin bir tarafına isabet etseler de tamamen bilinçsiz ve son derece etkisizdirler.

Ve elbette grogi vaziyetine girmiş boksör savunmasızdır. Sert bir yumruk hayatına mal olabilir.

Böyle bir durumda usta çalıştırıcılar hemen ringin ortasına bir havlu atarak boksörü ringden çekerler.

Çünkü gereğinden fazla gerçekçi olsa da neticede oyun bu, yenmek de var yenilmek de. Boksörün hayatını riske etmenin anlamı yok.

Bir daha ki sefere rövanşını alır…


İslam dünyasının uzun süredir yaşadığı durumu bundan daha güzel anlatacak bir örnek bulamadım.

İslam dünyasının Birinci Dünya Savaşında aldığı darbeyi ben bu grogi vaziyetine benzetiyorum.

Hangi şartlarda ve kimlerin gazıyla hazır olmadığı bu savaş ringine çıktığını ise bu makalede anlatmayacağım.

Neticede ringe çıktı ve beynine ağır bir darbe aldı.

Normalde Almanya ve Japonya’nın cihan harplerinden sonra yaptığı gibi havlu atması, teslim bayrağını çekmesi, dolayısıyla toparlanmasına bakması gerekirdi.

Ama öyle olmadı; çeşitli çevrelerin gazıyla hala ringde tutuluyor ve ringde sallandıkça goygoycular “aferin… maşallah… Allahu ekber…” nidalarıyla kendinde bir kudret vehmetmesini sağlıyorlar.

Ama her seferinde durumu biraz daha kötüleşiyor. Rakip de acımasız, gaddar hani.

Hatta rakibin düştüğü kötü durumdan istifade edecek kadar kalleş.

Geçmişte defalarca dayak yediği can düşmanını bu halde bulmuşken bırakmıyor. Vuruyor da vuruyor.

Özellikle taraftarlarına onun duyacağı şekilde ne kadar tehlikeli, ne kadar güçlü, ne kadar hazır olduğunu haykırmalarını sağlayacak algıları pompalamayı da ihmal etmiyor.

Böylece ringden çekilip yeni bir kapışmaya hazırlanmasına fırsat vermeden bu gelmiş geçmiş en büyük düşmanını ringde bitirmek, bir daha karşısına çıkamayacak hale getirmek istiyor.  

Hakem de belli ki bahis mafyasının adamı, maçı bitirmiyor.


Birinci Dünya Savaşı ringinde beynimiz dağıldı, Osmanlının dağılmasıyla birlikte.

Kuvvetimizi, aklımızı, cesaretimizi, tecrübemizi temsil eden Araplar, Türkler, Kürtler… beynin kontrolünden çıkmış bedenin organları gibi her biri yana savrulmuş.

Bedenin bütünlüğünü koruduğu anlamına gelen birlikte hareket, aynı amaca yönelme kabiliyeti ortadan kalkmış.

Bu saydığım kavimlerin farklı sınırlar içinde tutulması grogi vaziyetine girmiş boksörün organlarının arasındaki bağın kopması gibidir.

O yüzden her biri ayrı yerde çırpınıyor. Hatta her biri artık kendini gücü kuvveti yerinde ayrı bir beden sanıyor.

Nitekim bu sanının etkisiyle bazı ataklara kalkışıyorlar zaman zaman, ama grogi vaziyetindeki boksörün etkisiz, bilinçsiz, cılız salvoları gibi sadece biraz daha hırpalanmalarına yol açıyor. 


Kendimizi bağımsız, gücü kuvveti yerinde birer beden gibi hissetmemizi sağlamak için İslam aleminin dört bir yanında bağımsızlık savaşları verildi.

Neticede grogi halindeki boksörün çaresiz çırpınışları gibi rakibin puan almasından başka bir işe yaramadı bu savaşlar.

Bağımsızlık savaşlarının sonunda bütün bağımsızlar, Batılı değerleri benimsediler.

Bu, rakibin aldığı sağlam bir puandı. Biz ise kendimizi rövanşı almış sanıyorduk.

Beyin sarsılınca insan şeşi beş görürmüş. O vaziyet yani.


Bazıları bu ölümcül oyunu fark ettiler ve havlu atılmasını, şiddetin bir yana bırakılmasını istediler.

Ancak can düşmanını bu halde yakalamış kalleş düşman onu bırakacak değildi.

Bağımsızlık savaşlarından sonra beklenmedik şekilde İsrail kuruldu.

Beynin dağılması sonucu bedenden kopmuş bir organ olduğunu unutmuş ve kendini bağımsız bir beden sanan ümmetin bir kısmı doğal olarak savaşa girdiler.

Daha doğrusu ümmetin grogi vaziyetinin devam etmesi için ringde tutulmalarına bir bahane üretildi.

Bu durumu anlamaları çok pahalıya mal oldu. Hala anladıkları söylenemez ya.

Düşman bir puan daha aldı. Filistin, Araplar, Müslümanlar hırpalanmaya devam ediliyorlar.

Hindistan’da da bir oyun sahnelendi. Müslümanlar bağımsız kimlik için tarihi ana kıtalarından koptular.

Bugün Pakistan, Bangladeş gibi akıl almaz sorunlarla boğuşan yapılar ortaya çıktı.

İlk fetihlerden beri Hindu nüfusun çoğunlukta olmasına rağmen Müslümanların kontrolünde olan Hindistan’ın kaybedilmesi bir yana orada kalan Müslümanların da hayatı zindana çevrildi.

Düşman bir puan daha almıştı. Yani Pakistan ve Bangladeş kazanılmamış, tam tersine Hindistan kaybedilmiş oldu.

Al sana bir puan daha düşman hanesine yazıldı. Tıpkı Türkiye’de Anadolu'nun kazanılması ile Balkanların ve başka yerlerin kaybedilmesinin perdelenmesi gibi. 


Grogi olmuş, beyin sarsıntısı geçirmiş boksörün ringde tutulma süreci bir türlü bitmiyor.

Afganistan’da bir cihad kurgulandı bu sefer. Elli senedir sadece kendi kendini tüketen bir cihad.

İran İslam devrimi oldu sonra. Onun da içe dönük bir tehdit olarak algılanması sağlandı neticede. 


Arap Baharı süreci ise bu bağlamda sergilenen son oyun oldu.

Durumu iyice ağırlaşmış ümmet, kısa vadeli perspektifler dahi geliştiremedi.

Baharı başlar başlamaz kışa dönüştü. 


Salt devletler düzeyinde değil tabi, güya düşünce hareketleri düzeyinde de artık pestili çıkmış boksörün ringde kalması çabası verildi, veriliyor.

Zaten hazır olmadığı bir savaşa girmiş ümmet, bu sefer de kendini toparlanmasına fırsat verilmeden bitmeyen bir şiddet sürecinin içinde tükenmesi sağlanıyor.


Üniversiteler, akademya, aydınlar, din adamları… Herkes deyim yerindeyse devletlere, örgütlere, kurumlara gaz veriyor. 


Yüce Allah, Mekke döneminde henüz ayakları üzerinde duramayan Müslümanlara bu yüzden savaş çığırtkanlarına kulak asmamalarını tavsiye ediyordu;

Savaştan el çekin ve namaz kılın, zekat verin.


Çünkü o aşamada savaşa girecek olsalardı evrensel özgürlük mesajı İslam, daha o gün oracıkta boğulurdu.

Hindistan’da, Mısır’da, Türkiye’de ve daha başka yerlerde teenniyle hareket edilmesini telkin eden düşünce adamlarına rağmen savaş çığırtkanlarının gazına gelip akıl almaz bir şiddet furyasını başlatanların yüzünden, çağdaş özgürlük hareketi diyebileceğimiz İslami düşüncenin; bugün o lekeden sıyrılmak için çabalamak zorunda kalması gibi bir durumla karşı karşıya kalmayacaktık.


Mevcut durumu kavrayalım, etrafımızı doğru algılayalım, teenniyle hareket edelim ve günü gelince rövanşı alalım diye savaştan, şiddetten uzak durmak kaçınılmazdır.

Beni dinlemezler biliyorum, ama imkanım olsaydı, beynin kontrolünden çıkmış bir bedenin organları gibi sağa sola savrulan ümmetin çocuklarına şöyle seslenirdim:

Bir savaş vermiyorsunuz, yavaş yavaş öldürülüyorsunuz.

Sizi bu savaşa teşvik edenler, sizin kendinizi hala güçlü sanmanızı sağlayanlar sizin iyiliğinizi değil, tarih sahnesinden silinmenizi istiyorlar.

Tekrar toparlanmamız için bu maçı bitirin. Havlu atın!

Aksi takdirde kendinizi kaçınılmaz bir ölüme sürüklemekle kalmayacak bugün İslam’ın özgürleştirici baharını bekleyen zavallı insanlığın da umutlarının katili olacaksınız. 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU