10. Yargı Paketi olarak anılan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 1 Haziran 2025'te Adalet Komisyonu'nda kabul edilmesinin ardından, Meclis Genel Kurulu'nda görüşülerek 4 Haziran 2025 tarihinde yasalaştı.
Yargı paketine ilişkin 7550 sayılı kanun metni incelendiğinde, ceza hukukuna ilişkin değişiklikleri iki grupta toplamak mümkündür.
Bunlardan ilki, maddi ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerdir. Bu kapsamda, teşebbüs hükümlerinin tatbiki halinde verilecek ceza miktarları ile tehdit, kasten yaralama ve trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokma suçları için kanunda öngörülen ceza miktarlarının artırılması öngörülmüştür.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Böylece ceza hukukunda, suçla mücadelede tek aracımız "ceza miktarlarını artırmaktır" şeklindeki hatalı suç politikası yaklaşımı sürdürülmüştür.
İkinci grup düzenlemeler ise, infaz hukukuna ilişkindir. Yargı paketi gündeme geldiğinde, kamuoyunda hapis cezalarının infazına dönük, erken tahliyeye imkan verecek hükümler ihtiva edeceği konusunda bir beklenti oluşmuştu.
Ancak yasalaşan metin, bu beklentileri karşılamaktan uzaktır. Gerçekten 5275 sayılı İnfaz Kanununda yapılan değişikliklerle özel infaz usullerinin tatbik sahası genişletilmiş, ikinci kez mükerrirlerin koşullu salıverilmeden -ve buna bağlı olarak denetimli serbestlikten- faydalanmasına imkan tanınmış, diğer taraftan iyi halli hükümlülerin, denetimli serbestlik tedbirinden yararlanabilmek için 5 günden az olmamak üzere, koşullu salıverilme tarihine kadar infaz edilecek cezanın en az 10'da 1'ini kurumda geçirmeleri zorunlu hale getirilmiştir.
"Her hapis cezasının bir yatarı olsun" prensibinin yasaya eklenmesi
İnfaz kanununda yapılan değişiklikler yönünden ön plana çıkan, hapis cezasına mahkum olan her hükümlünün, bu cezanın en azından bir kısmını mutlaka infaz kurumunda çekmesini öngören düzenlemedir.
Adalet Komisyonu raporunda, söz konusu düzenleme ile maktu uygulanan denetimli serbestlik süresinde değişikliğe gidilmeksizin, cezanın ıslah fonksiyonunun gerçekleştirilmesinin amaçlandığı belirtilmişse de burada asıl amacın, bir suç işleyen kişi yönünden toplumda ortaya çıkan "cezasızlık algısının" önüne geçmek olduğu anlaşılmaktadır.
Suç işleyen hükümlünün ceza infaz kurumunda bir süre kalması, koşullu salıverilme süresi ile buna eklenen denetimli serbestlik süresinin adeta bir paket gibi peşin uygulanmasıyla ortaya çıkan girdi-çıktı uygulamasına son verilmesi açısından olumlu olmakla birlikte, buna ilişkin düzenleme birkaç nedenle eleştiriye açıktır.
Şöyle ki;
Öncelikle İnfaz Kanunu'nun 105/A maddesinin birinci fıkrasına eklenen "hükümlünün bu infaz usulünden yararlanabilmesi için beş günden az olmamak üzere koşullu salıverilme tarihine kadar ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken sürenin en az onda birini ceza infaz kurumunda geçirmiş olması gerekir" şeklindeki ifadenin, komisyon raporunda belirtildiği gibi ıslaha nasıl bir katkı sağlayacağı belirsizdir.
Belirtmek gerekir ki infazın, kanunda öngörülen sistem çerçevesinde yürütülerek cezanın, caydırıcılık ve ıslah amaçlarına uygun çektirilmesi, kanununda bir infaz usulü olarak yer verilen koşullu salıverilmenin, mantığına varlık sebebine uygun şekilde tatbikine bağlıdır.
Şartla salıverme iki sacayağından oluşur, birincisi hükümlünün cezasının bir kısmının infaz edilmesidir, ki bu ıslahı gerçekleştirmeye elverişli iyi hali değerlendirmeye uygun bir süre olmalıdır, ikincisi de salıverme sonrasında hükümlüyü toplum içerisinde yalnız başıboş bırakmama denetimli bir serbestlikte tutmaktır.
Halbuki bizim infaz sistemimizde şartla salıvermenin denetim süresi içerisinde uygulanması gereken (İnfaz Kanunu madde. 107 kapsamında), denetimli serbestlik kurumuna, şartla salıverme öncesi salıverme olarak bir fonksiyon yüklenmesi (İnfaz Kanunu madde 105A ) cezasızlık algısının temel sebebidir.
Bu kurumun kaldırılması, şartla salıverme kurumunun aslına uygun düzenlenmesi ve uygulanması, suçla mücadelede cezaları artırarak ilerleme politikasından vazgeçilmesi, hatta TCK'da bu şekilde artık aşırıya kaçan cezacı yaklaşımın terk edilerek, ilgili suça haksızlık içeriğine uygun, makul ve infaz edilecek bir ceza öngörülmesi şarttır. Y
oksa bir kimseyi beş on gün cezaevi koşullarına tabi kılmak onun ıslahından ziyade, hapse girmiş olma şeklinde tezahür eden toplumun onur kırıcı bir hükmünün ifasını sağlar.
Hâlbuki genel önlemede dürüst bir vatandaşı korkutan şey, hapse girmiş, çıkmış olmak lekesidir.
Bu şekilde lekelenen vatandaşı suç yolundan döndürecek manevi engeller yıkılmış olmaktadır.
Oysa böyle bir manevi engeli mutlak bir zorunluluk olmadıkça yıkmamak toplumun menfaatinedir.
sosyal yaşamda kısa süre için de olsa cezaevine girmiş kimselere karşı olumsuz bir tavır sergilenir.
Bu ise o kişinin toplumsal yaşamını zorlaştırır. İş, çevre ve ailesiyle olan ilişkisini gereksiz yere bozar.
Aynı zamanda bu durum zaten aşırı kalabalık olan cezaevlerindeki yoğunluğu ve infaz masraflarını artırır, cezaevleri sadece insanları kapalı bir yere kapattığımız yerler olur. Bu çağdaş infaz sistemlerinin amaçladığı bir şey değildir.
Bugüne kadar infaz aşamasında koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik hesabı sonucunda yapılan "girdi-çıktı" uygulaması, cezasızlık algısının bir yönünü oluşturmaktadır.
Koşullu salıverilmenin tatbikine ilişkin sorunlar çözülmeden, iyi hal uygulamasında disiplin cezası almamış olmak dışında bir bireyselleştirme yapılmadan, peşin koşullu salıverilme uygulaması devam ettiği müddetçe cezasızlık algısı ortadan kaldırılamaz.
Özel infaz usullerinin kapsamının genişletilmesi
7550 sayılı Kanun'un 15'inci maddesiyle infaz kanununa eklenen özel infaz usullerinin uygulama alanının genişletilmesini öngören hükümler, bunlara ilişkin münferit uygulamayı anlamlı hale getirmesi bakımından olumludur.
Hapis cezasının özel infaz usulleri, esasen kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların kurumda çektirilmesinden kaynaklanan mahzurları ortadan kaldırmak üzere kabul edilmiştir.
Ancak zaman içerisinde hukukumuzda bu infaz usulleri, 7550 sayılı Kanunla getirilen düzenlemeden de açıkça anlaşıldığı üzere, artık uzun süreli hapis cezalarının (şartla salıverme ve bize özgü eklenti denetimli serbestlik uygulaması sebebiyle) kısa süreli infazına çare olarak evrilmiştir.
Hukukumuzda kısa süreli hapis cezalarının özel infaz şekilleri; hafta sonu, geceleri ve hükümlünün konutunda olmak üzere üç başlıkta incelenebilir.
Hapis cezasının infazında kural, kısa süreli de olsa klasik şekilde, yani kesintisiz bir biçimde infaz kurumunda gerçekleştirilmesidir.
Özel infaz usulleri ise, cezanın klasik infazına bir istisna teşkil eder. Hükümlünün cezası geceleri ya da hafta sonları infaz edildiğinde, cezanın infazı aralıklarla gerçekleştirilmiş olur.
Hükümlünün konutunda çektirildiğinde de ceza infaz kurumunun dışında infaz edilmiş olmaktadır.
7550 sayılı Kanunla getirilen düzenleme, en azından ceza sınırları itibarıyla pek çok kişinin üstteki kısa sürede olsa bir müddet cezaevine girme koşulundan kaynaklanan mahzurlara maruz kalmamasını sağlayacaktır.
Bu kapsamda infaz kanununun 110'uncu maddesi çerçevesinde gündeme gelen hafta sonu veya geceleyin infazın kapsamı kasıtlı suçlarda 1 yıl 6 aydan 3 yıla, taksirle ölüme sebebiyet verme suçu hariç taksirle işlenen suçlarda 3 yıldan 5 yıla çıkarılmıştır.
Ayrıca birinci fıkraya eklenen düzenleme ile hafta sonu infaz usulü, hükümlünün iş yaşamı ve ailevi durumu ile ceza infaz kurumlarının düzen ve işleyişine göre ceza infaz kurumu tarafından, süresi aynı olmak koşuluyla hafta içi günlerde de uygulanabilecektir.
Konutta infaz bakımından ise; kadın, çocuk veya 65 yaşını bitirmiş hükümlüler bakımından toplam 3 yıl, 70 yaşını bitirmiş kişiler yönünden toplam 4 yıl, 75 yaşını bitirmiş kişiler yönünden toplam 5 yıl ve fıkraya eklenen d bendine göre 80 yaşını bitirmiş kişiler yönünden toplam 6 yıl hapis cezasının konutta infazına karar verilebilecektir.
Konutta infaz açısından maddenin üçüncü fıkrasında da değişikliğe gidilerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar hariç olmak üzere hapis cezasına mahkum olan veya adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen hükümlülerden 16'ncı maddenin üçüncü fıkrasında belirlenen usule göre maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği tespit edilen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilenlerin cezasının konutunda çektirilmesine infaz hâkimi tarafından karar verilebileceği hükme bağlanmıştır.
Cezanın özel infaz usulleri, üstte de ifade ettiğimiz üzere aslında kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin çarelerdendir.
Ancak ülkemizde bu usuller artık uzun süreli hapis cezalarına alternatif olarak uygulanmak zorunda olduğundan, özel infaz usulüne göre çektirilen hapis cezalarında 2020 yılında şartla salıverme imkan dahiline getirilmiş, nihayet 7550 sayılı kanunla denetimli serbestlikle şartla salıverme süresinden önce infazın bu şeklinin de sonlandırılması imkan dahiline getirilmiştir.
Gerçekten ilgili 110'uncu maddenin 5'inci fıkrasında yapılan değişiklikle "cezanın özel infaz usulüne göre çektirilmesine karar verilenler hakkında tabi oldukları infaz rejimine göre koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı hükümleri uygulanır" artık hükümlü hakkında her iki kurumun tatbikine imkan sağlanmıştır.
İkinci defa tekerrürlere şartla salıverilme imkanı getirilmesi
7550 sayılı Kanun'un 14'üncü maddesiyle 5275 sayılı İnfaz Kanunu'nun 108'inci maddesinin 3'üncü fıkrasında değişikliğe gidilmiş ve anılan hükümde, ikinci kez mükerrirler bakımından mevcut olan koşullu salıverilme yasağı kaldırılmış, süreli hapis cezalarında cezanın dörtte üçünün infazı ile bu hükümlülerin şartla salıverilmesi mümkün kılınmıştır.
Böylece önceki mahkumiyete, infaza rağmen, bir çok kez kastlı suç işleyen mükerrirlere tahliye imkanı sağlanmıştır.
Bu kişilerin şartların mevcudiyeti halinde açık ceza infaz kurumuna ayrılması olanaklı olup bu durum, denetimli serbestliğin tatbikine de imkan sağlayacaktır.
Bununla birlikte 108'inci maddenin ikinci fıkrasına yapılan ilave ile ikinci tekerrür nedeniyle koşullu salıverilme süresine eklenecek miktarın, tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olması mümkün kılınmıştır.
Kamuoyunun İnfaz Kanunu Geçici 10'uncu maddenin genişletilmesi beklentisi karşılanmamıştır
5275 sayılı Kanun'un Geçici 10'uncu maddesi ile ilgili bir düzenlemeye teklifte yer verilmemesi dikkat çekicidir.
Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi, 19 Nisan 2024 tarihli Resmi gazetede yayımlanan 2023/148 Esas, 2024/70 Karar sayılı içtihadıyla Geçici 10'uncu maddenin 6 numaralı fıkrasında yer alan "31.07.2023 tarihi itibarıyla kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler" ifadesini anayasaya aykırı bulmayarak iptal etmemişti.
Anayasa Mahkemesi bu kararında normun kapalı ceza infaz kurumlarında oluşacak yoğunlukların önlenmesini amaçladığı, bizatihi açık ceza infaz rejimine geçişi desteklediği, hükümlülerin iyileştirilmesi, topluma kazandırılmasını hedeflediği, kanun koyucunun takdir yetkisi içinde olduğu gerekçelerine yer vermiştir.
Diğer bir ifadeyle düzenlemeyi sadece açık ceza infaz kurumuna ayrılma meselesi olarak anlamış ve bu anlayışa göre karar vermiştir.
Halbuki bu düzenleme belirli bir tarihte kapalı cezaevinde bulunan hükümlüler lehine, büyük infaz avantajları getirmekte olup, bu şekilde kapalıdan açığa geçen hükümlüler, en az 3 ay açık cezaevinde kaldıktan sonra, bağlı oldukları mevzuata göre 3 yıl erken şartla salıvermeden faydalanma imkanına sahip olmuşlardır.
Bu itibarla çektirilecek cezanın infazında bu denli bir avantaj getirildiği tartışılmaksızın, fıkranın devamı değerlendirilmeksizin, sadece konuyu açık cezaevine ayrılma ve cezanın kalan kısmının açık cezaevinde çektirileceği gibi bir anlayışla verilen karar, açıkça hukuka ve Anayasaya aykırıdır.
Doğru değildir. Burada esas olan suç tarihidir.
Bu denli lehe bir düzenleme içeren hükümden, suç tarihine bakılmaksızın, belirli bir tarihten önce kapalı ceza infaz kurumunda bulunanların yararlanacağının düzenlenmesi, cezanın layıkıyla infazı ile gerekçelendirilemez.
Aynı tarihte aynı suçu işleyen bir hükümlü ilgili tarihte kapalı cezaevinde ise 3 ay açık cezaevinde kalıp tahliye olurken, bir diğeri henüz hüküm kesinleşip infaza bu tarihten sonra başlandığından ceza miktarına göre belki birkaç yıl kapalı ve açık infaz kurumunda kalmadan tahliye imkanına sahip değildir.
Böyle bir düzenlemenin tek bir amacı vardır.
Bu amaç cezanın rehabilitasyona, ıslaha elverişli infazı ve kamu yararı değil, cezaevlerinde yer kazanmak gayesidir.
Öte yandan bu düzenlemenin hukuka uygun olduğunu kabul etmek, kanun yoluna başvuru nedeniyle hükmün henüz kesinleşmemesinin sorumluluğunu da sanığa yüklemek anlamına gelir.
Zira kanun yoluna başvurmayıp ya da başvurup geri çekerek infazına başlanan ile kanun yolu müracaatının sonucunu bekleyen kişiler arasında izahı güç bir infaz farkı oluşturulmuştur.
Bunun hukuk devleti vasfı ile bağdaştırılması mümkün değildir.
Ne varki Yargı Paketinde bu konunun düzeltileceği yönündeki toplumsal beklenti karşılanmamış, 31 Temmuz 2023 tarihinden önce suç işleyip de hakkında hükmedilen ceza daha sonra kesinleşen hükümlülere, denetimli serbestlikten yararlanma imkanının tanınmaması dolayısıyla ortaya çıkan eşitsizlik giderilmemiştir.
Resmi makamlarca bu hususta şimdiye kadar yapılan açıklamalar dolayısıyla elli binden fazla hükümlünün haklı beklentilerini de karşılıksız bırakmıştır.
Bu nedenle en geç önümüzdeki adli yıl içerisinde bu hususta bir kanun değişikliğinin daha gündeme gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Toplumsal refleksler gözetilerek bazı suçlarda ceza miktarlarının artırılması
7550 sayılı Kanun ile 5237 sayılı TCK'nın muhtelif hükümlerinde öngörülen ceza miktarlarının artırılması yoluna gidilmiştir.
Bu kapsamda öncelikle Kanun'un 35'inci maddesinin ikinci fıkrasındaki cezalar; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine "14 yıldan 21 yıla", müebbet hapis cezası yerine "10 yıldan 18 yıla" kadar hapis cezası olacak şekilde değiştirilmiştir.
Komisyon raporunda yer verilen gerekçede şöyle denilmiştir:
5237 sayılı Kanunun 86 ve 87'nci maddelerinde yer alan cezaların alt ve üst sınırlarında Teklifle yapılan artırıma uyum sağlanması amacıyla, suça teşebbüs halinde faile ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezaları yerine verilecek süreli hapis cezasının alt ve üst sınırında artırım yapılmaktadır. Böylelikle, suç ve cezalar arasındaki ölçülülük ve orantılılığın korunması ile ceza adaletinin sağlanması yanında suçla daha etkin mücadele edilmesi amaçlanmaktadır.
Teşebbüsün, TCK'nın genel hükümler, içerisinde yer alan ve kasten işlenen tüm suçlarda uygulama kabiliyeti bulunan bir kurum olduğu dikkate alındığında, bu gerekçenin makul ve değişikliği açıklamaya muktedir olduğu söylenemez.
Bilakis genel hükümler kapsamındaki hükümlerde, çok daha kapsayıcı ve tatmin edici gerektirici sebeplerin mevcut olması halinde değişikliğe gidilmesi gerekir.
Muhakeme ve infaz değişikliklerinde güncel ihtiyaçlar ön plana çıkabilmekteyse de maddi ceza hukukunun genel hükümlerine ilişkin düzenlemelerde bu türden ihtiyaçların söz konusu olduğundan söz etmek ekseriyetle mümkün değildir.
Bunun dışında kanun ile kasten yaralama ile temel şeklindeki artırım bakımından orantılı olması amacıyla neticesi sebebiyle kasten yaralama ve trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokma suçlarının cezalarında da artırıma gidilmiştir.
Tehdit suçunun yaptırımında da artırıma gidilmiştir. Biz en başta da ifade ettiğimiz üzere, "suçla mücadelede altın kural, cezasını artırmaktır" tarzındaki politikanın yanlışlığını 2005 yılından beri her fırsatta dile getiriyoruz.
İnfaz sisteminde yaşadığımız sorunların önemli bir sebebi bu "cezacı yaklaşımın" benimsenmesidir.
Tabir yerinde ise, çocuklarını terbiyede, dayak unsurunu benimseyen ebeveyn gibi bir yaklaşımdır bu.
Suç işlenmesinin önlenmesi, suçluluğun azaltılması, devletin sosyal, ekonomik, kültürel aktiviteleriyle eğitime verilen önem ve değer sayesinde mümkün olabilir.
Suçların cezalarının artırılması, kültür sabit kaldığı müddetçe, işlenen suçların kontrolünde, azalmasında bir fayda sağlamayacaktır.
Ülkemizde ise herhangi bir alanda toplumu rahatsız edici bir yöneliş ya da belirli bir suç kategorisinde artış ortaya çıktığında, bu duruma sebebiyet veren amillerle sosyoloji, psikoloji, tıp, iktisat, kriminoloji, viktimoloji gibi bilimlerin verileriyle mücadele etmek yerine, acilen suç değilse suç olarak düzenleme, zaten bir suç tipi varsa cezaların artırılması çare olarak seçilmekte, ceza hukukunun en önemli prensibi olan ölçülülük, göz ardı edilmektedir.
Bitirirken..
İnfaz kanunlarında yapılan değişikliklerden bazıları gerekli ve olumlu olmakla birlikte, bir yandan 7242 sayılı Kkanun ve benzer içerikli kanunlardaki düzenlemelerle ülkemizdeki ceza infaz kurumlarının mevcut kapasitelerini önemli ölçüde aşan doluluğun azaltılması amaçlanmakta, öte yandan bu tür kanunların ortaya çıkardığı "cezasızlık algısı" gibi gerekçelerle ceza infaz kurumunda kısa süreli infazların önü açılmaktadır.
Bu durum, önemli bir sistem sorununa ve infaz kurallarında ilkesel değil popülist bir ceza adaleti politikası benimsendiği izlenimini uyandırmaktadır.
Bu düzenlemelerin de yeterli gelmeyeceğini, en çok birkaç ay içerisinde yeni bir yargı paketi ile infazda yeni kolaylaştırmalar yapılması gerekeceğini söylemek için büyük bir öngörü gerekmemektedir.
Türk Ceza Kanunu ve diğer yan ceza kanunlarında benimsenen cezacı yaklaşım, tutuklama koruma tedbirinin şartları sıkı sıkıya elenmeksizin uygulanması, cezaevlerindeki doluluğun ila nihayet süreceğini göstermektedir. Umarız geçici değil, kalıcı politikalar üretmeyi başarırız.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish