Postkolonyal modernizm ve Afrika

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Postkolonyalizm ve modernizm tartışması 1980'lerde başlar. Nedense postkolonyalizm ile postmodernizm eşleştirmesi daha doğruymuş gibi yansıtılır. "Post" ön tamlamasından dolayı söz konusu benzerlik kurulur daha çok. 

Postkolonyalizmin tarihsel ve kültürel olarak sömürge sonrasına tekabül etmesiyle Afrika coğrafyasında özellikle edebiyatta modernist eğilimlerin başlaması arasında elbette ki doğrudan bir ilişki vardır. 

Afrika edebiyatı karakteri itibarıyla çoksesli, eleştirel ve dışa açıktır. Bu yönüyle Afrika edebi metinleri "açık metinlerdir"; diğer ulus edebiyatlarının aksine Afrika edebiyatı milliyetçiliği ideolojik bir dil olarak asla benimsemez, hatta yerli dillerde de olsa edebiyat ürünleri sürekli başkasıyla bir diyalog halindedir.

Bunun içindir ki, postkolonyal modernizmi konuşabileceğimiz en belirgin coğrafya da Afrika'dır. 

Kolonyalizmi modernizmle, postkolonyalizmi ise postmodernizmle özdeşleştirmek bu yüzden pek doğru değildir. 

Gerek Afrika edebiyatında gerekse kıtanın tarihinde benzerlik mantığı üzerinden bir dönemselleştirme bizi her zaman yanıltır.

Modernliğin her zaman hazır ve nazır olduğu bir dünyada modernizmin de postmodernizmin de farklı farklı coğrafyalarda eşzamanlı ortaya çıkmasını yadırgamamalıyız.

Tarihsel ve edebi travmaları, süreçleri ilerlemeci, doğrusal parametreler olarak algıladığınızda Batı edebiyatı dışında bir edebi açılımın olmadığını kabul edersiniz. 

Modernitenin ürettiği lineer algı içerisinde üçüncü dünya edebiyatını anlamaya çalıştığınızda ortaya kavramsal kargaşanın çıkması, koşullanmanın etkisiyledir. 

Modernizmi, mekanik hayatın bütün parametrelerini doğuran moderniteye karşı çıkmak olarak tanımladığımız sürece, bu durumun geç ya da erken çıkmasının öneminden çok sonuçlarını tartışabilirsiniz. 

Postkolonyalizmin moderniteye tepkisi modernizmin bu bağlamda tartışılmaya başlanmasıyla mümkün olur.

Edward Said'in İrlandalı modernist şair Yeats'in şiirindeki İrlandalılık durumunu bir imparatorluk söylemi karşıtlığı olarak okuması postkolonyal modernizmin imparatorluk karşısında konumlanmasına yol açar.

Yeats'in yanı sıra James Joyce ve Samuel Beckett'in metinleri de alternatif bir modernizm konseptini gündeme getirir.

Her üç modernist yazar da kurdukları alternatif form ve dille öteki ulusların dönüşümlerini de gösterir. 

Bu bağlamda tartışmaya başka bir boyut kazandıran Fredric Jameson, üçüncü dünya edebiyatını tamamıyla "ulusal alegori" olarak görür. Bu görüşün doğruluğundan ziyade yarattığı tartışma üçüncü dünya edebiyatının gücünü gösterir. 

Her ne kadar James Joyce, Samuel Beckett ve Yeats bugün dünya edebiyatının kanonik isimleri olsa da Batı kanonik yapısının da en sert eleştirisi yapar. 

İrlandalı modernist yazarların deneysel tarzı da "kültürel sömürgesizleştirmenin" bir sonucu olarak görülür bugün ve hatta Ulysses "postkolonyal modernizmin kurucu metni" kabul edilir. 

Chinua Achebe'nin Joseph Conrad ile ilgili yazısı Batının Afrika üzerindeki hegemonyasına karşı güçlü bir çıkış olarak okunabilir.

Achebe'nin yanı sıra Ngugi, Cheikh Hamidou Khan, Camara Laye, Amos Tutuola ve Wole Soyinka'nın metinleri de Batı kanonik söylemine açık eleştiridir. 

Esas soru şudur: Afrika modernizmi sömürgeci güçlerin sayesinde mi ortaya çıktı?

Bu soruya yanıtlamak için modernitenin Afrika topraklarına girişi ve sonrası dikkate alınmalıdır. 

Postkolonyal dünyada modernizmi eleştiren isimler de var. Bill Ashcroft ve John Salter gibi kritikler yüksek modernizmi metropolün egemen gücünün uzantısı olarak görür.

Yüksek modernist söylemin emperyal egemenliğin işlevselliğini pekiştirdiği düşüncesini benimserler.

Modernizmin yüksek kültürel söylemi, büyük ölçüde tartışmasız bir dizi parametrenin Avrupalı olmayan bir kültürel gerçekliğe dayatmasıyla görülebilir.


Jameson imparatorluk ve sömürge ilişkisini modernist deneysellik bağlamında yorumlarken emperyalizmin kaba kuvveti, çıplak gücü ve açık sömürünün daha belirgin olduğunu söylerken benzer düşünceyi savunur.

Emperyal dünya sisteminin yapısal olarak tamamlanmadığını ve bunun da sömürgede yaşayanların Birinci Dünya'ya adapte olmasını imkansızlaştırdığı düşüncesindedir Jameson. 

Ancak bugün Afrika edebiyatına baktığımızda dünya sistemine rağmen edebiyatta sömürgesizleştirme sürecinde Afrikalı modernistlerin tıpkı Joyce, Pound, Eliot, Beckett ve Yeats benzeri çıkışlarını görmezden gelemeyiz.

Jameson'un yaklaşımının genellemeciliğinin sorunlu olduğu bu metinlere baktığımızda anlarız. 

Postkolonyal kritik Achille Mbembe sömürgecilik ve modernite arasında doğrudan bir bağ kurar. Ona göre;

Sömürgecilik retorik anlamda İslam ve Hristiyanlık gibi evrensel bir projedir ve Aydınlanmanın çocuğudur. Nihai amacı da sömürgeleştirileni modernitenin alanına sokmaktır.


Afrika'daki modernite söyleminin sömürgeleştirme süreciyle birlikte ortaya çıktığı unutulmamalıdır.

Harry Garuba'ya göre, kartezyen mantığına dayanan bir süreç olarak "sömürgeci haritalama", dünyayı belirli terimlerle haritalama, adlandırma ve açıklama ihtiyacını doğurur.

Sömürge haritası, dünyayı Avrupalılar tarafından tasarlanan bir dizi temsiliyete tabi kılan aydınlanma paradigması aracılığıyla çalışır.

Günümüzde postkolonyal ve Afrika çalışmalarının en önemli isimlerinden Simon Gikandi, sömürgeciliğin gerek yerli dillerde gerekse Avrupa dillerinde gelişen modern Afrika edebiyatının çerçevesini belirlediğini iddia eder. 

Modern Afrika edebiyatı, sömürgeciliğin potasında üretildi. Bunun anlamı, diğer şeylerin yanı sıra, bugün modern Afrika yazınına dâhil eserler, özellikle 1884-85 Berlin Konferansı'yla başlayıp 1950'lerin sonu ile 1960'ların başlarında sömürgecilikten çıkışla devam eden dönemlerde hem Batı dillerinde hem de yerli dillerde kadın ve erkeklerin kurduğu gelenek, istisnasız sömürgeciliğin getirdiği ve geliştirdiği kurumların ürünleriydi.


Gikandi "Afrika ile Avrupa arasındaki travmatik karşılaşma gerçekleşmese, mevcut kimliğini veya işlevini kazanamazdı" der.

Sömürgeciliğin on sekizinci yüzyıldan itibaren "Afrikalı bir yazar olmanın ne anlama geldiğini biçimlendirdiğini" iddia eden Gikandi, edebiyat biçiminin de bu sayede belirlendiği görüşünü savunur.

Gikandi'nin tespitlerini dikkate aldığımızda modern Afrika edebiyatının bir çatışma ya da karşılaşma kültürünün sonucu ortaya çıktığını görüyoruz.

Daha doğrusu, sömürgeciliği yok sayarak modern Afrika edebiyatına nüfuz etmek imkânsızdır.


Gikandi'ye göre sömürgecilik modernitenin göbeğinde yer alır. Bu yüzden Afrika edebiyatının sömürgecilikten bağımsız olarak okunamayacağı kanısındadır.

Aslında Gikandi modernizmin Afrika edebiyatının kanonlaşmasındaki rolünün gayet farkındadır. Zira Afrika edebiyatında modernizm özellikle 1950'lerde özellikle şairler arasında biçimsel ve avangart bir duruş olarak ortaya çıktı. 

Christopher Okigbo, Gabriel Okara, J. P. Clark, Wole Soyinka ve Kofi Awonoor Afrika edebiyatında postkolonyal modernizmin öncüleri olarak sayılabilir. 

Gikandi'nin 'modernizm olmadan postkolonyal edebiyat var olmaz' savı bir Afrika gerçeğini de ifade eder. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU