Türkiye, yalnızca siyasi tercihlerin değiştiği bir dönemden geçmiyor.
Bu değişim, yüzeyde görülen oy kaymaları ya da gündelik tartışmaların ötesinde; çok daha derin, çok daha sarsıcı ve çoğu zaman sessizce ilerleyen zihinsel ve duygusal dönüşümü içeriyor.
Artık seçmenin pozisyonu yalnızca bir siyasi eğilim değil, aynı zamanda ruh hâlinin, kırılganlığın ve arayışın yansıması olarak okunmalı.
Toplumun temel kavramları çözülüyor. Geleneksel kimlik etiketleri, siyasal yönelimleri açıklamakta yetersiz kalıyor.
İnsanlar artık kendilerini değil, başkalarını tanımlamak için bu kategorilere başvuruyor.
Seçmen, ideolojik değil, pratik ve duygusal ölçütlerle karar veriyor.
Kimin ne dediğinden çok, nasıl davrandığına; hangi tarafta durduğundan çok, hangi değerleri yaşattığına bakıyor.
Bu yönüyle siyaset, artık bir tercih olmaktan çok bir ilişki biçimine dönüşmüş durumda.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
ADAMOR Toplum Araştırmaları Merkezi olarak yaptığımız Türkiye Endeksi araştırmasının nisan ayı verilerine göre, Türkiye toplumunda hissedilen en temel duygu, bir tıkanma. İnsanlar sadece geçim derdi yaşamıyor; yönsüzlük, belirsizlik ve geleceksizlik duygusu da giderek yayılıyor.
Bir dönem istikrar vadeden söylemler artık ikna edici değil. Ve bugünün dağınıklığı hiçbir güven telkin etmiyor.
Bu durum, seçmeni yalnızca kararsızlaştırmakla kalmıyor; siyaseti bir çözüm alanı olmaktan çıkarıp bir protesto alanına dönüştürüyor.
Giderek artan bir kesim, artık hiçbir partide kendini temsil edilmiş hissetmiyor.
Bu durum, yalnızca siyasal aidiyetin zayıfladığını değil, temsil edilme duygusunun da aşındığını gösteriyor.
Toplumun adalet arayışı bu krizin merkezinde yer alıyor.
Ancak adalet artık sadece mahkeme salonlarında aranan bir değer değil.
Toplum, adaleti hayatın her alanında, gündelik ilişkilerde, yönetim biçimlerinde ve siyasal aktörlerin tavırlarında görmek istiyor.
Son dönemde yaşanan gelişmeler karşısında adaletin siyasallaştığına olan inanç gün geçtikçe artıyor.
Özellikle muhalefet seçmeninde en çok eleştirilen durum bu.
Toplumda bir yorgunluk durumu söz konusu.
Son 1 ay içinde yaşanan siyasi gelişmeler ışığında kendilerini endişeli hissedenler yüzde 35, umutsuz hissedenler yüzde 20,2, öfkeli hissedenler yüzde 19,1, üzgün veya mutsuz hissedenler yüzde 15,6 oranlarındadır.
Artık halk, ideolojik söylemlerden çok sahicilik arıyor.
Temsil, kimlikten değil; ilişki, samimiyet ve güven üzerinden kuruluyor.
Bir figürün halk tarafından değer görmesi için muhalefette olması yetmiyor; onunla kurulan duygusal bağın da güçlü olması gerekiyor.
Seçmen, dokunulabilir, ulaşılabilir, hesap verebilir ve samimi lider arayışında.
Bu bağlamda dış politika bile iç siyasetin bir uzantısı hâline geliyor.
Uluslararası meselelerde sergilenen tutumlar, içerideki vicdan dengesiyle doğrudan ilişkilendiriliyor.
Bir dış politika başarısı ya da eksikliği, yalnızca diplomatik bir mesele değil, aynı zamanda bir ahlak sınavı olarak algılanıyor.
Bu durum, söz ile eylem arasındaki uçurumu daha görünür kılıyor ve güven kaybını daha da derinleştiriyor.
Yerel yönetimlerde ise beklenti daha önce hiç olmadığı kadar yüksek.
Belediyeler artık yalnızca altyapı hizmetleriyle değil, sosyal krizlere verdikleri tepkilerle, toplumsal adalete katkılarıyla ve vatandaşla kurdukları ilişki biçimiyle değerlendiriliyor.
Belediyecilik teknik bir alan olmaktan çıkıp, adeta bir güven inşası alanına dönüşmüş durumda.
İnsanlar, kendilerini çaresiz hissettiklerinde sığınabilecekleri bir yer olarak görüyor yerel yönetimleri.
Ve belki de en kritik değişim, gündelik hayatın giderek daha fazla siyasallaşması.
Alışveriş tercihinden sosyal medya kullanımına, televizyon izleme alışkanlıklarından marka sadakatine kadar birçok alan, bireylerin politik duruşlarını sergiledikleri birer sahneye dönüşüyor.
Bu durum, toplumu daha dikkatli, daha farkında ama aynı zamanda daha kırılgan bir hâle getiriyor.
Her tercih bir mesaj, her suskunluk bir tepki anlamına gelebiliyor.
Sonuç olarak Türkiye, yalnızca seçim anketlerinin sunduğu yüzeysel hareketliliklerle değil, derin duygusal kodlardaki değişimle yeniden şekilleniyor.
Toplumun en büyük beklentisi artık ekonomik büyüme, kalkınma ya da teknik başarı değil.
İnsanlar güven duymak istiyor. Temsil edilmek, saygı görmek, anlaşılmak, dikkate alınmak istiyor.
Ve en önemlisi, sahici bir siyasetin mümkün olduğuna inanmak istiyor.
Bu sessiz ama güçlü çağrının karşılık bulması; yalnızca siyasi başarılar açısından değil, aynı zamanda toplumsal barış, ortak gelecek ve kolektif umut açısından da bir zorunluluk hâline gelmiş durumda.
Eğer bu çağrı duyulmazsa, bugünün kırgınlığı yarının kopuşuna dönüşebilir.
Ama duyulursa, yeni bir siyaset diliyle, bu ülkenin hem güvenini hem umudunu yeniden inşa etmek mümkün olabilir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish