Kendimize soracağımız ilk soru şudur: Bizler kimiz?
Bizler 78 kuşağıyız!
Bizler 68 kuşağının öğrencileriyiz!
Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin küçük kardeşleriyiz!
Hatice Özenleriz, Erdal Erenleriz, Mustafa Özençleriz, Mine Bademci Lez, Atilla Ermutlularız, Mustafa Hayrullahoğlularız, Gürcan Özgür Aydınlarız, Mazlum Doğanlarız, Hayri Durmuşlarız, Kemal Pirleriz, Süleyman Cihanlarız, Fatih Öktülmüşleriz, Niyazi Aydınlarız, Sinan Kukullarız, Celal Başlangıçlarız!...
Ve diğerleri...
Her 10 yılda bir gelen askeri darbeye inat, her 10 yılda bir yeniden dirilen gençlik kuşağıyız biz!
1970'li yıllarda faşizme, şovenizme ve emperyalizme karşı halkın devrimci güçleriyiz biz!
Aynı yıllarda, ABD emperyalizminin faşist-gerici güçler eliyle Türkiye'ye giydirmek istediği deli gömleğine karşı kanı canı pahasına direnenleriz!
1 Mayıs 1977'de, 16 Mart'ta, Balgat'ta, Bahçelievler'de, Maraş'ta, Sivas'ta, Çorum'da, Siverek'te, Dersim'de, Aybastı'da, Artvin'de ve diğer kent ve ilçe merkezlerinde, köylerde katledilen halkız, halkın devrimci evlatlarıyız biz!
Cumhuriyet tarihinin gördüğü en yurtsever, devrimci kuşağız biz!
Cumhuriyet tarihinin hiçbir kuşağının ödemediği kadar bedel ödeyenleriz biz!
Sadece bu memlekette değil, dünyanın neresinde olursa olsun, bir adaletsizlik, katliam ve zulüm yaşanmışsa, protesto edenleriz!
Enternasyonal devrimcileriz!
Halkların çocuklarıyız biz!
12 Eylül darbesi ile birlikte, hiç yaşamamış sayılan, unutturulan, lanetlenen, kurşunlanan, idam edilen, zindanlarda
çürütülen yüz binlerce ve yüz binlerce genç insanın yarattığı 78 kuşağıyız biz!
Kendimizle yüzleşiyoruz!
Toprağa düşenlerimiz, darbeden bu yana, sessizce defnedildiler.
Nice arkadaşlarımızın mezarı, yaban otlarının arasında yitip gitti.
İşkencede, açlık grevlerinde yitirdiğimiz nice arkadaşlarımızın resimleri, polis arşivlerinde sarardı.
Darbeden yıllar sonra yitirdiklerimizi sayıyor, mezarları nerede, nasıl katledildiler, bunu açığa çıkarmaya çalışıyoruz.
Bir söz uğruna neler yaşanırmış, bunun hikâyesini, romanını, şiirini yazmaya, belgeselini, filmini, tiyatrosunu yapmaya, yaşanmış deneyimlerle yeni kuşaklar arasında köprü örmeye çalışıyoruz...
Onlarca yıl yattıkları Metris, Mamak, Diyarbakır zindanlarından başı dik, alnı temiz çıkanlarımız, kendilerini çok daha baskıcı, sömürücü, dışa bağımlı ve bir o kadar da vicdansız bir zindanın içinde buldular.
Bunun bilimsel bir izahını yapmaya, karşı ilişkilerini örmeye çalışıyoruz.
Tutsaklarımız, zindan kapılarından sessizce tahliye edildiler.
Hiçbirimiz zindandan çıkarken, Latin Amerika'da Uruguaylı Tupamaroları karşılayan on binler gibi, eski yoldaşlarımızın bizleri karşılamasını beklemedik.
Diyarbakır 5 No'ludan salıverilen devrimcilerin karşılandığı gibi...
İstemez miydik?
Kendimizle de yüzleşiyoruz!
"Yitik" sayılsak da vardık!
1999 sonları; 2000'li yılların başlarıydı...
12 Eylül darbe rejimi sözde özgürlüğümüzü bize verirken, siyaset yapma, kamu ve medeni haklarımızı, kısacası yurttaşlık haklarımızı elimizden almıştı.
Yetinmemiş; şartlı tahliye yasası üzerinden bizi şantaj altında "özgür köleler" hâline getirmişti.
Yasaklı olma haline kuşağımız da dahil, herkes rıza göstermişti.
20 yıldır yasaklıydık.
Yasaklarımızı sessizce sineye çekmeye devam edemezdik; bu kadarı da fazlaydı, bizi yok sayan bu sessizliğe karşı çıkmalıydık.
Çıktık!
12 Eylül'cülerin elinde artık "özgür köleler" olmayacağımızı, insanlık onuruyla bağdaşmayan bu durumu sözde özgürlüğümüz adına kabullenmeyeceğimizi Türkiye kamuoyuna ilan ettik.
Her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının sahip olduğu yurttaşlık haklarının iade edilmesini istedik.
"Yok" sayılsak da vardık, yaşıyorduk.
Beynimize, zihnimize konulan yasaklara son vermek zorundaydık.
Verdik.
Devlet çekirdeği: Askeri vesayet rejimi!
12 Eylül'cüler darbe yapmakla yetinmemişler, Türkiye'nin gelecek on yıllarını planlamışlardı.
Darbe anayasasıyla, kanun ve kararnameleriyle, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile, "gizli" yönetmelikleriyle, öncelikle darbeci güç odaklarını kurumsallaştırmışlardı.
Görünen "yasal" devleti vesayet altında tutan paralel bir devlet veya odağında askerin olduğu devlet çekirdeği, askeri vesayet rejimi biçiminde sıkı sıkıya örgütlenmişti.
Şekli bir parlamentarizm eşliğinde toplum hayatımızı kontrol ediyordu bu çekirdek!
Çözülen ilişkiler, sahteleşen toplum!
20 yıl süresince 78 Kuşağı karalanmış, özgürlüğe, adalete, eşitliğe, toplumsallığa dair ne varsa yasaklanmıştı.
Toplumun düşünce ve davranış biçimleri değiştirilmiş, paranın veya postalın gücü -artık ne denirse- güce yakın duran, güce saygı duyan bir toplum tiplemesi ortaya çıkmıştı.
Çıkarına uygun düşmeyeni sevmeyen, sevmediğini ötekileştiren, ötekileştiremediğini bir şekilde yok eden bir toplumdu bu!
Bir toplumun toplumsallığının çözülmesi, sahte ilişkilerin egemen olmasıydı bu!
Askeri vesayet rejiminin bekası, bu özellikte bir toplumun sürekliliğine bağlıydı.
Hiçbir şey boşuna yaşanmadı!
Edirne'den Hakkâri'ye, İstanbul'dan Diyarbakır'a, Artvin'e kadar halklar ve haklar inkâr edilmiş, son derece ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştı.
Kürdüyle, Türküyle, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla, işçisiyle, köylüsüyle, Süryani'siyle, Ezidisiyle, Alevisiyle toplumun derinlerinde açılan yaralar kanıyor hâlâ!
Yaşanmış ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmeden, toplumsal yaralarımızı adalet duygusuyla sarmadan, sağlıklı ve işleyen bir demokrasiyi kurmanın olanağının olmadığı bir noktaya geldik.
Bu tüm toprağa düşenlerimize de borcumuzdur!
Bilelim ki hiçbir şey boşuna yaşanmadı!
İşte bu nedenle gerçekle yüzleşelim!
Bunu eşitlikçi, özgürlükçü, adil ve kardeşlikler adaletinin egemen olduğu bir toplumda yaşamak için yapalım...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish