Gine Körfezi'nde kaçırılan Türk denizciler: Buzdağının bize görünen kısmı

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: TRT Haber

Milattan önce VI. yüzyılda cumhuriyet olarak kurulan Roma'nın imparatorluğa dönüşmesinde önemli pay sahibi olan Jül Sezar (Julius Caesar), kariyerinin başında hitabet dersleri almak için Rodos'a giderken Akdeniz'de korsanlar tarafından kaçırılır. 

Hayatının bağışlanması için ailesinden istenen fidyeyi az bulan Sezar, korsanlara, miktarı 2,5 kat artırmalarını salık verir. 

Alıkonulduğu süre boyunca bir tutsak gibi davranmayan Jül Sezar'ın, korsanlara buyurgan davrandığı, yeri geldiğinde kendisini rahatsız etmemelerini istediği, yazdığı konuşma ve şiirlerden etkilenmeyen korsanları aşağıladığı ve canını sıktıklarında ise onları çarmıha gerdirmekle tehdit ettiği rivayet edilir. 

38 günlük "esaretten" sonra fidyesi ödenip serbest kalan Jül Sezar, beraberindeki askeri birlikle tutulduğu adaya döner ve korsanları tehdit ettiği şekilde katleder. 

Günümüz korsanlarının Jül Sezar'ı kaçıranlar kadar insaflı ve uysal olmadığı bir gerçek. 

Bu gerçeği, geçtiğimiz hafta Gine Körfezi'nde Liberya bayraklı gemiye saldıran korsanların Azerbaycan uyruklu bir denizciyi öldürmesi ve 15 Türk denizciyi de kaçırması teyit ediyor. 

Kaçırılan vatandaşlarımızın en kısa sürede ve salimen ailelerine kavuşması en büyük temennimiz. 

Ancak bu vaka, son yıllarda Gine Körfezi'nde korsanlık eylemleri ve bu bağlamda gerçekleşen fidye için adam kaçırmalardaki artışa dikkat çekiyor. 
 

Maritime Business World.jpg
Görsel: Maritime Business World

 

Ne oluyor?

Gine Körfezi'nde korsanlık eylemlerinin yoğunlaşması bölge ülkelerinin ekonomilerindeki gelişme ve özellikle Nijerya'nın petrol ihracatıyla bağlantılı. 

Bu minvalde ilk olarak bölgede artan deniz trafiği, suça meyilli kişi ve grupların dikkatini çekti. 

Akabinde silah zoruyla ticaret gemilerinin malları çalınmaya, kaçırılan petrol gemilerinin yükü ise açık denizlerde illegal bir şekilde satılmaya başlandı. 

Saldırıların sayısının gittikçe artması ve kıtalararası taşımacılık yapan büyük kargo gemilerini hedef alması, uluslararası toplumun dikkatinin 2010 yılından itibaren Gine Körfezi'ndeki korsanlık eylemlerine yönelmesine neden oldu. 

Ancak, uluslararası toplumun bu bağlamdaki bir önceki ilgi odağı, 2000'li yıllarda hızla artan gemi kaçırma ve rehin alma vakaları nedeniyle Aden Körfezi ve Somali açıklarındaki korsanlık eylemleriydi. 

Esasen bu artış nedeniyle Afrika, 2007 yılında Güneydoğu Asya'yı geride bırakarak dünyanın en fazla korsanlık eylemi gerçekleşen coğrafyası haline gelmişti. 

2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey,  Aden Körfezi ve Somali açıklarındaki korsanlıkla mücadeleye yönelik altı farklı karar aldı. 

Bu kararlar çerçevesinde 2008 yılı sonunda AB ve NATO bölgeye savaş gemileri gönderdi. 

Ayrıca ABD öncülüğünde ülkemizin de kuruluşundan itibaren sürekli olarak katkı verdiği çok-uluslu "Birleşik Görev Gücü" (CTF-151) oluşturuldu. 

Alınan önlemlerin etkisiyle Doğu Afrika'daki korsanlık faaliyetleri ciddi şekilde azaldı.

Bunun azalmanın da etkisiyle Gine Körfezi, 2012 yılında Doğu Afrika'yı geride bırakarak dünyada en fazla deniz haydutluğu ve korsanlık eyleminin gerçekleştiği bölge haline geldi. 

Diğer taraftan, 2014 yılından itibaren küresel petrol fiyatlarının önemli ölçüde düşmesi, taşıdığı petrolü satmak üzere tanker kaçırılmasının cazibesini azalttı. 

Dahası tanker kaçırma, petrolün başka taşıyıcılara nakledilmesi ve satılması gibi karmaşık süreçler dolayısıyla çok büyük bir örgütlenme ve koordinasyon gerektiriyordu. 

Bu nedenle Gine Körfezi'nde fidye için denizcilerin kaçırılması vakalarında son yıllarda ciddi bir artış gözleniyor. 
 

Uluslararası Denizcilik Ofisi (International Maritime Bureau).jpg
Görsel: Uluslararası Denizcilik Ofisi (International Maritime Bureau)

 

Kaçırılan denizciler küçük deniz araçlarıyla Nijerya'nın güneyindeki, yerel güvenlik güçlerinin dahi erişmesi çok zor olan Nijer Deltası'na götürülüyor. 

Financial Times muhabiri George Steer'e göre rehineler için kişi başına genellikle 50 bin Dolar fidye isteniyor ve nihai miktar karşılıklı pazarlıklarla belirleniyor. 

Kaçırma vakaları, doğası gereği hemen raporlanıp uluslararası gündeme taşınırken, diğer korsan eylemler için aynı şeyi söylemek zor. 

Ayrıca hangi saldırı türünün korsanlık olarak addedileceği hususunda bir fikir birliği bulunmuyor. 

Nitekim, 2019 yılında Gine Körfezi'nde meydana gelen saldırı sayısını Uluslararası Denizcilik Bürosu 64, ABD Denizcilik İdaresi 129, Fransa donanmasıyla bağlantılı MICA Center 111 olarak raporluyor. 

Öte yandan deniz taşımacılığı yapan firmalar, ciddi olmadığını düşündüğü korsan saldırı ve saldırı girişimlerini raporlamaktan kaçınıyor. 

Zira her bir vaka, bölgenin risk katsayısının artırılmasına, dolayısıyla sigorta maliyetlerinin yükselmesine yol açıyor. 

Uluslararası Denizcilik Bürosu tahminlerine göre vakaların ancak yüzde 50'si raporlanıyor. 
 

AFP.jpg
Fotoğraf: AFP

 

Neden korsanlık?

İlk bakışta Gine Körfezi'ndeki korsanlık eylemlerinin ortaya çıkması ve artış göstermesinde bölge ülkelerinin korsanlarla mücadele yeteneklerinin zayıf olması dikkat çekiyor. 

Diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi Gine Körfezi ülkelerinde de ülke içi güvenlik birinci öncelikli addediliyor. 

Bu nedenle savunma bütçesinden aslan payını kara kuvvetleri alırken deniz kuvvetleri ve sahil güvenlikten sorumlu birimler büyük ölçüde ihmal ediliyor.  

Sözkonusu ihmalin arkasında ayrıca, devletlerin ekonomik gücünün kısıtlı, bütçe imkanlarının da yetersiz olmasının bulunduğu izahtan vareste. 

İkincisi, Gine Körfezi ülkelerinde deniz haydutluğu ve korsanlıkla mücadelede alanında ciddi bir hukuki altyapı eksikliği bulunuyor. 

Bölge ülkeleri tarafından 2013 yılında korsanlıkla mücadele istikametinde Yaunde Davranış İlkeleri kabul edilmesine rağmen, bu belgede öngörülen yasal düzenlemelerin yapılmasına yönelik alınan mesafe yetersiz. 

Bölge genelindeki ilk kanuni düzenleme, Yaunde Zirvesi'nden tam altı yıl sonra, 2019 yılında Nijerya parlamentosundan geçti. 

Bu olumlu bir gelişme olmakla birlikte suçla mücadele, zikrettiğimiz birinci nedene bağlı olarak öncelikle suçluların yakalanabilmesi kapasitesini gerektiriyor. 

Korsanlık eylemlerinin üçüncü ve belki de en önemli nedeninin, insani kalkınma alanındaki eksiklikler olduğunu söyleyebiliriz. 

Buna rağmen sözkonusu temel sebebe Yaunde Davranış İlkeleri'nde atıfta dahi bulunulmuyor. 

Özellikle Nijerya'da, halkın çok büyük bir kısmının yoksulluk sınırının altında yaşaması, işsizlik oranlarının yüksek olması, gelir dağılımının aşırı dengesiz oluşu, meşru yollardan geçinmeyi sağlayacak ekonomik olanakların bulunmaması gençleri illegal faaliyetlere yönlendiriyor. 

Bu bağlamda Paul Collier ve Anke Hoeffler'in Afrika'daki iç savaşların nedenleri olarak gösterdikleri "hırs ve mağduriyet" yaklaşımını korsanlık eylemlerine uygularsak, 'mağduriyet'in birey ve grupları suça yönelten en önemli etmen olduğu anlaşılıyor. 

Nijerya güvenlik güçlerinin çoğu zaman suçlu masum ayrımı yapmaksızın topyekün cezalandırma yöntemini tercih etmesi, bu mağduriyeti bir taraftan derinleştirirken, diğer taraftan tepki olarak çete milis güçlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. 

Son olarak bölge dışı, özellikle gelişmiş Batılı ülkelere duyulan tepkinin korsanlık eylemlerinin ortaya çıkmasında etkili olduğu biliniyor. 

Zira Afrika ülkeleri halkları, kendileri sefalet içerisinde yaşarken ülkelerinin yeraltı zenginliklerinin yanı sıra, deniz kaynaklarının da gelişmiş ülkelere ait şirketlerce yağmalandığını, Afrika ülkelerine ait münhasır ekonomik bölgelerde yasadışı endüstriyel avlanma yapıldığını düşünüyor. 

Korsanlık eylemlerine girişenler de bu adaletsiz durumu, zihinsel bir meşrulaştırma aracı olarak kullanıyor.  
 

Nato.int_.jpg
Fotoğraf: Nato.int

 

Korsanlıkla mücadelede kim ne yapıyor?

Somali açıkları ve Aden Körfezi'ndeki korsanlığın zirve yaptığı dönemlerde "denizdeki sorunların çözümün karadan başlaması gerektiği" neredeyse bir motto haline gelmişti. 

Yani korsanlık eylemlerinin ana asli nedeninin karadaki azgelişmişlik ve yoksulluk olduğu vurgulanıyordu. 

Ancak uluslararası toplum ve ilgili ülkeler tarafından, yukarıda zikrettiğimiz azgelişmişlik ve yoksulluk eksenindeki sorunlara eğilmek yerine güvenlik önlemlerine ağırlık verildi ve bölge, küresel güçlere ait savaş gemilerinin sürekli devriye gezdiği bir alan haline geldi.

Ayrıca, korsanlarla mücadelede "tetiğe basmaktan" çekinmeyen "Blackwater" gibi sabıkalı özel güvenlik şirketleri Kızıl Deniz yolunu kullanan gemilerin güvenliğini üstlenmişti. 

Henüz bu aşamaya gelmemiş olmakla birlikte benzer bir güvenlik odaklı yaklaşımın, Gine Körfezi için de geçerli olma ihtimalinin yüksek olduğu anlaşılıyor. 

Bölge ülkeleri aciliyet arzeden deniz güvenliğinin sağlanmasında işbirliği ve koordinasyon olanakları üzerinde çalışırken; azgelişmişlik, sosyal adaletsizlik ve devlet şiddeti gibi konulara ciddiyetle eğilmiyor. 

Korsanlık ve deniz haydutluğundan etkilenen gelişmiş ülkeler ise Gine Körfezi ülkelerinin sahil güvenlik kapasitelerinin gelişimine katkıda bulunmayı yeğliyorlar. 

Bu bağlamda ortak tatbikatlar düzenleniyor, askeri ekipman hibe ediliyor ve bölge ülkeleri güvenlik birimlerine mesleki eğitimler veriliyor.

Doğu Afrika'dakine benzer bir uluslararası koruma misyonu en azından şimdilik Gine Körfezi için öngörülmüyor. 

Bunda bölgedeki korsanlık eylemlerini şimdilik tali gören gelişmiş ülkelerin isteksizliği kadar, Nijerya'nın bölge dışı güçlerin Gine Körfezi'de askeri güç bulundurmasına sıcak bakmaması etkili. 

Buna rağmen Fransa'nın geçtiğimiz yıl bölgeye gönderdiği deniz misyonu koronavirüs salgını nedeniyle apar-topar geri çekilmişti. 

Sözkonusu görevi İtalya donanması devralmış olmakla birlikte 6 bin kilometre kıyı şeridine sahip ve günlük 2 bin 500 geminin geçtiği bölgede birkaç adet fırkateyn bulundurulması, korsanlar için kaale alınabilecek bir caydırıcılık oluşturmuyor. 

Bölge dışı ülkelerin birinci önceliğinin, -anlaşılabilir bir şekilde- korsanlarla pazarlık yaparak vatandaşlarını kurtarmak olduğu anlaşılıyor. 

Ancak bu durum, bir taraftan korsanlara teknik kapasitelerini geliştirmeleri için gerekli maddi imkanı sağlarken, diğer taraftan başka çete ve milisleri de "düşük riskli kazanç kapısı" olarak korsanlığa teşvik etmiş oluyor. 
 

AFP2.jpg
Fotoğraf: AFP

 

Kaybeden kim?

Bu denklemin en büyük kazananı fidyeyi alan korsan çeteler ile sigorta şirketleri olduğu aşikar. 

En büyük kaybeden ise; artan korsanlık ve deniz haydutluğu mücadele adına ülkelerin daha fazla kamu kaynağının güvenlik sektörüne aktarması ve bu nedenle kalkınma gereksinimleri geçmişte olduğu gibi bugün de ihmal edilen yerel halk. 

Öte yandan Uluslararası Denizcilik Ofisi'ne göre Buna ilaveten korsanlıkla mücadelenin bölge ülkelerinin ekonomilerine doğrudan ve dolaylı maliyeti her yıl yaklaşık 1 milyar doları buluyor. 

Korsanlık eylemleri bir taraftan yabancı yatırımcıyı kaçırırken, diğer taraftan yasadışı yollardan kazanç sağlamanın bölgede bir norm olarak yerleşmesine yol açıyor. 

Dolayısıyla kısa vadeli ve güvenlik odaklı önlemlerle en az 50 yıllık geçmişi bulunan bir soruna çözüm bulunması mümkün görünmüyor. 

Korsanlık ve deniz haydutluğu kontrol altına alınabilse bile azgelişmişlik, sosyal adaletsizlik ve yoksulluğun oluşturduğu baskının başka bir şekilde ortaya çıkması mukadder. 

Bu anlamda, zor olana talip olmak, yani bir taraftan uluslararası toplumun ve bireylerin acil güvenlik ihtiyaçları giderilmeye çalışılırken, diğer taraftan bölge halklarının adil ve insani bir yaşam beklentisinin karşılanması gerekiyor. 

Ayrıca gelişmiş ülkelerin Gine Körfezi deniz kaynaklarının yağmalanmasına engel olması, bölge ülkelerinin balıkçılık kapasitelerinin gelişimine katkıda bulunulması ve bu alandan elde edilecek gelirlerin yerel halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesi için kullanılması icap ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU