Şia ve Sünnilerde Mehdi-Deccal-Mesih ve Saîdê Kurdî

Hüseyin Siyabend Aytemur Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Öncelikle ben fikrimi ifade etmeden önce Mehdi konusunu ana hatlarıyla belirtmek istiyorum. 

Mehdi konusuna biyo, psiko, sosyo değerler açısından baktığımızda, dünya tarihinde ve insani değerlerin ifade edildiği, her çağın ve dinin bulunduğu tarihsel dilimde, Mehdi düşüncesinin ortak bir fenomen olduğu gerçeği karşımıza hep var olmuştur.

Mehdi inancı ile ilgili yapılan çalışmalara bir göz attığımızda bu inancın Kürdistan, Sümer, Babil, Mısır’dan İsrailoğuları’na, Babil, İran, Hindistan’a kadar uzanıyor.

Aryan ve Samilerin tamamında Mehdi inancı söz konusudur. Kral Sargon, Hamurabi bir Mehdîdir. Snefru’nun kahini “Ameni” denilen bir kurtarıcıyı haber vermiştir.

Zerdüşt, kendisinden sonra gelecek bir torunundan haber vermiştir. Bir Mehdi edasıyla gelip dünyaya hükmedecektir. Hindular ve Budistlerin Mehdisi gibi bu verileri uzatmak mümkündür.

Mehdi kavramı her ne kadar lügat anlamıyla “hidayete erdiren” veya “hediye veren” anlamlarında gelmekteyse de daha çok ıstılahı anlamlarıyla kullanılmıştır. 

Bu manada Kur’an da Mehdi geçmese de ıstılahı olarak yorumlarla Kur’an'da dayanak aranmıştır.

Vahyin tüm milletler için bir norm olacağı, toplumbilimde çok derin ve önemli bir konu olarak Mehdi veya Messianism olarak tanımlanmıştır. Asıl anlamı, beşeri toplumun Mesih’e ya da vaat edilene inanmasıdır.

Dolayısıyla, hem tarih, toplumlar, sürekli; gelecekte, hakikatin, adaletin ve insan özgürlüğünün kesin zaferine inanmaktadırlar, hem de toplumbilim de Messianisme olarak, her toplumun kendi kurumunda bu itikadı, şahsi yapısının doğal ve fıtri bir tepkisi olarak farklı yönelimlere sahip olduğunu söylemektedir.

Adil bir sosyal düzen, baskı ve zulümlerden uzak bir dünya kurarak, kendi milletine mensup olduğu dinin müntesiplerine ve bütün insanlığa hakikî ve bozulmamış rehberliği getirecek olan, arı duru bir inancı yeniden hâkim kılmakla kendisini izleyenlerin arzularını somutlaştıran kişi olarak tecelli eden anlamındadır. 

Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki tartışma da Mesih'in kim olduğu ile ilgilidir. Mesih ise İsa’nın adı değildir, “beklenen vaat edilmiş” anlamında genel bir nitelendirmedir.

Yahudiler her zaman Mesih’in zuhur etmesini beklemektedirler. Nitekim Meryem oğlu İsa “Ben, Mesih’im” deyince Hıristiyanlar ona inandı. Yahudiler dedi ki:

İsa, Mesih değildir. Gerçek Mesih gelmemiştir.


Yahudilerde Mehdi, kraldır. İsrail-Filistin meselesi de bu Mehdi bağlamında değerlendirilmektedir. Hıristiyanlar ve Yahudilerde Mehdi inancı farklılaşıyor.


Mehdi inancı bir Müslüman için, her zaman insan karşıtı düzenlerin kesin olarak yok olacağı bekleyişi içindedir. Dolayısıyla Mehdi'ye tabi olmak veya itiraz mezhebi diyebileceğimiz, mutlak egemen düzeni ve mevcut durumu reddetmektir.

Mehdi bekleyişi -ki bana göre Mehdi Saîdê Kurdî ve Risale-i Nur’dur- insandan sorumluluğun kalkması demek değildir, tersine onun kendi yazgısı, hakikatin yazgısı ve insanın yazgısı üzerindeki sorumluluğun ağır, ani, mantıklı ve yaşamsal olmasıdır. Ve o sorumluluğu devam ettirmektir.


Şia ve Sünni farkı

Şia ve Sünni perspektifine baktığımızda Mehdi inancı şu şekilde farklılaşıyor;

Şia veya Şiilikte Mehdi, özel bir şahsiyet olup hayati bir mesele olarak yönetim kurmak üzere zuhur edecek olan bir şahsiyettir.

Ehl-i Beyt’tendir, ırki ve irsi bir şahsiyettir. İtret yani kan bağı söz konusudur. Seyittir.

Şiilikteki Mehdi, fikri imamet anlayışıyla doğrudan irtibatlıdır. İmanın bir esasıdır.

Şia’ya göre Mehdi-imamet, toplumun menfaat ve maslahatına dayanan, insanların iradesine bırakılmış bir husus değildir.

Şia da Mehdi, ilahi bir atamadır. Bundan dolayı, ümmetin fertlerinin aralarından seçip işbaşına getirdikleri kimse Mehdi-imam olamaz.

Şia’da Mehdi dini bir esastır. Hiç kimse bundan habersiz ve gaflet halinde olamaz. Kimseye havale edilemez. Mehdi mutlak anlamda masumdur. “İsmet” sıfatı şahsında somutlaşmıştır.

Şia’ya göre Mehdi’yi bilmeden ölen kimse cehalet üzerine ölmüştür. Şia’da mehdi aynı zamanda Melik ve Kraldır, devlet başkanıdır. 

Ehl-i Sünnet'i de iki parça halinde düşünmemiz gerekiyor. Bir tanesi siyasi resmi tecrübeye sahip Sünni ekolün Mehdi anlayışı, diğeri ise Saîdê Kurdî’nin mensup olduğu Ehl-i Sünnet olarak tanımladığı daha çok irfan ve tasavvufi anlayışa sahip ayağı olan Elh-i sünnet anlayışı.  

Bu noktada Ehl-i Sünnet olarak kendisini tanımlayan kesimin Mehdi inancı ve tasavvuru: çok fazla olmasa da 11 adet hadis rivayeti -çekince de konularak- olumlu yaklaşarak kabul edilmiş.

Ehl-i Sünnet içinde hadisleri reddeden olduğu gibi, kabul edenler de vardır. Bu hadislerin su-i istimal edilmesi Saîdê Kurdî’nin dediği gibi, “Birisi hadise yanlış mana veriyor diye hadisi inkar etmektense, hadisin namusunu kurtar” prensibi ile hareket edilmiştir.

Ehl-i Sünnet’te Mehdi’ye inanmak, imani veya akidevi bir konu değildir. İnanç esaslarında yer almaz, isteyen inanır isteyen inanmaz.

Belli dönemlerde akide kitaplarında yer alsa da bu, toplumun içinde bulunduğu siyasi krizlerle ilgilidir.

Ehl-i Sünnet'te Mehdi inancı olsa da, Şia gibi aklı devre dışı bırakan insanın iradesini olumsuzlayan bir model biçilmemiştir.


Kendini Ehl-i Sünnet olarak tanımlayan -devlet İslam’ı veya resmi İslam- Mehdi konusunda ilk dönem herhangi bir şekilde ‘kan’ın asaletini savunmazken, daha sonra bu durum değişiyor.

Şia’nın “imamet” prensibine karşı Sünniler “halife” kavramıyla cevap vererek bunu da halifenin “Kureyşi” olması tezine dayandırarak “Mehdi” inancını ilahi bir atama olarak ifade etmeye başlıyorlar.

Bu ikisinin de dini bir tecrübeye değil siyasi bir tecrübeye dayandığı çok açık. 

Ayrıca İbn Arabi gibi Ehl-i Tasavvuf meşrebinin, Mehdi inancında, Şia ve Ehl-i Sünnet olarak kendini tanımlayan kesimden farklı olarak konumlanan kesim var.

İbn Arabi'ye göre Mehdi hiç kimseyi taklit etmek durumunda değildir. Herhangi bir âlimin görüşünü benimsemez. Kendi fikrini ifade eder, rey ve kıyasa başvurmaz; yeni bir şey söylemelidir.

Mevlana da Mehdi konusunu ifade ederken “zamanının sahibidir” demektedir. O hem enfüsi hem de afaki âlemde, ilmen, aynel, hakkel yakîn gelişmiştir.  Yani "Zülcenaheyn"dir.

Mevlana şöyle der:

Deccal, yani 'mevhum varlık' yok olmakta ve 'vücut ülkesi' düzene girmektedir.


İbn Haldun, İbn Kesir, İmam Rabbani gibi bir çok alim Mehdi’yi kabul etmektedirler. Fakat tartışma bağlamları farklıdır.

Siyasi tecrübeye sahip olan Ehl-i Sünnet kanadı ile Şia’da Mehdiliğin sosyal kaynağı siyasidir. İmamet ve Halifelik tartışmasından ortaya çıkmıştır.

Adeta “beklenen idareci” hüvviyeti ile tanımlanarak kendi egemenliklerini meşrulaştıran bir nitelik kazandırmak istenmiştir.  

Siyasi bir imtiyaz konumuna sahiptir. Toplumun psikolojik boyutu ile siyasetin, bu psikolojik boyutu fark etmesi ile ortaya çıkan bir duruma da sahiptir.  

Fakat Ehl-i Sünnet olarak kendisi tanımlayan İmam Ali, İbn Arabi, Abdulkadir Geylani, Mevlana, İmam Rabbani, Mevlana Halid Şehrezori, Saîdê Kurdî vb. âlimlerin Mehdi inancı, benim için asıl olandır.

Tartışmada; Mehdi’nin, alametleri, ortaya çıkışı, nesebi, boyu, elleri, yüzü, nerede ortaya çıkacağı, özelikleri, nitelikleri, ne yapacağı; buna mukabil, Deccal’ın nerede çıkacağı, kim olacağı, alametleri gibi aynı eş zamanlı olarak tasnif edilmiş tartışmalar devam etmektedir.

Yani Mehdi varsa Deccal’da vardır. Mehdi’nin kim olduğunu ifade ediyorsanız, Deccal’ın da kim olduğunu söylemek durumdasınız. 
 


Saîdê Kurdî ve Risale-i Nur’da Mehdi, Deccal ve Mesih yorumu  

Genel hatlarıyla burada kısa ve öz olarak ifade etmeye çalışacağım. Öncelikle Saîdê Kurdî, Mehdi ve Süfyan/Deccal konusunu eş zamanlı olarak bulunan iki şahsı manevi olarak işlemektedir.

Mehdi’nin Seyyit oluşu kabulüne karşı yeni bir yorum getirerek, kan bağı olarak değil, Sünnet-i Seniye’ye ittiba etmek noktasında yorumlayarak “Size iki emanet bırakıyorum Kur’an ve ehl-i beyt” hadisini “Ehl-i Beyt'ten maksad sünneti seniyeye ittiba etmektir” diyerek Mehdi inancını, ırkı ve kan bağı üzerinden reddetmektedir.

Saîdê Kurdî bu noktada Risale-i Nur talebelerini Ehli- Beyt olarak görür ve Risale-i Nur’u Mehdi olarak tanımlarken, Risale-i Nur talebelerini Mehdi’nin askeri ve talebeleri olarak tanımlar. Ve konuyu şahıslar üzerinden bakış ve yorumu izale eder. 

Burada hem Şia’dan, hem de Ehl-i Sünnet’in Mehdi tasavvurundan ayrılıyor. Saîdê Kurdî farklı ırklardan da olabileceği geniş bir anlayışa dönük yorum yapıyor.

Saîdê Kurdî, resmi İslam, siyasi tecrübeye dayalı Ehl-i Sünnet olarak kendisini tanımlayan kesimden de ayrılarak daha çok, irfani, tasavvufi kesimin Mehdi inancı ile yakınlaşıyor. 

Saîdê Kurdî, Risale-i Nur külliyatından Muhakemat, Emirdağ Lahikası, Lemalar, Kastamonu Lahikası, Beşinci Şua, Birinci Şua, Mahkeme Müdafaaları, Ondördüncü Şua, Yirmidördüncü söz, Onbeşinci Mektup vb gibi kısımlarda izah ederken ilk önce konuya geni açılardan izah eder.

“Ümmetin fesadı zamanında içtimai bir hakikat” olduğuna parmak basar. Saîdê Kurdî “Fesad” kavramına yoğunlaşır ve karşısına “ıslah” kavramını konumlandırır.

Gülen Hareketi “ıslah” hareketi değildir, “hizmet” hareketidir. Bu nedenle Gülen Hareketi Risale-i Nurdan ayrılır.

Yani Gülen Hareketi'ndeki mistisizm, Risale-i Nur ile ilgili değil, resmi ideolojisinin Discours’unun bir parçasıdır. Din ve devlet ilişkisinin bir parçasıdır.

Bunu getirip Risale-i Nur ile ilişkilendirmek, aydın kılıklı, ruhu sersem, aklı geveze olan şahsiyetlerin ekip biçtiği bir şeydir (üslubum için kusura bakmayın).

Kabaca söylersek, Saîdê Kurdî, Mehdi hakikatini Küçük Mehdi ve Büyük Ahirzaman Mehdi’si şeklinde de ayırarak, daha önceki kanaatleri bir Mehdi’ye yakışır şekilde tekzip etmeden yorumlayıp onların görüşlerini hiçleştirmiyor.

Yani bir âlim olarak geçmişini, mesleğine mensup olan meslektaşlarını küçümseyip adileştirmiyor. Bu tam bir ahlak abidesidir. 

Saîdê Kurdî, maddi ve manevi fesada karşı on adet madde ile Mehdiyet projesini sunar.

Saîdê Kurdî mevcut din İslam’ın, ortaçağ Katolik anlayışına dönüştüğünü ifade ederken, ilk önce, bahsettiğim resmi, siyasi tecrübeye dayalı Ehl-i Sünnet anlayışını eleştirir, Mehdi'nin gelse de başarılı olamayacağına parmak basar.

Islah, çok boyutlu alternatif bir dünya projesidir. Hem kendi kavmine, hem İslam dünyasına, hem Ehl-i kitaba, hem de evrensellik anlamda bütün insanlara seslenir.

Burada dine karşı, mesafeli veya inkar eden, lakayt olan vs her kesime iman hakikatlerini anlatır. Bir başka tabirle İnkâr-ı Uluhiyet’i, yani bütün kutsal değerleri dışlayanlara seslenir.


Saîdê Kurdî, Mehdiyeti aşamaya ayırır: İman hakikatlerinin insanların kalbine, aklına Allah’ın azametini yerleştirmek, ilk aşamadır. İkinci aşama da İslam şeriatının ilanı, ihyası, icrası; üçüncü aşama ise İttihad-ı İslam kavramıyla geniş bir perspektif çizer.

Saîdê Kurdî’ye göre Mehdi şahıs değil, şahs-ı manevidir. Mehdi olmaz, ama Mehdi’nin müntesipleri olur. Mehdi bir ekoldür; bir mektep, bir anlayış, kavrayış, bakıştır.

Saîdê Kurdî’ye göre Mehdi’nin vazifesini bir şahsın aynı anda yapması Adetullah’a aykırıdır.

Mehdiyet, maddi ve manevi bir pozisyondur. Ama illa bir şahıs bekleniyorsa O Saîdê Kurdî’dir.

Risale-i Nur bağlamında baktığımızda beklenen şahıs bir Kürt’tür. İmam Ali buna işaret etmiştir. O da Saîdê Kurdî’dir.

Kendisi bu noktada “Ben değil, Risale-i Nur’dur” der ve devam eder.

Hakikatler fani insanlara bina edilemez.


Hatta birçok Nur talebesinin anlamadığı nokta şudur: “Gelecek olan zat gelse Risale-i Nur’u program yapacak” sözünü herkes yanlış anlamaktadır.

“Gelecek olan zat” kendisidir. Zira o Risale-i Nur'u program yapmıştır zaten. Eski Saîd ile Yeni Saîd arasındaki fark “metot” ve programdır.  Eskiyi küçümseme değildir. 


Bir başka açıdan Saîdê Kurdî’yi Mehdi kabul eden talebeleri onun Kürt değil, Seyyit olduğunu ırki ve kan bağı üzerinden değerlendirerek Kürt kimliğinde tenzih etmişlerdir. Bu da son derece yanlıştır.

Saîdê Kurdî’ye göre bu yorum “ilmi bir hatadır”. Bu konuya “Risale-i Nur’da Yapılan Tahrifatlar” adlı kitabımdaki “Olumsuzlamanın Olumsuzlaması: Seyyidlik Mit’i” makalemde uzunca değindim. 

Saîdê Kurdî, “Süfyan” ve “Deccal” konusuna açıklık getirmektedir. Bu bağlamda Mehdi ve Deccal eş zamanlı olarak ele alınmalıdır. Yani Mehdi kimse, mefhum-u muhalif; yani zıt anlamı içeren bir misyon da olacaktır.

Şimdi Risale-i Nur’da Süfyan ve Deccal konusu da yukarıda bahsettiğim kitaplarda geçmektedir. Bunu beş menfi esas üzerine yürüttüğü uygulamalar ile nitelemektedir.

Saîdê Kurdî, Yirmidördüncü Söz, Sekizince Asıl’da “çekirge” örneği üzerinden Mehdi’ye yakışır bir yorum yapıyor:

Alâmet-i kıyametten olan Ye'cüc ve Me'cüce ve Sedde dair bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan, ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden taifeler ve Sedd-i Çinînin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın, yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîrüzeber edecekleri, rivâyetlerde vardır.

Bazı mülhidler derler: 'Bu kadar acaibi yapan ve yapacak taifeler nerede?'

Elcevap: Çekirge gibi bir âfat, bir mevsimde pek çok kesretle bulunur. Mevsim değiştikçe, memleketi fesada veren kesretli o taifelerin hakikatleri, mahdut bazı fertlerde saklanıyor. Yine zamanı geldikçe, emr-i İlâhî ile, o mahdut fertlerden gayet kesretli aynı fesat yine başlar. Güya onların hakikat-i milliyetleri inceliyor, kopmuyor; yine mevsimi geldikçe zuhur ediyor.

Aynen öyle de, bir zaman dünyayı hercümerc eden o taifeler, izn-i İlâhî ile, mevsimi geldiği vakit, aynı o taife, medeniyet-i beşeriyeyi hercümerc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder. -la ya'lemu'l-ğaybe illallah-


Bakın bu yorum, fesat ve ırkçılık kavramıyla “hakikat-i milliyetleri inceliyor, kopmuyor” demek suretiyle, bugünkü Kürt politikasına parmak basıyor.

Saîdê Kurdî, bunların kimler olduğuna dair isimlerini mahkeme savunmalarında da hiç çekincesiz ifade etmiştir. İki Deccal bir Süfyan olarak tanımlanmıştır.

Bu noktada Deccal’ın da bir şahs-ı manevi olduğuna işaret ederek, bir kadro bir zihniyet olduğunu ve bugünkü temsilcilerin hangi prensiplerle nasıl devam ettiği ifade etmektedir.

Bahsettiğim eserler ve Sure-i Kevser tefsirinde geçmektedir. Mesela Dersim Katliamını buna bir delil olarak da getirmektedir.  

Risale-i Nur’da Mehdi, Mesih, Deccal, Yecüc, Mecüc gibi konular bilimsel bir alt yapı ile meseleyi çok boyutlu izah edilmiştir.

Mehdiyet’in kolektif bir sosyal yapı olduğunu çok boyutlu izah etmiştir. İsa (a.s.) nüzulü ile ilgili daha çok “manevi” bir yorum yapar.

Yani bir başka ifadeyle, Mehdi, Deccal, Mesih konusu ansiklopedik bir bilgi değildir. 

Mehdi, Deccal ve Mesih meselesi tarihi bir mucizedir.


Siyasal bir kavram olarak Mehdi 

Bu noktada anladık ki Mehdi inancı üç ana damardan ilerliyor. Şia’nın Mehdi inancı ve iki parça olan Ehl-i Sünnet’in Mehdi inancıdır. Bunlardan bir tanesi resmi din anlayışına, siyasi tecrübeye, resmi ideolojiye dayalı Mehdi inanıcıdır -ki bu bugün bahsedilen kısma giriyor. Bu, siyasi politikaları meşrulaştırma aracı olan damardır. 

Bir de diğer kısmı var, o da bahsettiğim gibi Saîdê Kurdî, Mevlana, İbn Arabi, İmam Gazali İmam Rabbani vs gibi âlimlerin temsil etiği Mehdi inancıdır. 

Mehdi’yi inkâr edenler, Emevi ile başlayan siyasi istibdadı tecrübe eden âlimlerin bugüne yansıması olan damardır.

Dönemin birçok insanı bu konuda farklı tezler ileri sürmüştür. Bazısı "Mehdi, Yemen’den çıkacak", başkaları "Basra’dan çıkacak" demiş, bir başkası Kureyş’ten geleceğini ifade etmiştir.

Bu tartışmalar yaşandığı dönemde Ömer b. Abdulaziz de kanaat edip onun (Saîdê Kurdî), Mehdi olduğunu belirtmişler.

Bugün ortada tam bir ikiyüzlü tutum vardır ve çok daha ilginçtir; Mehdi inancının Hristiyan menşeli görenler, Emevilerin Bizans ile siyasi ilişkilerini konuşmuyor... Emeviler neden başkenti Şam’a taşıdı?

Neden, bugün Fars ve Türk ilahiyatçılar, Cemel Vakası ve Sıffin Savaşı'nın vekâlet savaşları olduğunu bilmiyor?

Türk ve Fars ilahiyatçıları Hıristiyan ögelerin hadis adıyla dine sokulduğunu ifade ederken -Mehdi konusu gibi- siyasetlerinde ve İslam tarihi adına yazdıkları metinleri, Bizans ve Pers etkisini biz Kürtlere neden pazarlanıyor?

Süfyan ve Deccal’i de inkar edenler, Emevi iktidarı döneminde yazılan iktidar merkezli metinlerdir, ki zira Deccal Emevi iktidarına takammül ediyordu. Bu nedenle “iktidar ve itiraz” arasındaki tartışmalar nedeniyle bunu inkar eden metinler üretmiştir.

Yer yer Mehdi, Emevi lehine yorumlanırken, yer yer de Abbasi lehine yorumlanmıştır. Bu gelenek bugünde Fars ve Türk lehine geliştiriliyor.

Bu dönemdeki Mehdi kavramı, siyasi merkezli resmi ideolojileri politikaları aklamaya dönük bir discoursunun* parçasıdır. Din ve devlet ilişkisinin bir parçasıdır.  

Mehdi, burada devleti için bir temel, Fars ve Türk soyu ve aristokrasisi için açıklayıcı bir etken, halk için uyuşturucu bir madde olmuştur.

Yani resmi din, devletin doktrini olan dindir. Mehdi daha çok soylu ve aristokrasi gibi soylu sıfatlar üzerinden mücizevari bir nitelik olarak ırki ve sınıfsal bir çelişkinin meşrulaşması üzerinden oluşturularak, dinin bir unsuru olarak kabul etmektedirler.

Hahamların, rahiplerin, vaizlerin mübedanların vb. kopyası gibi bir fonksiyonları vardır. Dünyadaki tüm dinlerin, resmi ruhanilik ağacının bir daldır.

İslam’ın kestiği bir ağaçtır. Ama egemen sınıf ve egemen kurum, ihtiyaçtan dolayı kitlenin arasında bir üst oluşturmak, mevcut durumu korumak, halkı uyuşturmak, yani dini hakikatleri tahrif etmek ve egemen gücün hizmetinde kullanılmak üzere yavaş yavaş böyle bir resmi kurum oluşturdu.

Sünnilerde, ilk başlarda, Osman döneminde, ilk tuğla (Ka’bul Ahbar ile) atıldı. Daha sonra, Abbasiler döneminde, dört fıkhi ekolün resmiyet kazanması, içtihadın kalkması ve burada ki Mehdi misyonu daha çok resmi ruhaniliğe dönüşüyor.  

Dolayısıyla yer yer tartışılan Gülen’in Mehdiliği ise aslında Deccal'ı aklamaya dönük bir hamledir.

Mehdi, Kemalizm’in gölgesi etrafında kümelenmektedir. Gülen ne kadar Mehdi ise, Adnan Bey de o kadar Mehdi, Hasan Mezarcı ne kadar İsa ise, İ. Evrenesoğlu da o kadar Peygamberdir.

Bu sistem bunları üretiyor. Bunlar resmi ideolojinin ürettiği ikonlardır. Bir de Öcalan var bunlara birlikte. Bunların hepsi Kemalizm’i aklamaya dönük hamlelerdir. 

Saîdê Kurdî bu konuları temel çerçevesini çizerek detaylı olarak işlemiştir. Bugün çağımızın ilahiyatçılarının büyük kısmı dil, özgür düşünce, felsefe, hikmet ve fen gibi ilimler ile donanımlı değildir.

Türkiye’deki ilahiyatçılar din-siyaset değil, ondan daha düşük, din-iktisat ekseni etrafında yorum yapar.

Ve ortaçağda bilinmesi adeta muhal olan bazı meseleleri, yine ortaçağ bakışı ile okudukları için, konuya Hıristiyan menşeli olarak bakmaktadırlar.

Ve dolayısıyla bu defa ifrat ile Mehdi, Deccal, Mesih konularını inkar ederek en ekonomik yolu tercih ediyorlar. 

 

 

*söz, konuşma, lakırdı; söylev, nutuk

** Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU