ABD Başkanı Trump'ın Gazze planı, geçen haftanın en çok tartışılan gündemi oldu.
Gazze'de yaşanan vahşeti anlatmaya diller, kalemler, feryatlar yetmiyor.
Yaklaşık 70 bin insanın hunharca katledilmesi ve 2 milyonu aşkın kişinin yaşadığı bu coğrafyanın yerle bir edilmesi nasıl anlatılabilirdi ki?
Peki, bu plan ihanet mi yoksa teslimiyet mi?
Gazze'nin kurtuluşu gerçekten bu planla mı mümkün?
Farklı fikirler dile getirildi, yazıldı ve tartışıldı.
Olan bitene soğukkanlı bir şekilde bakarsak, aslında plan, tabiri caizse virajlı bir yolda bir sağa bir sola savrularak şu anda nispeten daha "orta" bir noktaya geldi.
Peki, bu "orta nokta" nedir?
Önce bunu söylemeden önce başa dönelim.
Biliyorsunuz, ABD öncülüğünde Türkiye, Katar, Pakistan ve Endonezya'nın da aralarında bulunduğu bir grup İslam ülkesi, bir plan taslağı hazırladı.
Başlangıçta bu taslak çok da olumsuz değildi.
Ancak Netanyahu ile ABD Başkanı Trump'ın görüşmesinin ardından, perde arkasında yaşanan gelişmeler planı İsrail'in istediği, Gazzelilere ise somut bir kazanım sağlamayan bir noktaya taşıdı.
Tam umutların tükendiği, "savaş tekrar devam edecek" denilen anda ise bir manevra daha gerçekleşti.
Ve bunda kabul etmek gerekir ki Türkiye'nin ciddi katkısı oldu.
Sonuç olarak plan, yeniden uygulanabilir bir noktaya geldi.
Peki, uygulanabilir mi?
Yoksa uygulanamaz mı?
Bu elbette bundan sonraki gelişmelere bağlı, ama en azından kısa bir tabirle söylemek gerekirse, "kapılar tamamen kapanmadı."
Barışa, umuda ve çözüme bir ışık, en azından bir tünelin ağzı gösterilebildi.
Peki bundan sonra neler olacak?
Tüm bunları birlikte izleyeceğiz.
Ama bu süreçten bir kez daha öğrendik ki; savaşmaktan ziyade diplomasi, kamuoyu, iç ve dış destek gibi unsurlar, en az savaş kadar hatta savaştan daha belirleyici.
Son gelinen noktada ise ibre İsrail'in aleyhine döndü.
Tabii tekrar vurguluyorum: bundan sonra doğru adımlar atılabilirse.
Ne oldu, ne bitti, kaç derecelik virajlardan geçtik… Bu detaylara girmeyeceğim.
Şimdi, bundan sonrası hakkında kendi değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum.
Defalarca söylediğim gibi, Hamas'a gaz vererek, onları pohpohlayarak ya da Hamas'ın doğrularıyla birlikte tüm yanlışlarını da onaylayarak bir mesafe alamayız.
Burada netleşmesi gereken tarafların başında Filistinliler, özellikle de Hamas yöneticileri geliyor.
Filistinlileri daha önce uzun uzun anlatmıştım:
İsrail'de, kabaca 3 ana grup var; DTA (Detaylı Toplumsal Analiz) çerçevesinde inerseniz 13, hatta 23 gruptan bahsedilebilir.
Bugün de temel olarak tablo değişmedi:
- Birinci grup, İsrail vatandaşlığını kabul etmiş, 1948'de bu statüyü kazanmış ve hâlen devam ettiren 2 milyonu aşkın Arap ve Filistinli. Bu grubun içinde Hristiyanlar da var; ancak büyük çoğunluğu (yüzde 90-95) Müslüman.
- İkinci grup, Ramallah merkezli ve Yaser Arafat'ın çizgisinde olanlar; bugün Mahmud Abbas'ın temsil ettiği, iki devletli çözümü savunanlar. Bu gruba göre İsrail'de Yahudiler, Filistinliler, Araplar, Müslümanlar ve Hristiyan Araplar birlikte yaşayacak; sınırlar ve ilişkiler detaylı şekilde düzenlenecek.
- Üçüncü grup ise, Hamas.
Daha önce de belirtmiştim, "iki devletli çözüm"ü savunan Mahmud Abbas yönetimindeki Batı Şeria'da yaklaşık 2 buçuk milyon insan yaşıyor.
Hamas'ın kontrolündeki Gazze'de ise 2 milyonun biraz üzerinde, yaklaşık 2 milyon 100 bin kişi bulunuyor.
Kısaca 3 ana kesim var:
- İsrail vatandaşı olanlar;
- iki devletli çözümü savunanlar;
- İsrail'i tanımayan, savaşa devam diyen Hamas çizgisindekiler.
Türkiye'nin de imza attığı ve bütün dünyanın, özellikle Arap ülkelerinin kabul ettiği çözüm, "iki devletli çözüm."
Yani, Batı Şeria'da bir Filistin devleti olacak ve aynı zamanda İsrail varlığını sürdürecek.
Ancak Netanyahu bunu kabul etmiyor.
Bundan önceki dönemde, bu planı destekleyen ABD Başkanı Clinton da büyük zorluklar yaşadı.
Öyle komplolar ve baskılarla karşılaştı ki, siyonist çevrelerin etkisiyle kişisel hayatına dair detaylar dava dosyalarına kadar taşındı.
Clinton adeta bu sürece hapsolmuştu.
Batı dünyasında iki devletli çözümü isteyenler olduğu gibi istemeyenler de var.
İstemeyenlerin büyük kısmı, İsrail'i destekleyen siyonist çevrelerden oluşuyor.
Şimdi işin temel noktası şu:
Hamas iki devletli çözümü kabul ediyor mu, etmiyor mu?
Şu ana kadar etmiyor.
Peki, kabul edecek mi, etmeyecek mi?
İşte planın en hassas noktası burası.
Çünkü şu an gelinen nokta, kısmen olumlu bir yöne doğru evrilmiş gibi görünüyor.
Tabii çok ihtiyatlı cümleler kuruyorum; bu sürecin olumlu bir yöne evrilip evrilmeyeceğini, yoluna sağlıklı şekilde devam edip edemeyeceğini şu an bilmiyoruz.
Bunu hep birlikte göreceğiz: Hamas iki devletli çözümü kabul edecek mi, etmeyecek mi?
İşte bu noktada, Türkiye'nin de desteklediği çözümün içinde şu hususlar var:
Hamas mevcut siyasetini ve politikasını terk edecek.
Hatta bilinen kadroları siyasetten, politikadan ve yönetimden çekilecek.
Peki, Hamas bunu kabul edecek mi, etmeyecek mi? İşte esas sorun bu.
Yani İsrail ile savaşa devam etmek yerine, kısmen anlaşmaya dayalı "iki devletli bir çözüm"ü hayata geçirmek söz konusu.
Biliyorsunuz, tüm barışlar ve anlaşmalar sorumludur.
Hiçbir zaman "anlaşma" veya "barış" dediğinizde bir tarafın tamamen kazanıp diğerinin tamamen kaybettiğini söyleyemeyiz.
Barış, anlaşma genellikle iki tarafın da tamamen memnun olmadığı, radikallerinin tatmin olmadığı çözümler üzerinden sağlanır.
Bunun ötesinde ise zoraki barışlar vardır.
II. Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya'nın yenilmesi gibi, Batılıların galip olarak istediklerini tek taraflı ve zorla dikte ettirdiği durumlar da bunun örneğidir.
Tek taraflı, istenmeden imzalanan barış anlaşmaları aslında ertelenmiş savaşlardır; bu da tarihin bir gerçeğidir.
Bu nedenle "barış" kelimesi kulağa kolay gelebilir, ama özünde, iki tarafın da tamamen isteğinin olmadığı bir noktada orta bir zeminde buluşmayı ifade eder.
Peki, Hamas bunu yapabilecek mi?
Siyasetten çekilecek mi, çekilmezse politikalarını değiştirecek mi?
İşte asıl soru bu: İki devletli çözümü kabul edecek mi?
Çünkü Türkiye, bütün gücüyle bu çözümü destekliyor.
Aynı şekilde Pakistan, Endonezya ve Katar da bu noktada Türkiye ile aynı çizgide.
Eğer bu tezlerde sağlam bir duruş sergilenir ve samimiyetle yola devam edilirse, oradan bir şey çıkabilir.
Bu, PKK'nin silah bırakması meselesine benziyor:
40 yılı bulan bir silahlı dönemin ardından böyle bir noktaya gelinmiş olsaydı, o silahlar yıllarca neden kullanıldı?
En azından son çözüm sürecinden bu yana geçen 12 yılda neden zaman kaybedildi?
Bu soruların muhatabı sadece dış güçler değil; Hamas'a da sorulması gerekir:
Eğer bu noktaya ulaşılacak idiyse, 70 bin insan neden öldü, bütün bir bölge neden yıkıldı?
Bu tür soruları gündeme getirdiğinizde ne yazık ki, bazıları -sıcak odalarında, televizyon karşısında çayını-kahvesini içen, Hamas'a destek verenler- size hakaret eder, bağırır çağırır.
Siyasetin acı gerçeği budur.
Bu yüzden bir işe girişirken sonunu, başını çok iyi düşünmek gerekir.
Eğer PKK'nin ya da Hamas'ın bugün geldiği noktaya benzer bir noktaya ulaşılacaksa, bu kadar ağır bedeller ödememek için tedbirli olmak, erken teşhis koymak ve uyaranlara kulak vermek zorundayız; onları suçlamak yerine dinlemek gerek.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish