Siyaset, iktidar, muhalefet ve ötekileşen her şey: Ankara

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Evliya Çelebi'nin gezi notlarında belirttiği bağlarıyla ünlü, Yıldırım Beyazıt dönemine kadar adı üzüm diyarı anlamına gelen Engürüye* olan Ankara benim için güzel anıları olan bir kent.

Zaman zaman ziyaret etme ihtiyacı duyduğum yerlerden biri. Dostlarım, arkadaşlarım ve zaman zaman yazıştığım, yüz yüze görüşmek istediğim insanlar var.

Bir albenisi, çekim gücü olan kentlerden biri. Kışı kasvetli geçen, karla güzelleşen, bozkır ortasında Hitit Güneşinin sıcaklığında ısınan bir kent.
 

DSC_4126.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Ankara'yı ilk kez liseyi bitirdiğim 1985 yılında ziyaret etmiştim. Engürü ismi de o yıllarda aklıma takılmış, adı bana hep tanıdık gelmiş, zihnimde farklı çağrışımlar yapmıştı.

O gün, bu gün çok sık olmasa da gidip gelirim,  fırsat buldukça da kendimi sokaklarına atar, kalabalığına karışır, kasvetli ilişkilerine tanıklık ederim.

Üniversitelerindeki gençlik kokusunu içime çeker, entelektüel yapısına el sallar, rant kokan yemekli buluşmalarına, iktidar oyunlarının dışa yansıyan izlerine dalar, pahalı takım elbiseler içinde bir kibir abidesine dönen küçük insanlara rastlar, bazen bunalır, şaşırır, ürker ve kendi mi zor bela parklarına atarım.

Parklarında nefeslenir, kendime gelirim.
 

DSCF5902.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Bütün bu kasvetlik başkent olmasından mıdır, nedir anlayamadım?.. Buna rağmen, Ankara'nın bir çekim gücü var, insanın başını döndüren türden.

İktidar, muhalefet, siyaset, ihale, nüfuz, entrika ve ötekileşen birçok şey Ankara'da.  Darbelerin ayak seslerini, tank paletlerinin izlerini görür, irkilir insan.

Yükselen gökdelenler arasında kaybolan demokrasiyi arar, Kızılay'ın kalabalığında bulma umuduyla, insan seline kapılır.

Lafı uzatıyorum sanırım. Kendimi çok çabuk Ankara'nın havasına kaptırdım. Çok çalan, çok söyleyen ama aynı havayı tekrarlayan bir nakaratın girdabındayım.

Girdaptan kurtulmak için hemen çark ediyor, Yüksek Caddesi'nde kendime geliyorum.
 

anadolu ajansı.jpg
Fotoğraf: AA


Hava soğuk, kalabalık sanki biraz azalmış. 

Oysa buralar cıvıl cıvıl olurdu. Gitar çalanlar, kitap satanlar, küçük öteberi pazarlayanlar buharlaşmış, sokakta sanki derin bir kaygı, sessizlik, durgunluk baş göstermiş. Keyifçilerin uğradığı meyhaneler de tenhalaşmış.

Tek iyi değişim, 2017 Mayıs'ında etrafı dikenli tel ve bariyerlerle kapatılan İnsan Hakları Anıtı'nın bariyerleri kaldırılmış. 

Büyük gelişme. 

Buna sevinmek mi gerekiyor; yoksa ne?

Bilmiyorum, karışık bir durum.

Bariyerler kalkmış ama Yüksel'de polis yoğunluğu ise devam ediyor.

Adım başı polis dersem abartmış olurum. Her köşe başında insanları süzen gözlerle donatılmış.Canlı cansız gözler, gelip geçenleri gözetliyor. Yani polisiye tedbirler en üst düzeyde.

Kalabalıklar arasında dolanıp, duruyorum. Gelip gidenler, memurlar, yolcular, hastalar hepsi ama hepsi Kızılay'ın ara sokaklarında bir şeyler arıyor.
 

trt haber.jpg
Fotoğraf: TRT Haber


Kimisi uzak illerden gelmiş, kimisi yanı başında ki yerleşimlerden. İş takip edenler, ceplerinde yüksek rakımlı tepelerin kartvizitlerini taşıyanlar, yabancı misyon şefleri, öğrenciler, işçiler, mülteciler, işsizler hepsi bir karmaşanın düzeninde dolanıp, duruyorlar.

Vatandaşlar bir keşmekeşlik içinde zikzaklar çizip, duruyor. Yabancı uyruklu olanları da unutmamak lazım.

Suriyeliler diğer illere göre çok belirgin değil ama nüfusları az da değil yani. Ağır işler, temizlik ve restoranlar kayıt dışı uyruklularla dolu. Bu nedenle de Ankara'da küçük bir Ortadoğu beliriyor sanki.

Kitapevlerine dalıyorum farkında olmadan. Değişik insanlar var. Herkes zihin dünyasına uygun kitapları inceliyor, bakıyor, fiyatlarını kontrol ediyor.

Kitapların çok pahalı olduğunu belirtmek gerekiyor. Her şeyin ateş pahası olduğu bir dönemde kitapların pahalı olması kaçınılmaz bir sonuç olarak açıklansa da, kitapların biraz daha ucuz olması gerekiyor diye düşünüyorum.  

Bu hem korsan kitap basımının önünü almış olur hem de okuma oranını yükseltir.
 

IMG_9560.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Fiyatların yüksek olmasına rağmen kitapevleri canlı geldi bana. Meraklı gözler, araştıran zihinler, sorgulayan beyinler kitapların ışıltılı dünyalarına dalmış durumdalar. Okuma oranının giderek düştüğü bir dönemde, bu kalabalık kesinlikle iyi.

Kitapların albenisi artmış, baskısı güzelleşmiş ve kalite yükselmiş. İçerik üretme konusunda da bir sıçrama var sanki. Ama emin değilim. Kimilerine göre geriliyoruz, kimilerine göre ilerliyoruz.

O, insanın durduğu noktaya bağlı.

Dijital çağda her şey içerik konusu olmuş durumda. Sosyal medya mesajları, havadan sudan konular bile kitap halini almış.

Hatıralar, sevgiliye yazılan şiirler, acılar ve katmerleşmiş sancılar kitapların sayfalarına yansımış. Araştırma ve bilimsel kitaplara ilgi az, daha çok roman ve öykü kitaplarına karşı bir yönelim var gibi. 

Kırılmış bir şişeden sızan mürekkebin, kağıtta yarattığı leke misali; gerçeklik kitapların sayfalarında, satır aralarında gizlenmiş bir vaziyette keşfedilmeyi bekliyor.

Yani kitaplar insan yüreğine dokunuyor, gelecekten haber veriyor, umut pompalıyor.

Bu bile tek başına önemli.

Kalabalığı, kitapevlerini, Yüksel Caddesi'ni kendi haline bırakıp, sahaflara doğru yol almaya koyulurken, İnsan Hakları Anıtı'nın önünde, pankart açan, daha doğrusu açmak için fırsat bekleyen birileri göze çarpıyor.  

Belirdiği gibi polislerin de hareketlenmesi anında gerçekleşiyor. Eylemciler polisleri, polisler pankart açabilecek kişileri kolluyor. Kim hızlıysa kazanan o olacak.

Bu hengameyi geride bırakıp, sahaflar çarşısına yürüyorum.
 

DSC_4131.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Ne aradığımı ben de bilmiyorum. Farklı ama bir o kadar da günümüzü anlatan, felsefi ama tarihsel gerçekleri yansıtan, akıcı bir dili olan ve beni alıp götüren bir kitap arıyorum.

Yazarını bilmiyorum, adını hatırlamıyorum, konusunu çıkaramıyorum.

Bir bilinmezliğin kitabını arıyorum aslında.

Sahaflar daha çok bin bir çeşit sınav kitaplarına yönelmiş durumda. Eski canlılığı yok, ya da bana öyle geliyor. Sanki bütün yazarlar sınava hazırlık kitapları yazıyor.

Bütün stantları inceledikten sonra kendimi kalabalığa bırakıyorum.

Her taraf siyaset kokuyor, bütün sohbetler siyasete çıkıyor, politik dedikodular sokaktan taşıyor. 

Yani Ankara kış, kıyamet…
 

IMG_9556.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş​​​​​​​


İnsanın içini üşüten bir soğukluk var. Metoroloji ise hava sıcaklığı mevsim normallerinin üzerinde diye haber geçiyor.

Ankara'ya hoşça kal demeden, dümeni çeviriyorum farkında olmadan. Ankara güncesi sahaflarda kendiliğinden noktalanıyor.

Ayaklarım beni Ankara'dan başka yerlere taşımak istiyor. 

Kendimi otogarda buluyorum, elimde Gabriel Garcia Marquez'un "Yüzyıllık Yalnızlık" kitabı, vakit gece yarısı. 

Ankara uğultular içinde, kasvetli bir hava, uykusuz geçen zaman ve sabaha akan geceyi geride bırakarak, sabahın ışığına yol alıyorum…

 


* http://www.hasancelik.web.tr/Yayinlar/123.pdf

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU