TBMM Tören Salonu'nda toplanan komisyonun 11. toplantısına, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.
Kadim Aşiretler Federasyonu Başkanı Rasim Aslan, "2005'ten sonra inkar politikası tamamen yok edildi. Halk sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayacak yasal düzenlemeler geldiyse de hatta çözüm süreci adı altında iyi niyetli bir çözüm bulmaya çalışmış olsa da bu süreç farklı kesimler tarafından sekteye uğratılarak amacına ulaşmadan son bulmuştur" dedi.
"Huzur dolu bir gelecek bırakmak için üzerimize düşeni yapmalıyız"
Aslan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Anadolu'nun yüzlerce yıllık birlikte yaşama kültür ve iklimine kardeşlik ruhunu, barışın, kültür ve medeniyet mirasının yaşatılmasının ve gelecek nesillere aktarılmasının ağır sorumluluğu bu komisyon ile vücut bulacaktır. Bizler bu büyük ailenin bir bileşeni olarak barışa, yaşam kültürüne, birlik ve beraberliğe vesile olacak her türlü olumlu fiile destek olmaya hazırız. Yüzlerce yıllık Anadolu kardeşliğine son asırlık süreçte çok ağır yaralar verildi. Her bireyin hafızasında ve yüreğinde çok ağır tahribatlara yol açan acılar yaşandı. Üzerimize düşen tarihi sorumluluğu yerine getirerek gelecek nesillerimiz için huzur dolu bir gelecek bırakmak için üzerimize düşeni yapmalıyız. Eğitim sistemimiz, Diyanet İşleri, üniversiteler, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, vakıflar gibi birey ve toplum eğitiminin bir yerinde olan bütün kuruluşlar söylem ve eylemlerini barış, kardeşlik, birlik ve beraberlik doğrultusunda geliştirmelidirler. Ayrıca köy ve mezralarda göçe zorlanan bu yurttaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi, yeniden köye dönüş projesiyle mümkün olacaktır.
Ülkemizdeki Kürtler ile diğer ülkelerdeki Kürtler ve Kürt sorunu arasında çok önemli farklar vardır. Dolayısıyla sorunun çözümü de beklenti ve önerileri de farklıdır. Ülkemizdeki Kürtler belli bölgelerde yoğunlaşmış olsa da aslında Anadolu'nun her yerinde bütün etnik ve inanç grupları iç içe yaşamaktadır. Tarihten bugüne hep aynı cephelerde, aynı ortak düşmana karşı omuz omuza savaşıp şehit olarak bize bayrak ve bir vatan miras bırakılmıştır."
"Kalkınmışlık farkını ortadan kaldıracak tedbirlerin alınması gerekiyor"
Aslan, sürece ilişkin önerilerini ise şu şekilde sıraladı:
Barışın gerçek manada kalıcı ve uzun ömürlü olması için yapılması gerekenler var. Rengi, ırkı, dini ve dili ne olursa olsun herkesin birinci sınıf vatandaş kabul edilmesi lazım. Yerel yönetimler kanunlarının yaşananlar açısından gözden geçirilerek yeniden düzenlenmesi, üst görevlendirmelerde her türlü ayrımcılıktan uzak, liyakat ve ehliyete dayalı adil bir görevlendirme sisteminin getirilmesi gerekiyor. Farklı toplumlara mensup önemli kişilerin bazı durumlara karşı çıkmaları nedeniyle hain ilan edilmesinin kaldırılması ve itibarlarının iade edilmesi, bu kişilerle ilgili ders kitaplarındaki olumsuz ve aşağılayıcı ifadelerin kaldırılması gerekiyor. Ana dilde yayın, ana dilde eğitime ilişkin yapılan düzenleme ve iyileştirmelerin yasal güvence altına alınması lazım. Ekonomik olarak Doğu ve Güneydoğu illerinin batı illerine oranla kalkınmışlık farkını ortadan kaldıracak tedbirlerin alınması gerekiyor. Dini, milli ve manevi değerlerimizi esas alan bir düzenlemenin yapılması da bunun bir parçası. Sınır ticaretinin desteklenmesi ve sınır kapılarının açılarak geçişleri hızlandıracak tedbirlerin alınması lazım.
Bedirhanoğlu: Örgütün silahlarını bırakması ve kendini feshettiğini açıklaması bölgede yaşayan bizler açısından çok önemli bir eşik
GÜNSİAD Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, komisyonda yaptığı konuşmada, komisyonun çok saygın bir iş yaptığını belirterek, “Hepimizin arzu ettiği bu süreç inşallah başarıyla sonuçlanır” dedi.
Kürt meselesinin Cumhuriyet ile yaşıt olduğunu söyleyen Bedirhanoğlu, “1 Ekim 2024'te Meclis açılışında önemli bir hamle yaparak DEM’lilerin elini sıkmak suretiyle bu süreci başlatan ve hepimizi de aslında büyük ölçüde şaşırtan, bir o kadar da umutlandıran MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye, süreci sahiplenen ve güçlü desteğini veren Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, destek veren tüm muhalefet partilerine başta CHP olmak üzere ve onların Genel Başkanlarına, bu sürecin başından itibaren büyük çaba gösteren DEM Partisine, eş genel başkanlarına teşekkür ediyorum. Ayrıca çağrılarıyla örgüte silah bıraktıran, fesih kararı aldırtan PKK lideri Abdullah Öcalan'a da burada önemli riskler aldığı için çok teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.
Sorunun çözümü için daha önce defalarca girişimde bulunulmasına rağmen her defasında bu girişimlerin akamete uğradığını vurgulayan Bedirhanoğlu, şöyle konuştu:
Bu sefer sorunun çözüleceğine dair beklentilerimiz, umutlarımız ve kanaatlerimiz oldukça yüksek çünkü ilk defa bu kadar yüksek ve güçlü bir destek almaktadır. Yine Meclis’te bulunan partilerimizin kahir ekseriyetinin destek verdiği bir süreçtir. Bu bakımdan bu süreç diğer süreçlere göre daha tahkim edilmiş, daha kuvvetli görülmektedir. Bu sürecin toplumsal desteği gerçekten çok yüksek, siyasal desteği çok yüksek ve bürokratik desteği de çok yüksek. Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla örgütün silahlarını bırakması ve kendini feshettiğini açıklaması gerçekten bölgede yaşayan bizler açısından çok önemli bir eşik ve bu sürecin bence en önemli kritik eşiği de bu olmuştur. Evet, 'Artık çatışma ve şiddet bitiyor' inancı bölgede yaşayan başta iş camiası olmak üzere toplumun tüm kesimleri tarafından heyecanla karşılanıyor.
Türkiye'nin geleceğini ipoteğe alan bu meseleyi çözmek zorundayız. Kürt meselesi yüzünden geçmişte ciddi bölgesel rasyonel bölgesel kalkınma planlarını yapamamışız. Komşularımızla rasyonel ilişkiler geliştirememişiz. Batı ile ve AB ile ilişkilerimizde bu mesele yüzünden patinaj yapmışız. Bu mesele yüzünden yerel yönetimler yasa tasarısını geliştirememişiz. Yine bu mesele yüzünden demokratik standartlarımızı yeterince geliştirip yükseltememişiz. Yine bu mesele yüzünden iki Türkiye kadar bir miktarı heba etmişiz. Sayıları on binleri aşan canlarımızı yitirmişiz. Çatışma ve şiddet, bölgemizi toplumsal, siyasal, sosyal olarak ve en önemlisi de ekonomik olarak derinden sarstı. Bölge ekonomisini tabir yerinde ise büyük tahrip etti. Türkiye'de geri kalmış 20 ilin önemli bir kesiminin bölge illeri olması tesadüf değil.
Geçmişteki yanlış ekonomik politikaların, çatışma ve şiddetin bir sonucu olarak bölgenin geri kaldığına işaret eden Bedirhanoğlu, “Esasen bölgemizin geri kalmışlığı potansiyel eksikliğinden değil. Bazı bölgeler ve illerimizde yeterince ekonomik potansiyeller olmadığı için yeterince bir gelişme de göstermemişlerdir ama bizim bölgenin çok ciddi ve önemli potansiyelleri var. Tarımda, turizmde, madencilikte, tekstilde, hayvancılıkta, sağlıkta, eğitimde, onlarca sektörde yüksek potansiyel mevcut.”
Gerek Habur gerekse 2013 çözüm sürecinde çalışmış ve katkı vermiş biri olarak, bugünkü sürece inancının daha yüksek olduğunu dile getiren Bedirhanoğlu, “Sürecin ilk gününden itibaren Güneydoğu Sanayici ve İş İnsanları olarak, kurumumuz ve ben bu sürece dair bölgede güçlü desteğimizi hemen ifade ettik. Üzerimize düşen her türlü sorumluluğumuzu almaya hazır olduğumuzu da buradan da tekrar ifade etmek istiyorum" dedi.
Bedirhanoğlu, şöyle konuştu:
Evet, örgüt silah bıraktığını ve örgütü feshettiğini açıkladı. Ama silahları bırakanlar tekrar geldikleri yere gittiler. Oysa hepimiz biliyoruz ki bu sürecin böyle işlememesi gerekiyordu. Bunların Türkiye'ye dönüp normal hayatlarına ve toplumsal hayata katılabilecekleri bir yasal altyapının hazırlanmış olması gerekiyordu. Ümit ederdim ki önümüzdeki dönemlerde böyle bir çalışma yapılır, bunu temenni ediyoruz. Bu bir al-ver süreci değil ama bu süreçlerin tekrar yaşanmaması adına alınması gereken tedbirler olduğunu da biliyoruz. Silahları bırakanların ve kovuşturmaya tabi tutulmuş herkes için yeni bir yasal düzenlemenin yapılmasına, yine yargı reformunun yapılmasına ihtiyaç duyulacak. Ayrıca Kürt toplumunun kahir ekseriyetinin üzerinde mutabık olduğu, yani muhafazakarından sekülerine, işçisine, işverenine, sağcısına, solcusuna, herkesin ortaklaştığı birtakım talepler, beklentiler var. Kürtler özellikle yeni bir anayasal vatandaşlık istiyor, herkesi kapsayan. Ana dilin gerek eğitimde kullanılması gerek de siyasal çalışmalarda hayatın her alanında önünü açan yasal düzenlemelerin, varsayılan engellerin ortadan kaldırılmasını istiyor.
Ekonomik açıdan yapılması gerekenleri de sıralayan Bedirhanoğlu, “Bölgede oluşan ve oluşacak olan güvenlik ve istikrarla birlikte bölgenin ekonomik gelişmesini hızlandırmak, dışarıdan yatırımcıları çekmek ve uluslararası sermayeyi de çekmek için bölgenin potansiyeline uygun yeni bir teşvik politikaları geliştirmelidir. Bunun için de mutlaka bölge iş camiasının, sivil toplum örgütlerinin dahil edilerek görüşlerinin alınarak hazırlanması gerekmektedir. Ayrıca kamu yatırımlarına da hız verilmelidir” şeklinde konuştu.
Özlem Külahci Ataman: Bu konu gündelik siyasi çekişmelere kurban edilmemelidir
Doğu ve Güneydoğu İş Kadınları Derneği (DOGÜNKAD) Başkanı Özlem Külahci Tanaman da Kürt meselesinin sosyal hayatta birlikte yaşamayı sağlayan bağları zayıflattığını belirtti. Bu sorunun siyasette kutuplaşmayı keskinleştirdiğini, hukukta temel hak ve hürriyetlerin çıtasını hep aşağıya çektiğini, dış politikada Türkiye'nin yumuşak karnını oluşturduğunu söyleyen Tanaman, “Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya veya güçlü bir aktör olmasını engellemeye niyet edenler bu mesele üzerinden Türkiye'nin hareket sahasını daraltmaya, hamle sayısını azaltmaya çalışıyorlar” şeklinde konuştu.
“Kürt meselesi Türkiye'de rejimin karakterini belirleyen bir meseledir. Bu nedenle bu konu gündelik siyasi çekişmelere kurban edilmemelidir. Toplumun geleceğini biçimlendirme potansiyeli taşıdığından daha geniş bir perspektifle, daha tarihsel bir bakışla ele alınmalıdır” diyen Tanaman, anadilde eğitimin, kapsayıcı ve eşitlikçi bir anayasal vatandaşlık anlayışını geliştirmenin önemli olduğunu söyledi. Tanaman, “Çözüm uzun vadeli bu talepleri karşılayacak yasal ve anayasal değişiklikler hakkında asgari bir mutabakatın oluşmasıyla bulunacaktır” dedi.
"Dünya tecrübelerinden gerekli dersleri çıkartmakla birlikte kendi tecrübelerimizin de kıymetini bilmemiz gerekiyor. Türkiye PKK'yı ilk defa silah bıraktırmayı denemiyor” ifadelerini kullanan Tanaman, daha önceki çözüm süreçlerine değindi.
Tanaman, kadınların üretime katılmasıyla ilgili çeşitli verileri de paylaşarak, “Artık daha kentli, daha okuryazar, daha orta sınıf, Kürt kimliğine bağlılığı daha fazla ama aynı zamanda Türkiyeli bir Kürt sosyolojisi var. Bu sosyolojide kadınların siyasal ve toplumsal hayattaki ağırlıkları giderek artıyor” şeklinde konuştu.
Özlem Tanaman, şunları söyledi:
Türkiye kendi sınırları içindeki Kürtlerden emin olmalı ve sınırların dışındaki Kürtlerin kazanımlarından da kuşku, kaygı ya da tedirginlik duymamalıdır. Türkiye geçmişte Irak'ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin kuruluşu esnasında yaptığı yanlışlara Suriye'de düşmemelidir. Irak Kürtleri gibi Suriye Kürtleri de Türkiye için bir tehdit değil bir fırsattır.
Yıllarca Irak'ta bir Kürdistan yönetiminin kurulması halinde bunun Türkiye için çok büyük bir tehlike olduğunun propagandası yapıldı. Ama kurulan Kürdistan yönetimi Türkiye'nin bölgedeki en büyük bir tehlikesine dönüştü. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği ile olduğu gibi Suriye Demokratik Güçleri ile de ortaklaşabilir. Bugün Irak Kürtleri ile kurulan yoğun bir ilişki ağı Suriye Kürtleri ile de kurabilir. Çünkü Suriye Kürtleri Irak Kürtlerine nazaran sosyolojik olarak Türkiye'ye daha yakınlar. Türkiye Suriye'deki bütün taraflarla görüşebilmeli, onları bir masanın etrafında toparlayabilmelidir.
Çözüm önerilerini sıralayan Tanaman, şöyle devam etti:
Süreç sadece iki tarafa dayanarak yürütülmez. Elden geldiğince çok sayıda aktörü sürecin içine katmak gerekir. Semboller önemlidir. Kadınlar, gençler, işçiler, işverenler ve farklı toplumsal kesimleri bir yol bulunarak sürecin paydaşını kılınmalıdır. Sivil toplum burada çok etkili bir rol oynayabilir. Bu süreç başarılı olsa bile bunun bizim bütün sorunlarımızı çözmeyeceği bilinmelidir. Ağır siyasal yükleri ve bütün toplumsal tepkileri bir sürecin sırtına yüklemekten imtina edilmelidir. Politik ya da ideolojik bütün tasavvurları süreç üzerinden gerçekleştirmeye yeltenmekten uzak durulmalıdır. Kanaatimce bir çatışma çözüm sürecinin iki temel amacı olmalıdır. Bir çatışmaları durdurmak, yani silahları devletten çıkartmak, iki çatışmayı yaratan nedenleri zaman içinde ortadan kaldırmaya çalışmak. Bu bağlamda Milli Danışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun rolünün çok mühim olduğunu belirtmek gerekir. Komisyonun asli görevinin geçmişe dair hafızayı ve demokratik talepleri kayda geçirmekle beraber süreci ruhuna uygun ve silahları bütünüyle tasfiye edecek bir kanun önerisini hazırlayarak bunu Meclis'in önüne koymak olduğunu söyleyen Tanaman, “Eski parametrelerle yeni bir düzen kuramayız. Türkiye yıkıcı korkularını bir kenara koymalı, Kürt meselesinin içte ve dışta kendisini rehin almasına bir son vermeli ve kurucu bir cesaretle kalıcı bir barışı inşa etmelidir. Bunu gerçekleştirebilecek iradeye de bilgiye de birikime de sahip olduğumuz kanaatindeyim.
Devrim Türk: Bu süreç, iş dünyası olarak üzerine titrediğimiz bir süreç
Güneydoğu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu (DOGÜNSİFED) Başkanı Devrim Türk de “Silahların ortadan kalkması, barışın sağlanmasını hedefleyen bu süreç iş dünyası olarak üzerine titrediğimiz bir süreçtir. Dolayısıyla siz değerli komisyon üyelerinin yaptığı çalışmanın kıymetini biliyor ve her biriniz iş insanı olarak ayrı ayrı teşekkür ediyoruz” dedi.
Siyasette kapı aralayacak ve silahları susturmak için yürütülen bu çabanın olumlu sonuçlanması için ellerinden gelen desteği vermeye hazır olduklarını vurgulayan Devrim Türk, “Bizim inancımız şudur; ekonomik, kalkınma ile toplumsal varış birbirini besleyen iki temel unsurdur. Sanayiciler olarak biz farklı kimliklerden, inançlardan, kültürlerden gelen insanlarla aynı sofrayı paylaşıyor, aynı fabrikadan yan yana çalışıyoruz.Bu birliktelik ülkemizin milli dayanışmasının en sonun göstergesidir” şeklinde konuştu.
“Kürt meselesinin şiddetten ve çatışmalardan arındırılarak demokratik siyasi bir zeminde konuşulması ve Türkiye'nin iş dinamikleri ile çözüm aranması çok kıymetlidir” diyen Devrim Türk, şunları kaydetti:
Sermayenin bölgenin kalkınmasında oynayacağı rol önemli olmakla birlikte yeterli olmadığını görüyoruz. Altyapı eksiklikleri, ulaşım ve lojistikte yetersizlikler var. Demir yolunun her tarafa ulaştırılıp yük ve yolcu taşımacılığına aktif kullanılması gerekir. En önemli dezavantajlarımızdan biri bölge olarak liman ve Türkiye'deki diğer tüketim pazarlarına olan uzaklığımızdır. Ülke genelinde yaşanan finansal erişim sorunu bölgede daha fazla hissedilmektedir. Güvenlik gerekçesiyle finansa erişim daha zor ve maliyetlidir. Süreç sonunda yapılacak düzenlemelerle sınır ticaretinin geliştirilmesi, bölge ve ülke ekonomisinin ülke ekonomisine katkısının artırılması sağlanmalı. Yatırımı geliştirici uzun süreli vergi avantajı da sağlayan ‘kalkınma programı’ olmalı. Bölge nezdinde gelişmiş bölgeler ile aynı düzeye gelene kadar daha düşük oranda vergiyi de kapsayan düzenlemeler yapılmalı. Bölgesel teşviklerin teknoloji, tarımsal ve bölgeye uygun sanayiye yönetilmeli, genç ve kadın istihdamına odaklanacak Türkiye Dayanışma ve Kalkınma Fonu kurulmalı. Kamu-özel ortaklığı ile yatırımlar yapılmalı.
Kürt sorununun Türkiye'nin demokrasi sorunuyla iç içe geçmiş bir sorun olduğunu söyleyen Devrim Türk, şöyle konuştu:
Kapsayıcı bir demokrasi olmadan tamamen çözülmesi çok zor. Uzun vadede hayata geçecek reformlar var, bir de hemen günlük hayata etkisini gösterecek reformlar vardır. Kısa vadeli hayata etki edecek hızlı bir reform serisine ihtiyaç vardır. Silahlar sustuğunda ve sorun çözüldüğünde neler kazanacağız? Güvenlik maliyetlerinin azalması, kamu kaynaklarının üretime, altyapı ve sosyal yatırımlara yönlendirilmesine imkan verir. Yatırım ve doğrudan yabancı sermaye risk primi düşer. Güvenlik riski azaldığında yatırımcı algısı düzelir. Doğrudan yabancı sermaye ve özel sektör yatırımları artar. Bu etki özellikle bölgesel kalkınma projeleriyle çarpan etkisi yaratır. Bölgede ekonomik canlanma, istihdam ve üretim artışı, silahsızlanma ve barış ortamı, üretim tesislerinin yatırımını, tarımsal verimliliğe ve küçük orta ölçekli işletmelerin büyümesine hızlandırır. İşsizlik düşer, iç göç azalır. Altyapı ve lojistik problemlerinden daha yüksek veri uzun vadeli projeler, yollar, demiryolu, lojistik koridorları, sınır ticareti düzenlemeleri güvenlik endişesi olmadan hızlanır. Tesislerin işletme maliyetleri düşer ve dış ticaret kolaylaşır. Turizm ve hizmet sektöründe canlanma olur. Kültürel miras ve eko turizminden elde edilen gelir yükselir. Bu, bölge ekonomisini çeşitlendirir. Nitelikli iş gücünün geri dönüşü şiddetin sonlanması halinde gençler ve nitelikli çalışanlar bölgeye dönme iş kurma eylemine girer. Beyin göçü tersine dönebilir. Bu uzun vadeli üretkenlik artışı demektir.
Kandemir: Güvenlik korucularına verilecek yeni statü, terörsüz bir Türkiye’nin en önemli güvencelerinden bir olmaya devam edecektir
Komisyonda konuşan Anadolu Güvenlik Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Orhan Kandemir, güvenlik korucularının Terörsüz Türkiye sürecinden dışlanmaması gerektiğine dikkat çekerek şunları söyledi:
Güvenlik koruculuğu bu toprakların kendi ihtiyaçlarından doğmuş, milli bir duruş ifadesi olarak şekillenmiştir. Yıllardır ülkemizin en zorlu coğrafyalarında en ağır şartlar altında görev yapan korucularımızın fedakarlığı ve adanmışlığı her türlü takdirin üzerindedir. Güvenlik koruculuğu sistemi 1980’li yıllardan günümüze dek aynı azim ve kararlılıkla devam etmektedir. Bugün itibarıyla yaklaşık 50 bin korucumuz ve sınır ötesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’miz, jandarmamız ve emniyet teşkilatımız ile omuz omuza görev yapmaktadır. Güvenlik korucularımız, sadece birer güvenlik unsuru değil, aynı zamanda görev yaptıkları bölgenin coğrafi ve sosyolojik yapısına en hakim kişilerdir. Bu coğrafyanın öz evlatları olarak hem bölge halkının güvenliğini sağlamakta hem de devletimiz ile vatandaşlarımız arasında güçlü bir köprü görevi görmektedir.
Güvenlik korucularımız bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da devletimizin bekası için kendilerine verilecek her görevi aynı kararlılık ve sadakatle yerine getirmeye hazırdır. Bu güçlü irade ve koşulsuz vatan sevgisi, milletimizin en büyük güvencesidir. Terörsüz Türkiye süreciyle ilgili ilk açıklamanın yapıldığı tarihten itibaren başlangıçta oluşan tedirginlik, Sayın Cumhurbaşkanı’mız ve devlet yetkililerinin açıklamalarıyla yerini umutlu bir bekleyişe bırakmıştır. Bazı hususların açıklığa kavuşturulması, hem halkın hem de güvenlik korucularının endişelerini gidermeye ve güvenliğin kalıcı olarak tesis edilmesine katkı sağlayacaktır. Süreci baltalamaya çalışan çevrelerin yoğun propaganda faaliyetleriyle yanlış anlamalardan kaynaklı gelişmeler, güvenlik korucularını kısmen de olsa endişe içine sokmuştur.
Yörede yaşayan terörist faaliyetlere müzahir kesimler ile şehit yakınları, gaziler ve güvenlik korucularının terörsüz bir Türkiye geleceğine ilişkin çok kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır. Güvenlik korucularının hangi yetkilerle görev yapacaklarına ilişkin kararlar, bölgenin önemi ve muhtemel riskler dikkate alınarak İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve konfederasyonumuzla koordineyle alınmalıdır. Terörsüz Türkiye süreci, güvenlik korucularını dışlayan bir sürece dönüşmemelidir. Güvenlik korucularına verilecek yeni statü, terörsüz bir Türkiye’nin en önemli güvencelerinden bir olmaya devam edecektir.
"Koruculuk sisteminin yaratmış olduğu militarist ortam, geri dönüşlerin önündeki en somut engel"
Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu toplantısında konuşan Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği Başkanı Murat Sarı, "Koruculuk sisteminin yaratmış olduğu militarist ortam, geri dönüşlerin önündeki en somut engeldir. Korucuların kontrolündeki köylerde geri dönün yurttaşlar güvenlik endişeleri yaşamaktadır. Korucuların geçmişteki ihlalleri nedeniyle toplumsal barışın sağlanması zorlaşmaktadır" dedi.
TBMM Tören Salonu'nda toplanan komisyonun 11. toplantısına, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri dinleniyor.
Terör sorunu nedeniyle bölgeden göç etmek zorunda kalan yerel halkın sorunlarını dile getiren ve güvenli geri dönüşün temel şartlarını açıklayan Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği Başkanı Murat Sarı, şöyle konuştu:
Göç sürecinin psikososyal ve kültürel etkileri kaçınılmazdır. Elbette ki bu sürecin yarattığı birtakım travmalar mevcuttur. Bu travmalar, zorunlu göçün bireylerde anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlara yol açmıştır. Göçün yaratmış olduğu birtakım kültürel uyum problemleri beraberinde gelmiştir. Kültürel uyum problemleri ve göç edilen yerlerde dil ve kültür farklılıkları uyum sorunları yaratmıştır. Bu süreçten en çok etkilenen kesimler, kadınlar ve çocuklar olmuştur. Göç eden kadınlar, kentlerde düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmış, sosyal izolasyon ve aile içi şiddet gibi sorunlarla karşılaşmıştır. Bu süreçte işsizlik ve ekonomik sorunlar da sürecin beraberinde gelmiştir. Bu kişilerin gittiği yerlerde sosyal uyumsuzluklar da ortaya çıkmıştır.
Geri dönüşler önündeki temel faktörleri de ele almak gerekir. Askeri güvenlik bölgelerinin bulunması başta faktörlerden biridir. Mayınlı alanlar, özellikle Türkiye-Suriye sınırı gibi bölgelerde köyler arasına mayınlar döşendi. Bu durum, hem yaşam hem geçim kaynaklarını tehlikeye attı. Mayınlı alanların bölgede yaratmış olduğu tahribatlar bilinmektedir. Ottawa Sözleşmesi’nin yürürlüğe konmasından sonra birtakım gelişmeler sağlandı fakat bunun şeffaf ve yasal zeminde yapılması kaçınılmazdır geri dönüşlerin önündeki bu engelin kaldırılabilmesi adına.
"Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Arapça gibi isimlerin iadesi gerekli"
Geri dönüşün önünde hala ciddi, güvenlik, mülkiyet ve altyapı sorunları bulunmaktadır. Siyasi irade eksekliği sürecin kalıcı şekilde çözülmesini engelliyor bu doğrultuda. Barış sürecinin inşası noktasında 90’lı yıllarda zorla yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü yönündeki engellerin kaldırılması ve bu sürecin bu şekilde inşa edilmesi kaçınılmazdır. Bu bir yüzleşmedir de aynı zamanda. Koruculuk sisteminin yaratmış olduğu militarist ortam, geri dönüşlerin önündeki en somut engeldir. 90’larda boşaltılan köyler ve zorunlu göç mağdurları yönelik etnik bir geri dönüş süreci sadece bireysel hakların iadesi açısından değil, aynı zamanda Türkiye’de demokratikleşme, toplumsal barış ve adaletin tesisi açısından da yaşamsaldır. Bu nedenle kapsamlı bir yasal düzenleme yapılmalı. Geçmişte yaşanan mağduriyetler kabul edilmeli, giderilmeli ve bu süreç insan haklarına dayalı bir yaklaşımla yeniden inşa edilmelidir.
Koruculuk sistemi bilindiği üzere 1980’li yıllarda kuruluşu olan bir sistemdir. Zorla yerinden edilen kişilerin bulunduğu bölgelerde uygulanan bir politikadır. Korucuların kontrolündeki köylerde geri dönün yurttaşlar güvenlik endişeleri yaşamaktadır. Korucuların geçmişteki ihlalleri nedeniyle toplumsal barışın sağlanması zorlaşmaktadır. Köy koruculuğu aynı köyden ve akraba grupları arasında kutuplaşmaya yol açtı. Bazı korucuların keyfi güç kullanımı, zorla göç ettirme ve işkence gibi suçlara karıştığı raporlandı. Silahlı güç sahibi olmaları yerel düzeyde adalet mekanizmalarının bozulmasına yol açtı.
Hak ihlallerinin tanımlanması ve araştırılması temel taleplerimizdendir: Köylerin asıl isimlerinin iadesi; Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Arapça gibi isimlerin iadesi gerekli. Geri dönüşün önündeki engeller kaldırılmalı. Toplumsal onarım ve yüzleşme süreci... Demokratik katılım güvence altına alınmalı. Koruculuk sistemi lağvedilmeli, silahların toplanması gerekmektedir. Köye dönüş programlarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Hakikat ve adalet komisyonunda zorla göç ettirilenlerin tanıklıklarının alınması ve zararlarının telafisi talebimizdir.
Sağır: Hubteler Kürtçe de yayınlanmalı
Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu temsilcisi Abdullah Sağır, şunları söyledi:
Ülkemizde yaşayan farklı etnik kesimlerin eğitim ve öğretim başta olmak üzere çeşitli alanlarda ana dillerini kullanmak konusunda yaşadıkları sorunlar yine çeşitli inanç sahiplerinin inançlarını yerine getirmede ve sonraki nesillere ulaştırmada yaşanan sıkıntılar hepimizin malumudur. İslam bizi kardeş olarak ilan etmiş, kardeşlere de barışın yakışacağından dinimiz de bunu emretmiştir. Kuran’ın Kürt, Türk ve Araplar başta olmak üzere hepimizin Adem'in çocukları ve inanlar olmamız hasebiyle kardeş olduğumuzu kabul ettiğini söyleyebiliriz.
Kardeşlik; insani ve kültürel olarak eşitliği, adaleti, fedakarlığı en azından empati yapmayı, dayanışma ve yardımlaşmayı, birbirini desteklemeyi gerektirir. Bir kardeş diğer kardeşlere tahakküm ederek hak gaspına imrenmemeli ve hatta yanaşmamalıdır. Aksi durum sürtüşmeye, zedeleyici kavgaya, huzursuzluğa neden olur. Hak sahibi kardeşlere hakları teslim edildiği zaman tüm olumsuzluklar ortadan kalkar, hakkı teslim eden kardeş övgüye mazhar olur. İnsan konuşan bir canlıdır. Konuşma çeşitli şekillerde yapılabilse de en yaygını dille yapılabilmesidir. Bir dili ortadan kaldırmaya ya da pasif duruma düşürmeye çalışmak en başta o dili kullanan insanlardan konuşma yetisini alarak onları insanlardan daha aşağıda yer alan hayvanların derecesine düşürmektir. Bu husus kardeş kabul ettiğimiz kişi ve topluluklara hakarettir. Bu hatta medeni dünya nazarında insanlık suçudur. Bir dili, onunla eğitim ve öğretim yapılmasını engellemek başta dinimizin ana kaynağı olan Kur-an'a aykırıdır. Ana dilde eğitim öğretim görmeye mani olmak kardeşlik hukukunu zedeler. Diyanet İşleri tarafından hutbelerdeki mesajların Kürt halkına net ve açık bir şekilde tebliğ edilmesi amacıyla ana dilleriyle sunulmasını talep etmek insani bir haktır.
Milli birliği zedeleyen durumlardan birisi de fikirleri nedeniyle haksız yere cezaevine giren tutsakların durumudur. Durumları bir an önce düzeltilmelidir ve af konunu geciktirilmeden çıkartılmalıdır. Bir diğer konu toplumun yarısını oluşturan kadınların durumudur. Kadınlar da erkeklerle eşit durumdadırlar. Medeni dünyanın kadınlarla ilgili gelişmişlik düzeyi kadınlara tanınan özgürlük ve sunulan imkanlar ile doğru orantılıdır. Kadın ne kadar özgür ve yeterli imkanlara sahipse o toplumun gelişmişlik düzeyi de yükselmiştir. Kadınlara yönelik olumsuz yaklaşımlar toplumsal zihniyet sorunudur.
Elçi: PKK, Kemalizmin yarım bıraktığını tamamlamak için Kürtlere dayatılan bir örgüttür
Medrese Alimleri Vakfı (MEDAV) Başkanı Tayyip Elçi, şunları söyledi:
Osmanlı'nın dağılması ve Cumhuriyet'in kurulmasının ardından ne oldu da bu ayrılık gayrılık fitnesi, sen ben kavgası başladı diye irdelememiz lazım. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra tek tip toplum oluşturmak için tüm ülke sathında bir kıyım yapılmış; Kürdüyle Türkiyle herkes bundan nasibini almıştır. Ancak sırf Kürt olduğu için kimliğinden dolayı Kürtler ikinci bir zulme daha maruz kalmışlardır. Zira bu dönemde ulusalcılık ve milliyetçilik adına ırkçılık bir devlet politikası haline gelmiş tüm farklı renklerine ve dillerine rağmen herkes Türkleştirilmeye çalışılmış, başka diller yok sayılmış ve anayasaya tüm vatandaşlar Türk diye eklenmiştir. Böylece bizi birleştiren temel unsur, çimentomuz İslam'a dair ne varsa hepsi yok edilmeye, ayrıştıran ırkçılık nemalandırılmaya çalışılmıştır. Bütün bunlara rağmen Kürtlerin devlete karşı bir isyan girişimi olmamıştır. Dillerini, kültürlerini korumuş sözde medenileştirme adı altında uygulanan ahlaki dejenerasyonlardan 1980'li yıllara kadar pek etkilenmemişlerdir. Kemalizm üzerinden gösterilen bu çabalar dışarıdan medenileştirmeye çare olmayınca üst akıl içerideki uzantılarıyla beraber yeni bir yola başvurarak Kürtleri içeriden vurma taktiğini uygulamaya koymuş ve PKK adıyla bir örgüt kurmuştur. Dolayısıyla PKK, Kürtlerin kurduğu bir örgüt değildir. Kürtlerin devlete karşı baş kaldırma hareketi değildir, Kürtlerin yönettiği bir örgüt değildir. Bilakis Kemalizmin yarım bıraktığını tamamlamak yani Kürtleri dini ve ahlaki olarak dejenere etmek için kurulan ve Kürtlere dayatılan bir örgüttür.
"Anayasa'daki vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi gerekir"
Çözüm önerilerini sıralayan Elçi, "Anayasa'daki vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi gerekir. Keza milliyet kavramı da farklı anlamlarda kullanılmaktadır. İkincisi herhangi bir ırka mensup birisi kendisini tanımasında bir beis yoktur. Ülkemizle ilgili tanımlamalar yapılırken de Türk değil Türkiye olarak tanımlanması lazım ki farklı etnisiteye mensup tüm vatandaşlar bir aidiyet hissine sahip olabilsin. Kürt meselesi güvenlik ve ekonomiyle iligili bir mesele olmasının ötesinde kültürel, tarihi, sosyolojik, siyasi ve dini boyutlarıyla kompleks bir meseledir. Çözümü de ancak bu alanın uzmanları tarafından tüm boyutlarıyla masa etrafında tartışılarak kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerle çözülebilir" diye konuştu.
Ayte: Medreseler desteklenmeli
MEDAV temsilcisi Fethullah Ayte ise, "Medreselerin öneminin korunmasını ve devlet aklıyla desteklenmesi, çağdaş eğitim materyalleriyle desteklenmesi büyük önem taşıyor. Bu kurumların doğru bir vizyonla örülmesi sadece dini eğitimin değil aynı zamanda toplumsal barış ve huzurun da teminatı olabilir. Müderrislere göre Kürtlerle Türkler arasındaki en güçlü bağ etnik mensubiyet değil müslümanlık ve aynı vatan çatısı altında birleşmiş olmalarıdır. Medreseler Türklerin İslam'ın muhafızı, Kürtlerin de o muhafızların fedakar destekçileri olduğunu görürler" dedi.
Numan Kurtulmuş: Bu ülkede Türklerin Kürtlerin arasına, fitneler koyulmaya çalışıldı
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun 11. toplantısında bugün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri dinlendi. Yaklaşık 4 saat süren toplantının kapanışında konuşma yapan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Türkler ve Kürtlerin aralarındaki kardeşlik bağında Müslümanlığın büyük payı olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:
Komisyonda çok farklı kesimleri dinledik. Dünyanın dört bir tarafındaki çatışma çözümlerinin nasıl halledildiğine ilişkin görüşleri gündemimize aldık. Bugün de özellikle ikinci oturumda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da faaliyet gösteren din adamlarının oluşturduğu kuruluşları buraya davet ettik.
Türkiye’deki Kürt ve Türk halkının en temel ortak değerlerinden birisi Müslümanlıktır. İki yönden kardeşiz. Bir kere insan kardeşiyiz. Adem ve Havva’nın çocukları olmak bakımından kardeşiz. İkincisi de Müslüman kardeşiyiz. Hocalarımızın da ayetlerle, hadislerle önümüze koyduğu bir gerçektir. Bu kardeşliği bozacak her türlü söz ve eylemi reddettiğimizi ifade etmek istiyorum. Bu ülkede Türklerin Kürtlerin arasına, bütün milletimizin arasına birtakım fitneler koyulmaya çalışıldı. Tarihi şöyle incelemeye kalkarsak önümüze çıkan bu tarihi fırsatı yakalamak şöyle dursun, tarihin gerisine gideriz. Her acının arkasında kim, nasıl, niye var; o günün şartları içerisinde konuşmaya başlarsak değil, oturumlar, yıllar yetmez.
Bu millet çok acı çekti. On binlerce insanımız şehit oldu. Ortak kültürümüz ve kimliğimiz içerisinde biz, dün ne olduğunu tartışmayı değil, yarın nasıl bir Türkiye’yi; güçlü, müreffeh, Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla bir ve beraber olmuş, demokrasiyle, adaletle ve refahla güçlenmiş bir Türkiye’yi nasıl inşa edeceğimizi konuşacağız. Halkımızın yüzde 95’i Müslüman’dır, Hz. Ali efendimizin atadığı bir valisine söylediği bir nasihat fevkalade değerlidir: "Bil ki insanlar iki sınıftır. Ya yaratılışta eşittir, ya dinde kardeştir." Biz, Türklerle Kürtler arasındaki birliği, beraberliği bu çerçevede görüyoruz. Hep beraber çok güçlü bir geleceği kuracağız.
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun 24 Eylül'de gerçekleşecek toplantısında düşünce kuruluşları dinlenecek
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 12. toplantısını 24 Eylül Çarşamba günü saat 11.00'de gerçekleştirecek. Toplantıda, düşünce kuruluşlarının temsilcileri dinlenecek.
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun bugünkü toplantısının ardından TBMM resmi X hesabından yapılan paylaşımda şu ifadelere yer verildi:
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 18 Eylül 2025 Perşembe günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Numan Kurtulmuş’un başkanlığında TBMM Tören Salonu’nda toplanmıştır. Komisyonun 11’inci toplantısının ilk bölümünde; Güneydoğu Sanayici ve İş İnsanları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, Doğu ve Güneydoğu İş Kadınları Derneği (DOGÜNKAD) Başkanı Özlem Külahci Tanaman, Doğu Güneydoğu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu (DOGÜNSİFED) Başkanı Devrim Türk, Anadolu Güvenlik Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Orhan Kandemir ve Kadim Aşiretler Federasyonu Başkanı Rasim Aslan dinlenmiştir.
Komisyon toplantısının ikinci bölümünde ise; Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği Başkanı Murat Sarı, Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu Temsilcisi Abdullah Sağır, İslami Tebliğ Tedris İlim Hareketi Adamları Derneği (İTTİHAD) Başkan Yardımcısı Mehmet Beşir Şimşek, Medrese Alimleri Vakfı (MEDAV) Başkanı Tayyip Elçi ile Fethullah Ayte dinlenmiştir.
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 24 Eylül 2025 Çarşamba günü saat 11.00'de TBMM Başkanımız Sayın Numan Kurtulmuş’un başkanlığında TBMM Tören Salonu’nda 12. toplantısını gerçekleştirecektir. Bu toplantıda, düşünce kuruluşlarının temsilcileri dinlenecektir.
Independent Türkçe, ANKA