Birinci Dünya Savaşı ve Afrika edebiyatı

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Görsel, David Diop'un 'Gece Bütün Kanlar Karadır' romanının kapağından alınmıştır

Birinci Dünya Savaşı anlatılarında Afrika, her konuda olduğu gibi, unutulan bir cephedir. Yüz binlerce Afrikalı askerin ölümüyle sonuçlanan iki dünya savaşında hayatını kaybedenler bugün unutulmaya yüz tutmuştur. 

Afrika edebiyatında iç savaş ve diktatörlük temasına eğilen çalışmaların çoğalmasının aksine dünya savaşlarında unutulan yaşamlara, trajedilere değinen eser sayısı çok azdır.

Geçtiğimiz yıl İngilizcesi yayımlanan David Diop'un At Night All Blood is Black [Gece Bütün Kanlar Karadır] romanı bu konuda dikkatleri üzerine çekti. Romanda, savaşın nasıl travmatik bir deneyim yarattığı Senegalli bir lejyonerin gözünden aktarılır.
 

 

Geçtiğimiz yıl Afrika edebiyatının dünyadaki görünürlüğünün yanı sıra etkisinin de hissedildiği bir dönüm noktası oldu. 2021, Afrika edebiyat yılı oldu, diyebiliriz. Afrikalı yazarların dünya edebiyat kamusunu belirlediği nadir bir dönemeç de diyebiliriz. 

Nobel Edebiyat Ödülü'nü Tanzanyalı Abdulrazak Gurnah aldı. Booker Ödülü ise Güney Afrikalı romancı Damon Galgut'a gitti. 

Yine Amerika'nın Nobel'i olarak bilinen Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü Senegalli romancı Boubacar Boris Diop'a gitti.

Yukarıda andığım bir diğer Senegalli romancı David Diop da geçtiğimiz yıl Uluslararası Booker Ödülü'ne layık görülürken, Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülü ise Zimbabveli romancı Tsitsi Dangerembga'ya verildi.

Afrika edebiyatının dünyada ilgi görmesi, üçüncü dünya algısının yavaş yavaş değiştiğini de gösteriyor. 

Afrikalı yazarların bugün uluslararası edebiyat kamusunda etkin olması bir nebze de olsa Afrika'ya bakışı değiştirecek potansiyele sahip midir acaba? Bunu zaman gösterecek.

Yüzyıllar boyunca icat edilen kıta algısının değişmesini beklemek çok iyimser bir yaklaşım olur. Afrika edebiyatının dünya genelinde alternatif bir okumaya ve anlamaya teşvik etmesi ve modernitenin ürettiği bilgi sistemlerini sorgulaması, bu edebi birikimin post-humanist/truth çağında yol göstericiliğini de gündeme getirir.

Uluslararası Booker Ödülü'nü David Diop'un romanı Gece Bütün Kanlar Karadır 2018 yılında Fransızca yayımlandı. 

Roman, savaşın yarattığı gerilim ve gaddarlığı anlatır. İnsan-dışılığın olağan sayıldığı bir alan olarak savaşın resmedildiğini görebilirsiniz.

Bağırmanın, çağırmanın ve her türlü vahşetin belirdiği bir cephedir savaş, Diop'a göre. 
 

 

Gece Bütün Kanlar Karadır, savaşı bir insanlıktan çıkış pratiği olarak öne sürer. Roman Birinci Dünya Savaşı'nda Fransızların yanında savaşan Afrikalı askerlerin trajedisine odaklanır.

Sömürgecinin safında başka bir sömürgeciye karşı canı pahasına savaşmak neye karşılık gelir?
 

 

Buna benzer bir hikâyeyi Eritreli Gebreyesus Hailu, Lejyoner (Hece Yayınları) romanında anlatır. Habeşli askerlerin İtalyan ordusuna katılarak Libya işgalinde boy göstermesiyle sömürgecilerin ürettiği yabancılaşmanın ne kadar içselleştirildiğini göstermeye çalışır Hailu.

Aynı şekilde, bu insanlık dışı pratiğin nasıl bir erkeklik ürettiğini de sorgular roman.  

Tarihsel bir bilgi olarak şunu not düşeyim: Birinci Dünya Savaşı'nda Fransızlar için gerek Avrupa'da gerekse Afrika'da iki yüz bin Senegalli asker savaşmıştır. Otuz bin asker Fransızlar için savaşırken hayatını kaybetmiştir. 

Diop'un romanının Fransızca başlığı "ruh ikizi" anlamına gelen Frère d'âme.

Tıpkı Lejyoner'de olduğu gibi, Gece Bütün Kanlar Karadır romanı da kendilerine ait olmayan topraklar için savaşan Batı Afrikalıların deneyimlerine odaklanır.

Diop'un bakış açısının gerçekçi olması, gerektiğinde çok acımasız bir dille savaş pratiğini öne çıkarması ve zaman zaman dokunaklı yaklaşımları romanı pek çok açıdan benzersiz kılmaktadır. 

Roman, Senegal'in bir köyünden savaşa Fransız Birliği'ne katılan 20 yaşındaki Alfa Ndiaye'nin gözünden anlatılır. Almanlara karşı açılan cephede savaşan Ndiaye, "kardeşten öte gördüğü" çocukluk arkadaşı Mademba ile yan yana çarpışır. 

Roman daha çok savaşın gaddarlığına odaklansa da sömürgeci ırkçı bakışı da arada yansıtır. Hikâyenin daha en başlarında, Fransız Yüzbaşının şu talimatı hem kışkırtıcı hem ırkçı tonu aynı anda yansıtır:

Yüzbaşı onlara düşmanın vahşi siyahlardan, yamyamlardan, Zululardan korktuğunu söyledi, onlar da güldüler. Karşı taraftaki düşmanın onlardan tırsmasından memnundurlar. Kendi korkularının da unutacakları için mutluydular.


Askerlerin sağ ellerinde palaları, sol ellerinde tüfekleriyle çılgınlar gibi düşmanın üzerine atılıp ölüme gittiklerini söyler, anlatıcı.

Yüzbaşı onlara ne kadar büyük asker olduklarını söylediğinde şarkı söyleyerek kendilerini öldürtmeye bayılıyorlardı, çünkü çılgınlıkları yarışa dönüşmüştü. … Siz, Siyah Afrika'nın çikolata renkli çocukları, cesurların da en cesaretlisiniz. Fransa size hayrandır ve minnettardır.


Ancak Alfa her şeyin farkındadır. Yüzbaşının ne demek istediğini çok iyi anlamaktadır. "Düşünülemez olan yüzbaşının sözlerinin arkasında saklıdır" der Ndiaye. 

Yüzbaşının Fransa'sı bizden vahşi olmamızı isterler işlerine geldiğinde. … Çünkü itaatkarız, kendim ve arkadaşlarım, vahşiliği oynadık.


Yalnız kendisinin vahşiliği icra edişinin arkadaşlarınkinden çok farklı olduğunu belirtir: "Ben isteyerek vahşi oluverdim" der. 

Alfa'nın savaşı tam bir vahşilik pratiği olarak bellemesinde yakın arkadaşı Mademba Diop'un ölmesinden dolayı duyduğu öfke ve intikam hırsı yatmaktadır.

Bir gün yine Yüzbaşı Armand'ın saldırı emriyle siperlerinden fırlayan Alfa ve arkadaşı, Almanların saldırısından kurtulamaz, Mademba çok ağır yaralanır, karnına aldığı darbeyle iç organları dışarı çıkmıştır, o haldeyken Alfa'ya onu öldürmesini ister ancak arkadaşı, üç kez söylemesine rağmen onu acısını dindirecek hamleyi yapmaz Alfa.

Arkadaşının ölümünden sonra, Alfa düşmanı öldürmekten zevk duymaya başlar, daha ileri giderek onların öldükten sonra parçalara ayırır, cepheye geldiğinde her defasında bir el ve silahı beraberinde getirir, en başlarda bu alkışlansa da dördüncü elden sonra silah arkadaşları onu tebrik etmekten kaçınır, toplamda yedi eli saklar siperde. Tuzlayarak elleri kurutur. 

Hikâye başka bir boyuta taşınır, öldürdüğü bedenlere şiddet etmekten, onları kesip biçmekten zevk alan, canavarlaşan bir asker tipine dönüşür Alfa.

Toprağın böğründen fırladığımda, acımasız oluveriyorum, az biraz insandışı yani. Kumandan istediği için değil, ben öyle düşündüğüm ve arzuladığım içindir bu.


Büründüğü insanlık dışı kimliği de şöyle anlatır:

Düşmanın mavi gözlerine baktığımda yamyamlığın, vahşetin, tecavüzün ve ölüm korkusunun yarattığı paniği genelde görüyorum.


Arkadaşının öldürülmesinden kendisini sorumlu tutar, kendi aralarında yaptıkları şakaları düşünür. Afrika toplumlarında animist inanışa göre herkesin bir totemi vardır. Arkadaşı Dioplardan olduğu için, onun totemi tavus kuşudur.

"Basiretsiz egoist" der diyerek şakalaşır arkadaşıyla. Ndiayelerin totemi ise aslandır. Arkadaşının totemiyle alay ettiği için kendisini bir türlü bağışlayamaz Alfa.

Bir süre sonra onun şeytani güçlere sahip olduğunu düşünür herkes. Ancak kendisi için, "kötü ruhlu değilim, ruhları yemiyorum. Beyazların ve mavi gözlü düşmanlarımın düşündüğü gibi vahşi de değilim" der Alfa. 

Yedi adet kesilmiş eli koruyan Alfa, sağlığının yerinde olduğunu sonuna kadar iddia eder. Hatta ellerin sahiplerini de unutmaz. Bir şekilde kesik eller onda vahşetin hafızasını oluşturur. 

Alfa'nın akıl sağlığından şüphelenen cephe komutanı Alfa'yı cephe gerisine alınır. 

Allah şahidim olsun, sadece cephede kısa süreli bir delilik istiyorlar. Öfke, acı, kızgınlıktan doğan bir delilik, ancak sadece geçici olacak.


Gece Bütün Kanlar Karadır, savaşın insanlık dışı belleğini ve travmatik sonuçlarını hatırlatarak kara kıtanın kara talihine not düşer. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU