Sudan, Irak ve Libya krizleri

Arap dünyasındaki farklı krizleri birbirine bağlayan gizli ortak nokta nedir?

Fotoğraf: AFP

Sudan'dan Irak, Libya, Lübnan ve diğerlerine kadar çeşitli Arap krizlerini birbirine bağlayan ortak bir nokta var mı?

Bazıları bunun varlığını inkâr edebilir.

Ancak, daha derinlemesine incelersek, bir gözlemcinin fark edebileceği bu krizleri birbirine bağlayan temel bir bağlantı var.

Bu bağlantının 2 boyutu var;

  • Birincisi, ulus-devlet ile ulusal devlet arasındaki farkı anlayamamak.
  • İkincisi ise, vatandaşlık ile kimlik arasındaki farkı anlayamamak.

Tüm nüanslarıyla bu unsurlar geniş bir temayla birbirine bağlı; "çeşitliliği yönetememek."

Bu başarısızlık, Arap dünyamızda bizi çevreleyen tüm bu krizlerin temel nedenidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bölgede bazıları, Arap devletlerinin yapay devletler olduğuna ve çözümün Arap ulusunda veya İslam ulusunda yattığına inanıyor.

Dolayısıyla, çeşitli Arap sorunlarına çözüm sunduğuna inandıkları daha geniş projeler lehine anavatanın sınırlarının ihlal edilmesine bir itirazları yok.

Bazıları da anavatanın bir kimlik olduğuna inanıyor ve bu nedenle tek bir ulus içindeki tüm vatandaşlar için birleşik ve kapsamlı bir kimlik oluşturmaya çalışıyorlar.

Bu da imkânsızdır, çünkü bu dünyada (tek bir kimliğe sahip, çok izole toplumlar hariç), tüm ülkeler ve toplumlar birden fazla kimliğe sahiptir.

Bu konunun takipçilerinden biri de 15 yıl önce "Güçlü At: Güç, Politika ve Arap Medeniyetlerinin Çatışması" başlıklı Arapçaya çevrilmeyen bir kitap yayınlayan Amerikalı yazar Lee Smith'tir.

Smith, bu kitapta Ortadoğu'daki çatışmanın mantığını, geleneksel Batılı yaklaşımlar yerine, Arap kültürünün kendi içinden açıklamaya çalışmıştır.

Çalışması, Beyrut, Şam ve Kahire'de geçirdiği, siyasi ve entelektüel dönüşümleri gözlemlediği yıllara dayanmaktadır.

Bu kitaba bir de İngiliz gazeteci Alex Rowell'ın Arapçaya "Nasırcılık ve Mirası" adıyla çevrilen ve Nasırcı tecrübeyi ve Arap bölgesi üzerindeki olumsuz etkilerini konu alan önemli kitabını ekleyebiliriz.

Farklılıklarına rağmen, bu iki kitabın özü, anavatan inşasında kimlik birliği veya devlet altı bir yapıya bağlılık gibi "ideoloji bataklığı" adı altında halkların katlandığı muazzam insani acılar ve bunların Arap bireyi nasıl ezdiğidir.

Gerçek şu ki, bu bölge modern devlet kavramını kurumsal anlamıyla hiçbir zaman tam olarak kavrayamamıştır.

Güç, kişisel, ailevi veya mezhepsel gücün bir uzantısı olarak algılanmaktadır.

Bu durum, çeşitli ideolojik başlıklar altında tekrarlayan askeri darbeler olgusunu, aynı zamanda yasaların dışlanmasını ve kamu politikalarının vatandaşlığa yabancı bir mantıkla yürütülmesini açıklamaktadır.

Kapsamlı bir yasal çerçeve altında eşit vatandaşlığın yokluğu, devlet altı grupların ya yabancı bir yedek güce ya da uydurulmuş bir mağduriyet duygusuna güvenmelerine yol açtı.

Dolayısıyla, 21'inci yüzyılda tanık olduğumuz her şey -Saddam Hüseyin rejimi, ardından Kaddafi rejimi, sonra el-Beşir rejimi ve ondan önce de Yemen'de Ali Abdullah Salih rejiminin çöküşü- vatandaşlığı hayali bir kimlikle sınırlandırma ve ulus-devleti devre dışı bırakma yönündeki açık çabadan kaynaklanıyor.
 


Bugün, Sudan'daki etnik, ırksal ve çıkarcı çizgide dönen kanlı çatışma şaşırtıcı değil.

Irak'taki aynı etnik ve mezhepsel çizgilerde dönen siyasi çatışma da şaşırtıcı değil, çünkü bu çatışma, devlet altı aktörlerin devlete üstün gelmesine olanak tanıyan silahlı milis grupların arkasına saklanıyor.

Aynı şekilde, Lübnan nüfusunun bir kesiminin Lübnan devletinin varlığını tehdit eden silahlara sahip olması da şaşırtıcı değil.

Mağrip bölgesine dönersek, Batı Sahra etrafında dönen çatışmayı, yani kardeşler arasındaki çatışmayı görürüz.

Ama bu, söz konusu bölgelerdeki kalkınmayı ciddi şekilde engellediği için haklı gösterilemez bir çatışmadır.

Libya, Irak, Suriye ve Lübnan'da olduğu gibi merkezi devlet çöktüğünde, azınlıklar veya devlet altı gruplar dış desteğe güvenerek baskın hale gelirken, diğer gruplar dışlanmış ve mezhepsel ve siyasi kaosun kurbanı olmaya devam eder.

Tüm bunlar, tüm bireyler için eşit hak ve sorumlulukları garanti eden, saygı duyulan ve evrensel olarak kabul görmüş bir medeni sözleşmenin yokluğundan; yani sivil bir devlet içinde kamu haklarının ve vatandaşlar arasında eşitliğin tanınmamasından kaynaklanıyor.

Reform, salt resmi seçimlerle değil, eğitim kurumlarında başlayan ve odak noktasını bireyler yerine hukuka ve kurumlara saygıya kaydıran içsel bir kültürel dönüşümle gelir.

Bu dönüşüm aynı zamanda vatandaşlığı dinsel ve kabilesel kimliklerin üstünde tutmalı ve toplumdaki çeşitli grupları toplumsal kalkınmanın özgün ve temel bir bileşeni olarak tanımalıdır.

Bazılarımız seçim ve demokrasi fikrini benimsedi, ancak bu, sadakat ve güce dayalı Arap toplumlarındaki vatandaşlık kriziyle yüzleşmek yerine, kolektif duyguyu dış bir düşman etrafında birleştirmeye çalışan, genellikle iç başarısızlıkları meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılan düşmanlar yaratan mevcut kültürel ve sosyal sistemi göz ardı etti.

Bu tür siyasi duruşlar ise Yemen, Sudan ve diğer yerlerde görüldüğü gibi, patlamalara ve iç savaşlara yol açan krizlere neden oluyor.

Bugün kendilerini alternatif olarak sunan güçlerin çoğu, sağlıklı ve uyumlu toplumlarda bir arada yaşamayı teşvik etmek için gücü kontrol gücünden kurumların gücü, hukukun ve bilginin üstünlüğü şeklinde yeniden tanımlamak yerine, totaliter bir ideolojiye boyun eğmek gibi aynı mekanizmalara güveniyor.

Kısacası; kriz, devletin bir kuruma değil, bir kişiye indirgenmesinden kaynaklanıyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU