Naziler yargılanıyor: Nürnberg'in 80 yıl sonra hâlâ geçerli dersleri

20 Kasım 1945-1 Ekim 1946'da Müttefik Devletler, 22 üst düzey Nazi yetkilisini ve 6 örgütü yargıladı. Bu süreçte iktidarı yaptıklarından sorumlu tutmanın insanlığın en somut kanıtı olduğunu gösterdiler

(AP)

Lahey'de avukat olarak duruşmaya çıktığımda beni etkileyen uluslararası adaletin ihtişamı değil sıradanlığıydı. Oda kötü kahve, titreyen floresan ışıkları ve her zamanki gibi birinin okuyacağı umuduyla yığılmış kağıt tomarlarıyla diğer mahkeme salonlarından farksızdı. Yine de burası, dünyanın en karanlık dönemlerine hukuki prosedürlerin zayıf ama istikrarlı ışığıyla cevap bulmaya çalıştığı yerdi. İnsanların birbirine yapabileceği en korkunç şeylerin, bir hakimin gözlüğünü düzeltmesi ya da bir çevirmenin boğazını temizlemesi gibi sıradan şeylerle karşılanmasının ne kadar tuhaf olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. 

Nürnberg'in gerçek mirasını işte bu sıradanlığın içinde hissettim; nutuklarda ya da törenlerde değil, hukukun sessiz işleyişinde. En kötü eylemlerin bile kanıt, sav ve kayıtla yüzleştirilmesi gerektiğine dair inançta. Ve bunların hepsi 1945 kışında harabelerden inşa edilen bir mahkeme salonuna kadar uzanıyor.

Avrupa'nın yıkıntıları arasında kurulan o mahkeme salonunda dünya, eşi benzeri görülmemiş bir şeyi, yıkım yerine müzakereyi getirmeyi denedi. Nürnberg'deki Uluslararası Askeri Mahkeme adalet kisvesi altında intikam peşinde değildi. Bu, bir yeniden inşa hamlesiydi ve hukuk ilk kez ahlakın çöküşüyle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Mahkeme toplu katliamdan sonra bile aklın ve hukuki sürecin bir zulmün hesabını sorabileceğini kanıtlamaya çalışıyordu. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Nürnberg ilk gününden itibaren çelişkilerle gölgelendi. Yargıçlar arasında, Katyn'de binlerce kişiyi katleden ve kendi baskı mekanizmasını işleten bir rejim olan Sovyetler Birliği'nin temsilcileri de vardı. Adalet, kendileri de kanunsuz eylemlere karışmış galip taraflarca sağlanıyordu. Mahkeme ahlaki cesaret ve siyasi çıkarların rahatsız edici bir karışımıydı. Yine de bireyleri sorumlu tutmaya yönelik bu cüretkar girişim, modern medeniyetin belirleyici anlarından biri olmayı sürdürüyor. 

Nürnberg'in adaleti dar kapsamlıydı. Kurbanlara değil faillere odaklanıyordu. 6 milyon Yahudi yok edilmişti fakat o mahkeme salonunda insan değil delil olarak görülüyorlardı. Adları ve hayatları dosyalara sıkıştırılmıştı. Mahkeme, yıkımın işleyişini ortaya çıkardı ama Holokost'un özgül anlamını, yani bir halkın eylemlerinden değil kimliklerinden ötürü sistematik olarak yok edilmesini kavrayamadı. 

Bu eksiklik kayıtsızlıktan değil sınırlamalardan kaynaklanıyordu. 1945'in hukuki terminolojideki karşılığı henüz oluşturulma aşamasındaydı. Raphael Lemkin, soykırım terimini sadece birkaç ay önce ortaya atmıştı ve bu, 1948'e kadar kanuna girmeyecekti. Savcılar, insanlığa karşı işlenen suçları ele alırken ideoloji yerine hâlâ savaş zamanı saldırganlığına bağlı bir çerçeve kullanıyordu. Gerçekleri ortaya koyabiliyorlardı ancak bunların ahlaki boyutunu henüz ifade edemiyorlardı.

Buna rağmen Nürnberg olağanüstü bir başarıya imza attı. O kadar eksiksiz bir delil kaydı oluşturdu ki inkârın (kuşkuya yer bırakmaksızın) imkansız hale geleceği düşünülüyordu. Bir zulüm ilk kez ahlaki söylevlerin eline bırakılmadan hukuk önünde kanıtlanmıştı. Gerçeğin (ne kadar tartışmalı olursa olsun) ortaya çıkarılabileceği ve olguların kendi başlarına bir değeri olduğu fikri, Nürnberg'in en büyük mirası olmaya devam ediyor.
 

Nürnberg duruşmaları
Nürnberg duruşmaları: (sanık kürsüsünün ilk sırasında soldan sağa) Hermann Göring, Rudolf Hess, Joachim von Ribbentrop, Wilhelm Keitel ve Ernst Kaltenbrunner (AFP)​​​​​​​


Ne var ki Nürnberg'de biçimlenen anlamlar bugün zorluklarla karşı karşıya. Mahkemenin bize kazandırdığı savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım gibi terimler kamusal yaşamda sıkça kullanılıyor ve çoğu zaman hukuki kesinliğinden yoksun hale geliyor. Bir zamanlar insanlık tarihinin en ağır suçları için ayrılan bu terimler artık gevşek şekilde, hatta stratejik olarak kullanılıyor. Bu da sonuç olarak bir tür ahlaki enflasyon, kanıtlardan kopuk bir retorik yaratıyor. Hukuk özensizce kullanıldığında gerçeğin koruyucusu olmak yerine, siyasetin bir başka aracı haline gelme riski taşır.

Bu gerilim yeni değil. Nürnberg hukukun her zaman idealler ve iktidar arasında müzakere edildiğini ortaya koydu. Öte yandan ahlakın bir gösteriden ibaret hale gelmesini engelleyenin hukuk disiplini olduğunu da kanıtladı. Hayal edilebilecek en kötü suçlarla itham edilen kişileri savunmuş biri olarak, adil yargılamanın adaletin önünde bir engel değil, onun temeli olduğunu gördüm. Adalet, yani her suçlamanın ispat yükümlülüğünü karşılamasında ısrarcı olmak, gerçeğin kendisini korur. Bu olmadan haksızlığın yarattığı öfke tiyatroya dönüşür. 

UCL Holokost Eğitim Merkezi'nin son araştırması, Holokost hakkında kamuoyunun bilgisinin hâlâ ne kadar sınırlı olduğunu gösteriyor. Birçok kişi bu politikaları kimin hazırladığını, bunların nasıl uygulandığını veya neden bu kadar çok kişinin suç ortağı olduğunu açıklayamıyor. Bu konudaki bilgisizlik zararsız değil, muhakemeyi olumsuz etkiliyor. Bu yüzden Holokost eğitimi sadece yaşananları anmakla ilgili değildir. Nürnberg projesinin, yani kanıt, bağlam ve hesap sorma yoluyla gerçeğin peşinde koşmanın devamı niteliğindedir. 
 


Jonathan Sacks, "Bir uygarlığı savunmak için eğitim gereklidir" diye yazmıştı. Bu eğitimin temel unsuru, tarif edilemez suçlar için bir dil oluşturma çabasıydı. Nürnberg de bunu yaptı. Modern dünyanın ahlaki sözcük dağarcığını yeniden inşa etti. Hukuk, adalet ve gerçek gibi sözcüklerin dikkatli kullanılması gerektiğini hatırlattı zira bunlar anlamlarını yitirdiğinde medeniyet de yolunu kaybeder.

Hukuk ahlak değildir fakat hukuk olmadan ahlak güçsüzdür. Nürnberg bu rahatsız edici gerçeği somutlaştırdı. Süreç kusurlu, siyasi ve eksik olsa da insanlığın zulme sessizlikle değil akıl yürütmeyle karşılık verme kararı aldığı anı işaret ediyordu. 

Mahkeme, Holokost'un tüm hikayesini anlatmadı, anlatamazdı da. Ancak dünyanın bir daha asla bilmiyormuş gibi davranamayacağını garanti altına aldı. Verdiği ders 80 yıl sonra hâlâ geçerliliğini koruyor: Adalet, ne kadar sınırlı kalırsa kalsın, içimizdeki en kötü yanlarla yüzleşmenin en medeni yolu olmayı sürdürüyor ve iktidardan hesap sorma çabası, insanlığımızın en sağlam kanıtı olmaya devam ediyor.

Rob Rinder, 2001'de baroya kabul edildi, televizyonculuk ve yayıncılık çalışmalarının yanı sıra avukatlık mesleğini de sürdürmektedir. Holokost eğitimine katkılarından dolayı annesi Angela Cohen'le 2021'de Britanya İmparatorluk Nişanı'na layık görüldü. 

 

independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Yasin Sofuoğlu

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU