Paris'te yaşadığım yıllarda, evimin telefonu için arıza ve fatura gibi sorunlar olduğunda, 9. Bölgedeki "France Telecom" kurumuna giderdim.
Söz konusu kuruluşun binası, "Navarin" adlı sokaktaydı.
O dönemde (1990'lı yıllar) sokak isim tabelasının altındaki açıklamada, "Türklerin Yunanistan'daki 400 yıllık egemenliğini 4 saatte bitiren 20 Ekim 1827 tarihli savaş" ifadeleri yer alıyordu.
Fransa, İngiltere ve Rusya'nın desteğiyle 1821'de başlayan Yunan isyanı, 1827'ye kadar sürdü.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçen 6 yılda isyanı bastırma noktasına gelen Osmanlı donanması ve İbrahim Paşa komutasındaki Mısır donanması, Yunanların kontrolünde kalan son kıyıları da ele geçirmek üzereydi.
Avrupa'dan gelen gönüllülerin de büyük destek verdiği Yunan isyanının başarısız olacağını anlayan Fransa, İngiltere ve Rusya ise arabuluculuk adı altında faaliyet yürütmek için bölgeye donanma komutanlarını göndermişti.
Ama bu arabuluculuk, Osmanlı ve Mısır savaş gemilerine yönelik olası saldırının kılıfı olarak kullanılacaktı.
Fransa Denizcilik Bakanlığı'nın 1 Eylül 1827 tarihli belgesinde bu durum, şu şekilde özetlenmiştir:
İngiliz ve Rusların da katılımıyla Türklere karşı bir deniz savaşına girişmek, zaferin garantisi olmadığı gibi Yunan isyanının tam anlamıyla bastırılmasına da yol açabilir. Bu nedenle yapılması gereken Osmanlı donanmasına düzenlenecek bir baskındır. Mayıs ayında 3 ülkenin amirallerinin katıldığı toplantıda, arabulucu görüntüsü altında bölgeye gidilmesine, Türk donanmasına demirli oldukları sırada baskın yapılması için gelişmelerin yakından izlenmesine, istihbarat çalışmalarının artırılmasına karar verilmiştir.
Bu toplantıdan haberdar olan Fransız Yazar Alphonse de Lamartine ise Paris gazetelerinde 25 Eylül 1827'de yayınlanan yazısında, "Osmanlıya savaş açma dürüstlüğünü göstermeyen İngiltere, Fransa ve Rusya, Türk donanmasına sürpriz bir saldırı hazırlığı içine girdiler. Bu ülkelerin hükümetlerinin, olayın sorumluluğunu amirallerine atacakları anlaşılıyor" demektedir.
Lamartine'in bu değerlendirmesi aslında önemli bir gerçeği yansıtmaktadır, çünkü Fransız Amiral Rigny, Rus Amiral Heyden ve İngiliz Amiral Sir Codrington, Paris'teki toplantının hemen ardından Mora kıyılarında boy göstermeye başlamış, varlıklarının nedeninin, taraflar arasında barışı sağlamak olduğuna Osmanlı tarafını inandırmıştı.
Navarin ise her 3 generalin en çok ziyaret ettikleri bölge olarak öne çıkmıştı.
Fransız, Rus ve İngiliz amirallerinin bu tavrı, 90 parça gemiden oluşan Osmanlı-Mısır donanmasını yöneten Tahir Paşa ve İbrahim Paşa'da herhangi bir saldırı olmayacağı düşüncesine yol açmıştı.
Öyle ki, Navarin kalesinin kontrolündeki körfezin girişini kapatmayarak sadece bir tarafında demirleyen donanma, diğer gemilerin geçişine izin verecek şekilde pozisyon almıştı.
Fransız Amiral Henri de Rigny, savaşın ardından kaleme aldığı raporunda, şöyle demektedir:
Türklerde bize karşı oluşan aşırı güven ve iyimserlikten yararlanmamak olmazdı. Aksi takdirde 1821'den buyana binlerce Yunan ve Avrupalının hayatını verdiği Yunanistan isyanı bitebilirdi. Körfezin, Mısırlı Amiral İbrahim Paşa'nın boş bıraktığı kesiminden içeri süratle giren müttefik donanması, Türkleri bir anda bitirecektir düşüncemizin ne kadar doğru olduğunu savaşı 4 saatte kazanarak gösterdik. Bizden gemi sayısı ve ateş gücü bakımından daha üstün olan Müslüman donanmasını yenebilmenin tek yolu, onlara demirli bulundukları yerde, hareket etmelerine bile fırsat tanımadan yapılan bu baskındı. Savaş açılmamış bir ülkeye saldırmamıza tepki gösterenler olacaktır. Bunun sorumluluğunu alıyoruz.
Henri de Rigny, bu sözlerine destek olarak, Amiral Heyden'ın, "Bölgedeki milyonlarca Ortodoks Yunan'ı Müslüman Türklerin boyunduruğundan kurtarmanın tek yolu, Navarin'deki Osmanlı-Mısır gemilerine, kendilerini en güvende oldukları sırada, harekete geçmelerine fırsat tanımadan saldırmaktır" ifadelerini göstermiştir.
Henri de Rigny, ayrıca İngiliz Amiral Sir Codrington'un da "Savaş yokken saldırmak tepki, tartışma yaratacaktır, ancak Hıristiyanları ve uygarlığımızın beşiği olan bu topraklardaki kardeşlerimizi Türk barbarlığından kurtarmanın yolu, onları kazandığımız güvenlerinin kurbanı yaparak, gafil avlamaktır" sözlerini de kendine destek olarak aktarmaktadır.
Navarin'deki savaş ise tam anlamıyla bir bahane ile başlatılacaktır.
Osmanlı gemilerinin birinden kendilerine ateş açıldığını ve 1 subaylarının öldüğünü ileri süren İngilizlerin saldırısına karşılık verilince, Rus ve Fransız savaş gemileri de körfezde demirli Türk gemilerini top ateşine tutacaktır.
Osmanlı-Mısır donanması, demir almaya fırsat bulamadan dağılacak, binlerce denizci suya dökülecek, gemiler paramparça olacaktır.
Her şeyin baş döndüren bir hızla olup bittiği Navarin'de Osmanlı-Mısır donanması büyük bir baskın yaşamış, adına savaş bile denilmekte zorlanılan olayın kaybeden tarafı olmuştur.
Fransız Amiralin raporunda dikkat çekilen, "savaş ilan edilmeden saldırmanın bedeli" konusu Avrupa kamuoyunda gündeme gelecektir.
Her üç ülkenin yöneticileri, savaş kararı ve yazılı talimatları olmadan Navarin'de Osmanlı-Mısır donanmasına saldırılması hakkında soruşturma açılacağını duyurmuş, sorumluların ise cezalandırılacağını bildirmişti.
Ama bu açıklama ile aynı anda, Avrupa ülkelerinde zafer kutlamaları başlamıştı.
Herhangi bir soruşturmanın açılmadığı ve kimsenin de cezalandırılmadığı bu olaydan en çok etkilenen isim ise Fransız Amiral Henri de Rigny olmuştur.
Öyle ki, Rigny, savaş gemilerinden birini komuta eden aynı zamanda akrabası olan Kaptan René de Drancy'e, şöyle demektedir:
Askerlik mesleğim boyunca savaşta yapılan hilelerin adice olmamasına dikkat ettim. Ama Navarin'de savaş yoktu. Sadece savaşı önlemek için arabuluculuk ettiğimize inandırdığımız Türklere oynadığımız oyun vardı. İngilizlerin kurduğu pusuya ortaklık ettik. Bu Ruslar için sorun değil, ama savaşın da bir ahlakı olduğuna inanan ben ve benim gibiler için kabul edilir değil.
Kaptan René de Drancy'nin hatıralarında yer alan bu itirafların bulunduğu bir yazı, Marine Nationale adlı donanma dergisinde Mayıs 1976'da yayınladığında ortaya bir başka gerçek daha çıkıyordu.
O da Amiral Henri de Rigny'nin, Navarin'deki ahlakı olmayan bu savaştan çok etkilendiğini, İstanbul'daki Türk dostlarına ihanet ettiği düşüncesiyle derin bir üzüntü duyduğu, bundan dolayı da psikolojisinin bozulduğu, hastalandığı ve hiç beklenmedik bir şekilde hayata veda ettiğidir.
Navarin Savaşı İngiliz Parlamentosunda büyük tartışmalara yol açmıştır.
Milletvekillerinin önemli bir kısmı, Ege ve Karadeniz'de İngiliz çıkarlarına engel gördükleri Rusya'nın, Osmanlı donanmasının Navarin'de çökertilmesinin sonucu olarak, ileride kendilerine zarar vereceğini savunuyordu.
İngiliz Parlamentosundaki tartışmaları en iyi anlatan isimlerden biri de Sir Adolphus Slade'dır.
"Le Voyage dans les territoires Ottomanes" adlı kitabında Slade, bazı İngiliz milletvekillerinin, Navarin için zafer yerine, "beklenmedik olay" ve "hoş olmayan olay" gibi ifadeleri kullanmayı tercih ettiğini aktarmaktadır.
Slade, Navarin'de donanmasını kaybeden Osmanlı'nın, bunun bedelini öncelikle Cezayir'de ödediğini yazmaktadır.
Sir Slade, Fransa'nın durumdan faydalanarak, Cezayir'i ele geçirdiğini, donanması olmayan padişahın ise yardıma koşamadığını belirtmektedir.
Adolphus Slade, "Ege'deki adaların birbiri peşi sıra Türklerin elinden çıkmasının nedeni de imparatorluğun donanmasının olmamasıdır" yorumunu da yapmaktadır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish