Son yıllarda ülkemizde seçkin karşıtlığı bağlamında popülist bir söylemin egemen olduğu söylenebilir.
Seçkinlere karşı olumsuz bir tavrın ön plana çıktığı bu söylemin içeriğine bakacak olursak terazinin bir kefesinde seçkinlerin, diğer kefesinde ise "sokaktaki adam"ın yer aldığını görürüz.
Andığımız söyleme başvuranlar, kendilerini halkın yanında ve seçkinlerin karşısında bir pozisyonda konumlandırırken, halkın çıkarı adına seçkinlere karşı bir tavır sergiler görünüyorlar.
Peki, seçkinlerle halkın çıkarları gerçekten de çatışıyor mu?
Kimilerinin gözünde "seçkin" kelimesi varlıklı, zengin insan anlamına geliyor olabilir.
Bu nedenle söz konusu soruya yanıt vermeden önce "seçkin" kelimesine açıklık getirmek yerinde olacaktır.
Seçkin, bir toplumun bilimine, sanatına, felsefesine ya da siyasetine yön veren, saygın ve etkin kişidir.
Bu tanımı dikkate alacak olursak her toplumun seçkinlerinin olduğu ya da olması gerektiği rahatlıkla söylenebilir.
Dahası seçkinlerle halkın çıkarlarının çatışmadığı; hatta tam da tersi örtüştüğü de ileri sürebilir.
Her şeyden önce, bilim, sanat ve felsefe yüksek bir uygarlığın kurucu öğeleridir.
Bunun farkında olan pek çok ülke de seçkin karşıtı popülist bir söyleme başvurmak yerine seçkinlerini gözetmektedir.
Bilimde, sanatta ve felsefede ortaya konan özgün çalışmaların yalnızca dar bir kesimin değil, tüm insanlığın yararına sunulduğu bilinmektedir.
Örneğin, John Locke, Montesquieu ya da Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürlerin, ortaya koydukları düşünce özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı, egemenin halk olması gerektiğine ilişkin düşünceleri tüm insanlığa seslenir.
Keza Alexander Graham Bell, Marie Curie, Micheal Faraday, Alexander Fleming, Carl Friedrich Gauss, Ömer Hayyam, Antoine Lavoisier gibi bilim insanlarının keşiflerinden de bugün belirli bir kesim değil, tüm insanlık yararlanmaktadır.
O halde, siyasal karar alıcıların bu çalışmaları yürütenleri himaye etmeleri, onları teşvik etmeleri bir ülkenin kültürüne, refahına, dolayısıyla da toplumuna ve insanlığa sağlayacağı yarar açısından son derece önemlidir.
Siyasal seçkinlerin bilimi, sanatı ve felsefeyi himaye etmelerinin ne gibi etkileri olabileceğini tarih de bizlere gösteriyor.
Örneğin, günümüze ulaşan en eski opera olan Jacopo Peri'nin 'Euridice' eseri Fransa Kralı IV. Henry'nin onuruna, Kralın Maria de Medici'yle evliliğini kutlamak için bestelenmişti.
Operanın Avrupa tarihindeki gelişiminin arka planında çağın aristokrasisinin himayesini görürüz.
Benzer şekilde İtalyan Rönesans'ının arka planında da Floransa'nın seçkinleri arasında yer alan Medici ailesini görürüz.
Sanata, edebiyata ve mimarlığa tutkun olan Mediciler, Avrupa'nın en büyük sanat koruyucuları arasında yer alıyorlardı.
Keza Osmanlı'da da divan edebiyatından, mimariye, musikiden raks sanatına saray etrafında biçimlenen yüksek kültür bugün hala bizlere hitap etmektedir.
Özetle, bilimi, sanatı ve felsefeyi himaye eden ya da bu alanlarda eserler ortaya koyan seçkinlerle halk arasında herhangi bir çıkar çatışması yoktur.
Dahası seçkinlerin yokluğundan -olumsuz anlamda- bütün bir toplum etkilenir.
Sonuçta seçkin karşıtlığının bir halkı etkilemek adına başvurulan safsatadan başka bir şey olmadığı söylenebilir.
İnsanları sözle şüpheye düşürerek yanıltmaya, şaşırtmaya ve aldatmaya yönelik dil ve mantık cambazlığı olan safsataya başvuran kişilerin önceliği hakikat değil, insanları ikna etmek ve desteklerini almaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish