Büyük hesaplaşmaya doğru...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Manuel Carmona

Berbat bir süreç yaşıyoruz. Ortalama vatandaş, yani nüfusun büyük çoğunluğu en az yarı yarıya yoksullaştı.

Şimdi en az bir yarı yarıya daha yoksullaşmaya doğru ilerliyoruz. Mevcut ekonomi politikaları nüfusun büyük çoğunluğuna karşı işlenen bir suça dönüştü.

Yolcu garantili havalimanları, hasta garantili hastaneler, araç geçiş garantili otoyol ve köprüler zaten herkesin malumu.

Kur garantili mevduatın ardından zenginler için konut kredisi de yoksulun cebinden zengine aktarılan yeni bir hortum yarattı.

Kısa bir örnekle durumu daha iyi anlayabiliriz...

Yaklaşık 2,5 milyon lirası olan hali vakti yerinde biri, bu parasını kur garantili mevduat hesabına yatırarak, üzerine de neredeyse 'sıfır' faizli konut kredisi alarak bedavadan iki ev sahibi olabiliyor.

'Bedavadan' dediğim, parasını biz ödüyoruz.

Elbirliğiyle müteahhitleri ihya ediyor, 20 bin lira aylık taksit ödeyerek ev satın alabilecek zenginleri daha da zengin hale getiriyoruz.

Ülkeyi adil bir biçimde yönetmesi ve vatandaşın tamamının çıkarlarını koruması maksadıyla yetkilendirilen bir iktidar, devlet erkini vatandaşın ezici çoğunluğunun cebinden alıp bir avuç imtiyazlı topluluğun cebine servet aktarmak için kullanıyorsa, açıkça suç işlemektedir.

Şimdi bir de malum havalimanı meselesi çıktı!..

İstanbul Havalimanı bu milletin üzerine büyük bir mali yük bindirdi. Şimdi Atatürk Havalimanı'nın yıkımı için milyarlar harcanıyor.

Bu yetmiyor, milletin sırtına büyük yük bindirilerek, hiç lüzumsuz yere, hem de doğal koşulları hiç de uygun olmayan bir yere yapılan dev havalimanının yine petrol zenginlerine satılacağı rivayetleri dolaşıyor.

Kamuya ait, yani bu halkın olan ne varsa sattılar. Limanlarımız, fabrikalarımız, rafinerilerimiz, madenlerimiz, hatta su kaynaklarımız emperyalist uluslararası şirketlerin eline geçti.

Bedelini bizim ödediğimiz ne varsa...

Şimdi göstere göstere havalimanını da satabilirler. Açıkça görülüyor.

Tartışmanın bir diğer yanı da 'para kaçırma'.

İktidardaki koalisyonun büyük ortağı olan AKP'nin kadrolu müteahhitlerinin son 20 yılda elde ettiği servet 'olağan' bir servet değil, bu herkesin malumu.

Şimdi 'gizli ortaklar'ı da olan bu servetin, AKP'nin iktidarı kaybetmesi durumunda hesabının sorulacağı yönünde giderek yükselen sesler duyuyoruz.

Evet, AKP-MHP çıplak gözle görülen ve siyaseti okuma kabiliyeti olan herkesçe endişeyle karşılanan bir 'iktidarı vermeme' planını başlattı.

Lakin hiçbir planın garantisi olmayan bir memlekette, muhalefetin korkup sinmediği bir siyasi atmosferde Saray Rejimi'nin sona ermesi ihtimali de büyüyor.

Dolayısıyla 20 yılda Hazine'den şirket merkezlerine kanal döşeyip para aktaran herkesin endişe duyması gerekiyor.

Kaçınılmaz olarak servetin 'el konulabilir' kısmının nakde çevrilmesi ve yurtdışına uçurulması refleksi gelişiyor.

Yurtdışında yapılan yatırımlar, Hollanda'da, İngiltere'de alınan gayrimenkuller, ABD'ye dikilen gökdelenler, daha neler neler... Bunlar hep konuşuluyor.

Elbette nakit olarak çeşitli ülkelerdeki hesaplarda paralar da var...

Peki, bu paralar sonsuza kadar kaçırılabilir mi?

Kuvvetle muhtemeldir ki geriye dönük araştırmalar ve soruşturmalar, açılacak davalar, ortaya çıkarılacak yolsuzluk süreçleri gündeme gelecektir.

Bu ihtimal gerçekleştiği takdirde ne olur?

Değerinin çok üstünde verilen, yolsuzluğu hayatın olağan akışına aykırılıkla ispat edilen ihalelere karışmış her türlü şirket, ki buna yabancı şirketler de dahildir, yasal haklarını kaybedecektir. Uluslararası tahkim bu koşullarda işlemez.

Türkiye'nin dış borcunu neredeyse milli gelirine eşitlemiş, ülkenin kasasını boşaltıp ihtiyat akçesini sıfırlamış, reel döviz rezervlerini eksilere sürüklemiş bir siyasetçiler ve ihaleciler toplamının da uluslararası hiçbir meşruiyeti olmayacaktır.

Dirayetli bir iktidar paranın peşine düşer ve o parayı bulur. Bulur ve dış borcu bu seviyeye ulaşmış bir ülkenin yapması gerekeni yapar. Alacaklılara o parayı işaret eder.

Biliyorum, hoş benzetmeler değil ama uluslararası sistem El Beşir'in, Kaddafi'nin, Saddam'ın ve dahi benzerlerinin paralarını adı geçen isimlerin çoluğuna çocuğuna yedirmedi.

Türkiye'de halkın büyük çoğunluğunun çektiği bunca acı pahasına aşırı zenginleşen kimseler kendilerini uluslararası sistemi atlatacak kadar kurnaz zannedebilir elbette. Lakin takdir edersiniz ki bu en büyük saftiriklik olur.

Ne olacaksa, önümüzdeki birkaç sene içinde olacak.

Ölmez de sağ kalırsak, Türkiye'nin yaşayacağı büyük felaketi de görebiliriz, büyük hesaplaşmayı da.

İyi olan kazansın!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU