Siyasetin değişmez bir kuralı var; hele hele Türkiye siyasetinin...
Siyasi partilerin, örgütlerin, tarikatların, cemaatlerin değişmez kuralı;
Bulunduğunuz yapı içerisinde bazı yanlışlara karşı diklendiğinizde, konuştuğunuzda, eleştirdiğinizde, çok kısa bir müddet sonra diskalifiye edilirsiniz.
Daha basit bir ifadeyle, kapının önüne konulursunuz.
Yüzde 100 haklı olun; hiç önemli değil...
Bu yapıların içerisinde önemli olan, her halükârda lidere, cemaatin, grubun, örgütün, tarikatın genel yapısına sadakattir.
Yanlışları gördüğünüzde, hataları fark ettiğinizde yapacağınız tek bir şey vardır: Gözlerinizi kapatmak.
Bunun ötesinde hatta daha da ileri gidenler var; bu yanlışlara bile "doğru" diyen, dalkavukluk yapan, her halükarda lideri, önderi, parti başkanını, tarikat şeyhini yücelten ve haklı gören yalakalar ise ilerledikçe ilerlerler.
Sözün kısası, konuştuğunuzda kovulursunuz.
Bir de siyasette kovulduktan sonra konuşanlar var.
İşte benim bugün esas üzerinde durmak istediğim bunlar.
Son dönemde birçok eski AK Partili, art arda demeçler vermeye ve AK Parti'yi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı kıyasıya eleştirmeye başladılar.
Bu eleştirilerinde haklılar mı?
Yalın olarak baktığınızda birçok konuda haklılar.
Ama ne yazık ki bu arkadaşlar, parti içinde bulundukları dönemde, görevde oldukları sürece onlarca, yüzlerce yanlışlığa karşı hiçbir tavır takınmadılar, ağızlarını açmadılar.
"Açtık" diyorlarsa, işte meydan, işte seylan.
Zaten öyle bir Google amca var ki, girdiğinizde Kiramen Katip'in melekleri gibi, bilatesbih, ne yapmışsınız, ne etmiştiniz, her şeyi önünüze koyuyor.
Eğer siz partide etkisiz duruma düştükten sonra Melih Gökçek, Ankara'yı parsel parsel parselleyip sattı diyorsanız, -Bülent Arınç Bey'i kastediyorum- siz o parsel parsel satılırken bir şey söylediniz mi, söylemediniz mi?
Veya işte Sayın Cemil Çiçek yıllarca adalet bakanlığı yaptı, çeşitli bakanlıklar yaptı. Bu hukuksuzluklarla ilgili yanlışlıklarla ilgili nelerin düzeltilmesi gerektiği hakkında bir şey yaptı mı, yapmadı mı?
Yaptıysa hemen Google amcaya müracaat edilecek, filan tarihte şu kanun teklifi verildi, filan tarihte şu demeç verildi, filan tarihte şu itirazlar yükseltildi diye belge ortaya konacak.
Başka arkadaşlar da var; yani bunların tek tek isimlerini saymak istemiyorum ama önemli bir kesim bütün bu yanlışlıklar yapılırken, bugün iddia ettikleri yolsuzluklar, hırsızlıklar, kayırmalar, adaletsizlikler olurken maalesef seslerini çıkarmadılar.
Ne zaman ki o yapı içerisinde bir şekilde tasfiye edildiler, dışlandılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan bunlarla arasına bir mesafe koydu, görevden aldı, tekrar milletvekili ya da bakan yapmadı, görevlendirmedi; işte o zaman bu sesler çıkmaya başladı.
Yani demek ki bir doğru konuştuğu için kovulanlar var, bir de kovulduktan sonra mevkisini, makamlarını kaybettikten sonra tahttan düştükten sonra zihni açılanlar, dilleri çözülenler var.
Tabii bunların bir kıymeti harbiyesi var mı?
Evet, var ama toplum hiçbir zaman konuşması gereken yerde, itiraz etmesi gereken yerde, diklenmesi gereken yerde konuşmayan, eleştirmeyen, diklenmeyen, tavır koymayan insanları ciddiye almıyor.
Çünkü elinizde yetki varken eğer bir tavır ortaya koyabiliyorsanız, elinizde yetki varken bazı makamları tekmeleyebiliyorsanız, elinizde yetki varken cesurca kral çıplak diyebiliyorsanız, işte o zaman gerçekten adam gibi adamsınız.
Bu kovulduktan sonra konuşanların cüzdürtüleri daha çok devam edeceğe benziyor.
Çünkü çok sayıda insan kapı dışarıya girmiş durumda.
Ha, bunların da faydası yok mu?
Kısmen var.
Yani en azından neler olduğunu, neler bittiğini bildiğimiz şeylerin ikrarı, yani teyit edilmesi, belgelenmesi anlamında bir şeylere yarar.
Ama sizsiz olun, elinizde yetki varken, güç varken sofranın başındayken eğer o sofra haram sofraysa, oraya tekme vurabilenlerden olun.
Pir Sultan Abdal ile ilgili anlatılan çok meşhur bir menkıbe var.
Ne kadar doğru, tabii doğruluğundan öte, içinde barındırdığı anlam önemli;
Pir Sultan Abdal'ın bir dönem talebesi olan Hızır Paşa, İstanbul'a gidip devletli olduktan sonra, devletleştirdikten sonra Sivas'a vali olarak gelir ve onu sofrasına çağırır.
Mükellef bir sofra ve Pir Sultan Abdal o sofraya oturmaz.
"Niye oturmuyorsun?" diye seslenir. Köyündeki 40-45 kilometre ötedeki köpeklerini çağırır, soluk soluğa gelirler, o sofrayı koklarlar ve yemezler.
Cevap müthiştir.
"Benim köpeklerimin yemediği haram lokmayı ben ağzımdan içeriye, boğazımdan aşağıya indirmem" der.
Esas olan konuşulması gereken zamanda konuşmak, tavır takılması gereken yerde tavır koyabilmektir.
Selam olsun konuştuğu için kovulanlara, kovulduktan sonra konuşanlara da konuşun.
Kovulduktan sonra konuşanlara da "konuşun; yine de fazla zararı yok" demek lazım.
© The Independentturkish