Latin Amerika yeni bir "Füze Krizi"ne mi gebe?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro Rusya işgalinden birkaç gün önce Moskova'daydı. İşgal başladığında neo sağcı lider sürpriz bir şekilde Putin'in savaş istemediğini söyledi ve "NATO'nun sorunu büyütmemesini" istedi / Fotoğraf: Pavel Golovkin (AP)

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, ABD'nin dış politikasında uzun süredir yapmak istediği fakat gerçekleştiremediği değişiklikler için büyük bir fırsat sağladı. 

Latin Amerika'da bu değişikliğin ilk işareti, Washington'un Karakas'a gönderdiği heyetle verildi.

Önceki hafta sonu Nicolas Maduro'yu ziyaret eden ABD heyetine, Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Batı Yarımküre kıdemli direktörü Juan Gonzalez başkanlık etti. Karakas Büyükelçisi James Story de ona eşlik etti.

Ancak, buluşmanın temelleri heyetteki bir başka kişi, Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, rehine işlerinden sorumlu özel elçi Roger Carstens tarafından Aralık ayında atılmıştı.

Başka ülkelerde tutuklu ya da siyasi rehine olan ABD'lileri kurtarmakla görevli Carstens, aralık ortasında Karakas'da Maduro ile bir araya gelmişti.

Amacı Venezuela'da yıllardır tutuklu bulunan altı CITGO petrol yöneticisi, eski ABD Denizcisi Matthew Heath ve iki eski ABD askerinin serbest bırakılmasını sağlamaktı.

(CITGO esasında ABD'de binlerce petrol istasyonuna sahip Venezuela devletine ait bir petrol şirketi. Fakat Trump yönetimi sırasında bu şirkete el konuldu.)
 

2.jpg
Washington'dan gelen heyet Maduro ile görüştükten sonra iki ABD vatandaşı serbest bırakıldı

 

Aslında eylül ayında Maduro hükümeti ile muhalefet arasında Meksika'da başlayan diyalog süreci, ABD-Venezuela ilişkilerinde bir yumuşama işaretiydi.

Fakat süreç, muhalefetin yıllar sonra ilk kez boykot etmediği yerel seçimlerde karşılaştığı engellemeler ve usulsüzlükler sebebiyle kesintiye uğradı.

Bir başka neden de Cabo Verde adasında 2 yıldır tutuklu olan Maduro hükümetinin "iş insanı" Alex Saab'ın ABD'ye iade edilmesiydi. Saab, ABD ambargosunu kıran ticari operasyonları yönetiyordu.

(ABD Saab hakkında bir kırmızı bültenle uluslararası yakalama kararı çıkardı. Şu anda ABD'de tutuklu Saab'ın Cabo Verde'de tutulduğu sırada CIA'ya Maduro yönetiminin para ilişkileriyle ilgili bilgi aktardığına dair savcılık belgeleri basına yansıdı.)

Aralık ayındaki görüşmelerde ABD'nin, Karakas'ın elindeki "rehineleri" bırakması karşılığında kısıtlı oranda Venezuela ham petrolünü, Karayip ülkelerinde işletilmesine müsaade etmesi zaten masadaydı.

Özellikle petrol lobisi ve Norveçli diplomatlar bir süredir Biden yönetimine bu yönde talepte bulunuyorlardı. O nedenle önceki hafta sonu gerçekleşen ziyaret pek de sürpriz sayılmaz.  

Heyetin Maduro ile görüşmesinden birkaç gün sonra Venezuela'da tutuklu biri Venezuela diğeri Küba kökenli 2 ABD vatandaşı Gustavo Cárdenas ve Jorge Fernández'in serbest bırakıldığına dair açıklama yapıldı. 
 

3.jpg
2017'den bu yana Venezuela'da tutuklu bulunan CITGO yöneticisi Gustavo Cardenas önceki gece Houston'daki evine döndü

 

Karakas'ın bu kararı Rusya'yı pek memnun etmemiştir. Zira 2 ABD'linin bırakılması Biden'in elini güçlendirerek bundan sonra Venezuela'ya yönelik iki ülke arasındaki gerilimi gevşetici adımlar atmasını sağlayacaktır.

Biden muhtemelen Obama'nın Küba ile diplomatik ilişkileri yeniden başlattığı sürecin bir benzerini Venezuela ile deneyecek.

Diğer yandan Venezuela ham petrolünün devreye girmesinin kısa vadede piyasalara önemli bir etkisi olacağı sanılmıyor.

Zira Venezuela petrolünün arzındaki düşüş, ABD ambargosundan önce bu ülkedeki petrol işletmelerinin eski ve bakımsız olması sebebiyle başlamıştı. Şimdi bu işletmeleri aktif hale getirmek için büyük yatırımlar gerekiyor.

Bence petrol bu noktada siyasi yön değişikliği için ekonomik bir gerekçe olarak kullanılıyor.  Zira hem ABD hem de bölge ülkeleri bir sıkışmışlık yaşıyor. Tabandan gelen değişim basıncını dengeleyebilmek için siyasal alanı rahatlatma ihtiyacı öne çıkıyor.
 

4.jpg
Son aylarda hiperenflasyonun sona ermesiyle rahat bir nefes alan Venezuela devlet başkanı Nicolas Maduro Washington'un ılımlı politikaları karşısında elinin güçlendiğini hissediyor olmalı

 

Ayrıca ABD'nin, 2 Mart'ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun olağanüstü oturumunda verilen oylara yansıyan "arka bahçesi"ndeki bu dağınıklığı ve Amerikan Devletleri Örgütü'ndeki (OAS) parçalanmışlığı toparlaması gerekiyor. 

Venezuela ile yumuşama ABD'nin yeni bir "Soğuk Savaş" başlatacağı tezlerini de geçersiz kılıyor.

Öncelikle bir soğuk savaş için gerekli ideolojik kamplaşma mevcut değil. 

Ukrayna istilasını tamamen jeopolitik gerekçelere ve böyle bir devletin gerçekte olmadığı gibi bazı "tarihsel hurafelere" dayandıran Rusya, SSCB'nin "kapitalizme alternatif bir sistem" misyonunu taşımıyor.

İkincisi, bölge ülkeleri Rusya ile aynı jeopolitik kaygıları taşımıyor. ABD ile sorunlu Latin Amerika yönetimlerinin bölgesel "jeopolitik kaygıları" değil, iç siyasi sorunları belirleyici. 

Küba'yı Soğuk Savaş'tan kalma bir istisna sayarsak; Venezuela ve Nikaragua yönetimleri, jeopolitik kaygılarla Rusya ile ittifak kurmadı.

Bu iktidarlar önce ekonomik kriz patlayınca karşılarına çıkan güçlü sokak muhalefetini devlet aygıtıyla ezdiler. Sonra siyasi ve kurumsal krizin derinleşmesine paralel biçimde ABD ve OAS, bu ülkelerde iktidar değişimini zorladı. 

Maduro ve Ortega, ABD'nin siyasi ve askeri baskısını üzerinde hissettikçe Rusya-Çin eksenine kaymaya başladı. Ama zaten her ikisinin de geçmişten bu yana Rusya ile yakın ilişkileri vardı.
 

6.jpg
Daniel Ortega Putin'le

 

Kuşkusuz Chávez'in Venezuelası petrolü jeopolitik bir silah olarak kullanmaya çabaladı. Petrolün denetimini ele geçirme mücadelesi, ayrıcalıklı kesimler üzerinden onu ABD ile karşı karşıya getirdi.

Ama Rusya'nın Doğu Avrupa üzerindeki egemenlik iddiasına benzer bir jeopolitik sorun söz konusu olmadı.

Diğer yandan Chávez'in "sosyalizmi", Kaddafi'nin Latin Amerika versiyonuna benziyordu. Hiçbir zaman Marksist doktrine uygun bir "proletarya devleti" yaratmaya kalkmadı.

Politikası petrol geliriyle kitleleri sübvanse etmek üzerine kuruluydu. Bunun sonucunda siyasal bir sosyalizm değil kliyentalist bir sistem yarattı. 

Zaten ABD'nin bu ülkeye yönelik ambargosundan çok önce, ülkenin sosyal dengeleri bozulmuştu. Geçmişten gelen yapısal sorunlara hiçbir çözüm üretmedi. Rejim Maduro döneminde zaten Venezuela'da var olmayan kurumsal demokrasinin, tamamen yerle bir olmasıyla sonuçlandı.

Nikaragua'da ise bu süreç çok uzamadı. Daniel Ortega, Sandinist Devrim'in en önemli liderleri dahil kendisine muhalif herkesi hapsettirerek tam hakimiyetini sağladı. 

Küba'nın Soğuk Savaş'taki jeopolitik kaygıları, 2016'da bu ülkeyi ABD Başkanı Barack Obama'nın ziyaretiyle sona ermişti. Süreç kesintiye uğrasa da ABD'nin bir istila tehdidinden bahsetmek mümkün değil.

Miami'deki Kübalı karşı devrimci grupların faaliyetleriyse 2000'lerin başında sona erdi. 

Yine de Rusya'nın devlet aygıtını yukarıdan aşağıya kurduğu bu Soğuk savaş ürünü devletle, Venezuela ve Nikaragua'yı aynı varsayamayız.

BM'de Rusya işgaline karşı yapılan oylamada 4 Latin Amerika ülkesi çekimser kaldı: Küba, Nikaragua, Bolivya ve El Salvador. 

Maduro'nun Venezuela'sı, BM üyelik aidatlarının ödenmemesi nedeniyle bu yılın başlarında oy hakları askıya alındığı için BMGK'da oy veremedi.

Başkan Maduro tavrını, Putin'i telefonla arayarak ve desteklemek için tweet atarak gösterdi.

Bu bile aslında Rusya'nın Karayiplerdeki ortaklarının ciddiyetini yansıtan bir örnektir.

El Salvador'un kararı ise kimse tarafından ciddiye alınmadı.

Zira bu ülkenin Rusya'ya destek vermek için ticari ya da askeri hiçbir gerekçesi yok. Tüm kültürel ve ticari ilişkisi ABD ile olan El Salvador'un vatandaşlarının büyük kısmı, orada göçmen.

O yüzden El Salvador'un "çekimser" oyu bir türlü Washington'da muhatap bulamayan Bukele'nin "beni görün artık" mesajı olarak algılandı.

Influencerlikle yola çıkıp megaloman bir siyasetçiye dönüşen bu Orta Amerika ülkesinin başkanının "jeopolitik oyunu" bir blöften öteye anlam taşımıyor. 
 

5.jpg
El Salvador devlet başkanı Bukele: "Kimin kötü, kimin iyi olduğuna ve ayrıca kötünün ne zaman iyiye, iyinin kötüye dönüştüğüne ABD hükümeti karar veriyor. En kötüsü, milyarlarca insan bu konuşmayı [ABD'den] satın almaya ve gerçek olarak kabul etmeye devam ediyor."

 

Bolivya ise ilk kez Rusya lehine tavır almıyor. Daha önce BM'deki Suriye'ye yönelik tartışmalarda da Rusya'nın yanında yer aldı.

Diğer yandan Bolivya'nın Rusya'ya yakınlığı ekonomik değil siyasi bir tercih. Bolivya Küba ve Venezuela'nın taşıyıcısı olduğu Bolivarcı İttifak ALBA üyesi. 

Denize çıkışı olmayan, yalıtılmış ve uzun süre kaderine terk edilmiş bu ülke, ABD ile –Venezuela gibi- doğrudan bir cepheleşmeye yanaşmadı. 

Bolivya, geçmişte fazlasıyla iç ilişkilerine müdahale etmesinin bir sonucu ABD'ye karşı mesafeli.

MAS yönetiminin ALBA ve Rusya'dan taraf siyasi pozisyonunun ise ülkenin kaynaklarının bölüştürülmesine ya da dış ticaret ortakları üzerinde hiçbir etkisi yok. 

Rusya birçok Latin Amerika ülkesine silah satıyor ve çoğunlukla enerji şirketleri aracılığıyla ticaret yürütüyor. Pandemi sürecinde kendi ürettiği aşıyı Arjantin, Bolivya, Nikaragua, Paraguay gibi ülkelere göndererek diplomatik etkisini artırdı. 

Fakat tüm bunlar Rusya'nın Latin Amerika'da jeopolitik bir kırılma yaratması için yeterli değil. 

Örneğin Ekim 1962'de Küba'ya yerleştirilmiş nükleer füzelerin yarattığı krizin bir benzeri artık yaratılamaz. 

Her şeyden önce kıtada bu tarz risklerin doğmasına yol açacak türden ideolojik kamplaşma yok.

Latin Amerika'nın solcu liderleri, Rusya'nın işgalini kınamakta gecikmediler. 

Her fırsatta ABD'den yakınan ve Rusya'nın işgali başlatmasından kısa süre önce Moskova'da, bu ülkenin Latin Amerika'daki kapısı olma arzusunu dile getiren Alberto Fernandez'in Arjantin'i bile BMGK'da ona karşı oy kullandı.

Şili'de halk hareketinin iktidara taşıdığı genç solcu lider Gabriel Boric ise sadece Rus işgaline karşı çıkmakla kalmadı; Zelensky'yi arayarak Ukrayna'ya desteğini açıkladı.

Fakat hem Arjantin'de hem de Şili'de bu liderlere destek veren sol içinde Rusya konusunda bölünmeler yaşandı. Bir kısmı sessiz kalırken bir kısmı da karşı çıktı.
 

7.jpg
Şili'nin genç solcu lideri Gabriel Boric Rusya'nın işgaline en açık biçimde karşı çıktı ve Zelenski'ye desteğini bildirdi

 

Meksika'da Lopez Obrador yönetimi, BMGK'daki oylamada Rusya karşıtı tavır aldı ama hem partisi MORENA hem de kendisi Rusya'yı hedef almaktan kaçındı.

Hatta MORENA'nın gençlik kolu, Rusya'yı destekleyen bir bildiri yayımladı. Ayrıca Başkan Lopez Obrador ülkesinin Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılmayacağını açık bir dille ilan etti.
 

8.jpg
Meksika lideri kendinden beklendiği gibi Ukrayna krizinde bir denge politikası yürüttü

 

Kolombiya ve Uruguay'ın sağcı yönetimleri Rusya'yı şiddetle kınadılar. Ayrıca Uruguay Rus haber kanallarının yayınını kesti.

Kıtadaki sol yönetimler kadar sağ da homojen değil. 

Brezilya hem Güvenlik Konseyi'nde hem de BM Genel Kurulu'nda Rus işgalini kınayan ayrı kararlar için oy verirken, neosağcı Başkan Jair Bolsonaro Rusya ve Putin'i savunan ifadelerde bulundu.

Hep savaş yanlısı sözleri sebebiyle eleştirilerin hedefinde olan Bolsonaro bu defa "Ümit ederiz ki NATO ülkeleri çözülmek üzere olan bu sorunu büyütmez" bile dedi.

Brezilya, gübre ithalatının yüzde 30'unun Rusya'dan gelmesi ve daha önemlisi BRICS'teki ortağı olması nedeniyle Rusya'ya karşı herhangi bir uluslararası yaptırıma katılmayı da reddetti. 

Bu da gösteriyor ki zaten ekonomik açıdan yeterince kötü durumda olan Latin Amerika ülkeleri, Rusya'ya yönelik ambargolardan etkilenmek istemiyor.

Herkes Rusya'nın saldırganlığından rahatsız ama bunun küresel bir krize dönüşmesini engellemeye çalışıyor.

Zira yaptırımlar tahmin edildiği gibi büyük bir küresel durgunluğa yol açarsa, ekonomik sonuçların birçok Latin Amerika ülkesini vurma riski var.

ABD'nin Venezuela'ya uygulanan yaptırımları gevşetirken, bölge ülkelerini Rusya'ya uygulanacak yaptırımlara katılmaya zorlaması ise pek mümkün değil. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU