Modern dünyada yaşadığımız belki de en büyük epistemolojik kriz, "hakikat sonrası" ya da post-truth olarak adlandırdığımız dönemde kendini gösteriyor.
Bu dönemde objektif gerçekler, kişisel inançlar ve duygusal çekicilik karşısında ikinci plana düşerken, tarih yazımı ve coğrafi temsil gibi temel bilgi alanları radikal bir dönüşüm geçiriyor.
Özellikle dijital teknolojilerin sunduğu yeni olanaklar, geleneksel bilgi otoritelerini sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda tamamen yeni anlatı biçimleri yaratıyor.
Dijital çağda tarihin yeniden inşası
Tarih yazımı, her zaman iktidar ilişkileri içinde şekillenmiş bir alan olmuştur.
Ancak günümüzde bu süreç, sosyal medya platformları, alternatif haber siteleri ve kullanıcı tarafından üretilen içerik sayesinde demokratikleşirken, aynı zamanda çok daha karmaşık hale gelmiştir.
Wikipedia gibi açık kaynak projelerin yanı sıra, YouTube videolarından podcast'lere, blog yazılarından X zincirlerine kadar çok çeşitli mecralarda tarihsel anlatılar üretiliyor ve yaygınlaştırılıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu yeni durumda, geleneksel akademik tarihçilik ile popüler tarih anlatıları arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor.
Önceden sadece uzmanların erişebildiği arşiv belgelerine dijital ortamda kolayca ulaşılabilirken, bu belgelerin yorumlanması ve bağlamlandırılması herkesin yapabileceği bir faaliyet haline geliyor.
Bu durum, tarihsel bilginin demokratikleşmesi açısından olumlu gelişmeler barındırsa da aynı zamanda tarihin çarpıtılması ve yeniden yazılması için de benzeri görülmemiş olanaklar sunuyor.
Tarihin manipülasyonu: Yeni tehditler
Post-truth dönemin en tehlikeli özelliklerinden biri, tarihin sistematik olarak yeniden yazılabilmesidir.
Bu süreç çok farklı biçimlerde kendini gösterir: hiç olmamış olayların gerçekmiş gibi sunulması, belgelerin bağlamından koparılarak tamamen farklı anlamlarda kullanılması, büyük tarihsel zaferlerin küçümsenmesi ya da tamamen inkârı.
Post-truth ortamında bilginin kaynağı ve üreticisinin kimliği ikinci plana düştüğü için, insanlar duygusal olarak kendilerine çekici gelen anlatılara daha kolay inanma eğilimi gösteriyor.
Örneğin Türk İstiklal Harbi gibi bir milletin kimlik inşasında kritik rol oynayan tarihsel olaylar bile çarpıtılabiliyor.
Bazı çevreler, Yunanlıların kendi istekleriyle çekildiği, Türk ordusunun aslında askeri bir zafer kazanmadığı gibi tamamen tarihsel gerçeklere aykırı iddialar öne sürebiliyor.
Bu tür yaklaşımlar, objektif tarihsel belgeleri ve arşiv kayıtlarını görmezden gelerek, sadece ideolojik amaçlara hizmet eden alternatif anlatılar yaratıyor ve toplumsal hafızayı hedef alıyor.
Benzer şekilde, etnik grupların belirli coğrafyalardaki varlığını abartmak ya da tamamen inkâr etmek için de tarihsel veriler manipüle ediliyor.
Osmanlı döneminde Anadolu'nun demografik yapısı, Kafkasya'daki etnik dağılım ya da Balkanlar'daki tarihsel hakimiyet alanları gibi hassas konularda, farklı gruplar kendi savlarını güçlendirmek için seçici tarih okumalarına başvuruyor.
Tarihteki büyük olaylar, gerçek dışında farklı gruplara mal ediliyor, sahiplendiriliyor.
Fikirlerin bilgiye dönüşümü: Post-Truth'un en büyük tehdidi
Post-truth dönemin belki de en yıkıcı özelliği, objektif bilgi ile öznel fikir arasındaki sınırın tamamen ortadan kalkmasıdır.
Geleneksel bilgi üretim süreçlerinde aranan şeffaflık, doğrulanabilirlik ve çoklu kaynak kontrolü yerini, "benim gibi düşünen birinin söylediği doğrudur" mantığına bırakmıştır.
Bu durum, tarih ve coğrafya gibi hassas alanlarda çok daha tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır.
İdeolojik yakınlık artık bilimsel metot ve kanıtın yerini almıştır.
İnsanlar, kendi siyasi görüşlerine yakın olan bir YouTuber'ın tarih anlatımını, üniversite hocasının akademik makalesinden daha güvenilir bulabilmektedir.
Coğrafi konularda da benzer durum söz konusudur: etnik kimliğini paylaştığı bir aktivist blogger'ın harita yorumları, resmi istatistiklere tercih edilmektedir.
Bu değişim sadece bireysel tercihler düzeyinde kalmıyor, toplumsal ölçekte "alternatif bilgi ekosistemlerine" yol açıyor.
Her ideolojik grup kendi tarihçilerini, coğrafyacılarını ve uzmanlarını yaratırken, bu uzmanların tek niteliği ideolojik sadakat oluyor.
Sonuç olarak aynı toplum içinde, aynı tarihsel olay ya da coğrafi gerçeklik hakkında tamamen çelişkili ama eşit derecede "doğru" kabul edilen anlatılar dolaşıma giriyor.
Uzamsal haritalar ve gerçekliğin coğrafyası
Coğrafya ve haritacılık alanında yaşanan dönüşüm, belki de post-truth dönemin en somut örneklerinden birini oluşturuyor.
Google Maps, OpenStreetMap gibi dijital harita platformları, coğrafi bilginin üretilmesi ve dağıtılmasında geleneksel kurumların rolünü büyük ölçüde ele geçirmiş durumda.
Bu platformlar, kullanıcıların kendi deneyimlerini ve gözlemlerini haritaya işleyebilmesine olanak tanırken, aynı zamanda objektif coğrafi gerçekliğin ne olduğu sorusunu da karmaşık hale getiriyor.
Sınır anlaşmazlıkları, toprak sahipliği iddiaları ve etnik coğrafyalar gibi hassas konularda, farklı grupların kendi haritalarını üretmesi ve yaygınlaştırması sıkça karşılaştığımız bir durum.
Kırım Yarımadası'nın hangi ülkeye ait gösterildiği, Kudüs'ün haritadaki konumu ya da Ege adalarının isimlendirilmesi gibi konularda, aynı coğrafi alan için birden fazla "gerçek" harita bulunabiliyor.
Etnik demografinin manipülasyonu
Post-truth dönemde harita üretiminin en sorunlu alanlarından biri, etnik grupların demografik ağırlığının gerçeği yansıtmayacak şekilde temsil edilmesidir.
Güncel bir örnek, Kuzey ve Doğu Suriye'de SDG (Suriye Demokratik Güçleri) kontrolündeki bölgelerin haritalamasında görülüyor.
Bu bölge Suriye topraklarının yaklaşık beşte ikisine karşılık gelmesine rağmen, haritalar genellikle tüm alanın Kürt çoğunluklu olduğu izlenimini yaratıyor.
Oysa gerçekte, Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu yerler esas olarak Kuzey Suriye’de, üç şehirle sınırlı durumda.
Benzer manipülasyonlar tarih boyunca farklı bölgelerde görülmüştür.
Balkanlarda Osmanlı döneminde yaşayan farklı etnik grupların bugünkü ülke sınırları içindeki dağılımı, Kafkasya'da Ermenilerin, Gürcülerin ve diğer halkların tarihsel varlık alanları, ya da Orta Asya'daki Türk boylarının yerleşim bölgeleri gibi konular, siyasi amaçlarla sürekli yeniden haritalaştırılıyor.
Bu durum, haritaların sadece teknik birer araç olmadığını, aynı zamanda siyasi ve ideolojik söylemlerin taşıyıcısı olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.
Dijital ortamda herkesin harita üretebilmesi, bu tür manipülasyonların çok daha kolay yayılmasını ve normalleşmesini sağlıyor.
Yapay zeka ve makine öğrenmesi teknolojilerinin gelişimi, bu konuda hem fırsatlar hem de tehditler yaratıyor.
Bir yandan, büyük veri kümelerinin analizi sayesinde geçmişte fark edilmeyen tarihsel kalıpları ve coğrafi ilişkileri keşfetmek mümkün hale gelirken, öte yandan deepfake teknolojileri ve yapay görüntü üretimi, sahte tarihsel belgeler ve haritalar yaratma konusunda benzeri görülmemiş olanaklar sunuyor.
Toplumsal sonuçlar ve gelecek perspektifleri
Post-truth dönemde tarihin yeniden yazılması ve uzamsal haritaların manipülasyonu, sadece akademik ya da teknik birer mesele olmanın çok ötesinde toplumsal sonuçlar doğuruyor.
Farklı grupların kendi gerçekliklerini yaratması ve bu gerçekliklerin dijital ortamda güçlenmesi, toplumsal kutuplaşmanın artmasına ve ortak bir zemin bulmanın zorlaşmasına yol açıyor.
Özellikle genç nesillerin bilgiyi büyük ölçüde dijital kaynaklardan edindiği bir dönemde, eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesi ve çoklu kaynak kullanımının özendirilmesi kritik önem taşıyor.
Eğitim sistemlerinin bu yeni gerçekliğe uyum sağlaması, sadece teknik bilgilerin aktarılması değil, aynı zamanda epistemolojik farkındalığın da artırılmasını gerektiriyor.
Sonuç olarak, post-truth dönem sadece bilginin üretilmesi ve tüketilmesi biçimlerini değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda gerçekliğin kendisi hakkındaki anlayışımızı da kökten dönüştürüyor.
Bu dönüşümle başa çıkabilmenin yolu, teknolojik gelişmeleri körü körüne reddetmek ya da kabul etmek değil, onları eleştirel bir gözle değerlendirerek toplumsal faydaya dönüştürecek mekanizmalar geliştirmekten geçiyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish