“AK Saçlılar” çağrısı dikkat çekti!

Abdulbaki Erdoğmuş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Türkiye'de kamuoyu tarafından bilinen bazı siyasetçi, akademisyen, aydın, yazar, gazeteci 101 kişinin imzasıyla 21 Temmuz 2020’de bir bildiri yayımlandı.

Özellikle sosyal medya ve dış basında geniş bir yankı buldu. İmzacıların kendilerini “Ak saçlılar” olarak tanımlaması, en az bildirinin içeriği kadar dikkat çekiciydi.

Kendilerini “Ak saçlılar” olarak tanımlayanlar sadece tecrübe ve yaşlarıyla değil, kişisel beklentilerini bir tarafa bırakarak kendilerinden sonraki kuşaklar için taşıdıkları kaygıyla dikkat çektiler.

Bu insanların tek dertleri vardı. Gerçekten de "farklı kesimlerden, farklı geçmişlerden, farklı siyasetlerden gelen" bu insanları birleştiren ortak payda, ülkeleri ve insanları için duydukları kaygılardır.

Bildiride “Ülkemiz bugüne kadar böylesine koyu bir karanlık, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, toplumsal doku çürümesi, dünyada yalnızlaşma, itibarsızlaşma yaşamamıştı” ifadeleri, Türkiye tablosunu bütün gerçekliği ile ortaya koymaktadır.

Bu tablo ile hepimizin tehdit altında olduğu, ülke ve insanımızın karanlık bir yolculuğa mahkûm edildiği gerçeği ifade edilmiştir.

Bu uyarının gereği olan ortak akıl ve sağduyu ile hareket edilmemesi durumunda geleceğimizin bugünden çok daha belirsiz ve karanlık olacağından kuşku yoktur.

Aralarına nifak tohumu ekerek toplumu etnik ve inanç aidiyeti üzerinden ayrıştıran, kutuplaştıran, hak-hukuk-adalet adına var olan bütün değerleri yok eden, ortak paydaları ortadan kaldıran uygulamaların ve karanlık bir zihniyetin açık tehdidi altında olmadığımızı bu durumda nasıl düşünebiliriz ki? 

İktidar çemberi dışında kalıp tehdit altında olmayan tek bir kesim var mıdır? İktidar kimliğinden farklı olup güvende olan tek bir kimlik söz konusu mudur?

İktidar anlayışından farklı düşünen, farklı inanan ve farklılıklarıyla haklarını kullanmak isteyen tek bir kesimin güvencede olduğu söylenebilir mi?

Türkiye toplumunun hangi kesimi güvendedir? Emekçiler mi? Hukuki meşruiyeti olmayan ve tamamıyla keyfiliğe dayanan KHK ve OHAL uygulamalarıyla mağdur olanlar mı? KHK tehdidi altında çalışan bürokratlar ve iş adamları mı?

Türkler mi? Kürtler mi? Aleviler mi? Azınlıklar mı? Aydınlar, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler veya siyasetçiler mi?

Ne yazık ki hepsi ve hepimiz ve dahi halklarımız ve her birimiz açık bir tehdit altındayız. Çünkü koyu karanlık ülkemizin tamamını sarmış durumda, yani ‘ülke’ tehdit altınadır.!

Bu karanlık tablo karşısında çocuklarımızın, gençlerimizin geleceğinden kaygı duymamak mümkün mü?

Geleceği aydınlatacak bir ışık yoksa gençlerimizi karanlığa karşı uyarmak, en azından ellerinde yakacakları bir ‘mum-çıra’ bulunması gerektiğini söylemek bir aydın ve siyasetçi sorumluluğu değil midir?

Ne yazık ki bu sorumluluk bilinciyle hareket eden ve bildiri yayınlayan imzacıları “ihanet!” ile suçlayacak kadar karanlıkta kalmayı özümsemiş insanlarımız var!

İmzacılardan biri olarak herkes gibi ben de, yöneltilen suçlama ve ithamlardan incindiğimi, yine de hakkımı helal ettiğimi belirtmek istiyorum; ancak İmzacıları ihanetle suçlamanın hiçbir makul ve ahlaki gerekçesi olmadığı açıktır.

Kabullenmek zorundayız ki, Türkiye artık karanlık bir ülke, asla hamaset ve cehalet ile aydınlatılamaz.

Sormak istiyorum: Otoriter dayatmayı ve keyfi uygulamaları sistemleştirip demokrasi ve hukukun kırıntılarına dahi tahammül göstermeyen bir zihniyeti tehdit olarak görmek ve toplumu bu konuda duyarlı olmaya çağırmak nasıl olur da “ihanet” olarak değerlendirilebilir? 

Ülkesi, insanı ve gençleri için kaygı duymak, geleceklerine ilişkin endişeleri duyurmak ve tedbir alınmasını önermek nasıl olur da “ihanet” sayılabilmektedir? Makuliyet, vicdan, ahlak, vatanperverlik bunun neresinde? 

Gücü elinde bulundurduğu için uyarılan iktidar olsa da, muhatap sadece iktidar değildir. Ayırmadan, ayrıştırmadan, dışlamadan muhalefete, toplumsal kesimlerin tamamına ve özellikle gençlere çağrıda bulunulmuştur.

Söz konusu dayatma, baskı ve tehditler karşısında susarak “dilsiz şeytan” kesilmek yerine, hakkı haykırmak ve topyekûn olarak haksızlığa direnmek daha onurlu ve daha haysiyetli bir tutum değil midir? 

Halkları ortak paydada buluşturmak, farklılıklarından dolayı hiç kimsenin ve hiçbir kesimin dışlanmaması gerektiğini savunmak, yoksulluğa, talan ve yağmaya, doğa tahribatına, ayırımcılığa, ırkçılığa, dinbazlığa karşı halkları demokraside birleşmeye çağırmak, emeği, emekçiyi sahiplenmek, hukuku, hakları ve özgürlükleri öncelemek elbette bizim ve hepimiz için bir sorumluluk ve zorunluluk olduğunu düşünüyorum.

Ak saçlılar” da bu sorumluğu hatırlatmayı bir görev bilmiştir.

Gençlerin geleceği için endişe duymamak, karanlığa karşı mum yakmamak, ülkenin uçuruma sürüklenmesine seyirci kalmak, haksızlık ve adaletsizlik karşısında susmak, haksız-hukuksuz tutuklamalara, sürgün ve ihraçlara karşı duyarsız kalmak bir toplumun aydın ve siyasetçileri için kabul edilemez bir durumdur.

Suskunluk, sessizlik, duyarsızlık aydınlar için bir züldür. 

Bize de düşen; ülkesi ve halkları için onurlu duruş sergileyen aydınlara, akademisyenler, yazarlara, gazetecilere, siyasetçilere ve özellikle gençlere destek vermektir, onları yalnız bırakmamaktır.

Karanlığı aydınlatmanın yolu; milyonlarca insanın hep birlikte bir kıvılcım çakmaya başlamasıdır. 

Hasta bir toplum sessiz durarak tedavi olmaz. Hastalığın varlığını haykırmak gerekir.


“Ak saçlılar” çağrısının da bu bağlamda değerlendirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU