Tanış olma, iyilik ve yeni zamanların zorlukları…

Yeni eğilimler, çoğulculuğa değil de parçalanmaya götürüyor. Çoğulculuk, toplumsal ve siyasi bir kavramdır. Ancak insanın insanlığını aşıp her türlü akıl ve mantığın dışına çıktığında artık anlaşılır bir şey olmaz

Fotoğraf: Aron Visuals/Unsplash

Rönesans Çağı olarak bilinen döneme dair çalışmalarda ilk önce siyasi reforma ve anayasa da dahil olmak üzere modern devletin kurumlarının inşasına yoğunlaşılması yaygındı.

Bununla birlikte öncelikle milli eğitim açısından ve sonra kalkınmanın temeli olan eğitime ilgi yönünden değerler ve ahlak meselesi de ilgiden yoksun değildi.

Muhammed Hüseyin el-Mersafi, Refik el-Azm, Muhammed Abduh ve Kasım Emin gibi reformcuların yazılarında medeni ahlak, milletlerin kalkınması için gereklilikler arasında yer aldı.

O dönemde pek çok kişi Gustave Le Bon ulusların doğasına dair kitaplarını tercüme etmeye başladı.

Muhammed Abduh, tefsir derslerinin el-Menâr dergisinde yayımlanmasından ötürü daha sonra Tefsîrü'l-Menâr diye adlandırılan tefsire girişini yazmış ve bu girişte ahlaka geniş bir yer vermişti.

Bu mesele, Muhammed Abduh ile Farah Antun arasındaki tartışmadan bir miktar etkilendi.

Bu tartışma, Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden nesilde oryantalizm (şarkiyatçılık) ve misyonerlikle inatlaşmalara dönüştü.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Daha sonra İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Birleşmiş Milletler Antlaşması (1945) ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ortaya çıkınca dünya çapında kültürel ve siyasi hava üçüncü kez değişti.

Milliyetçiler ve İslamcılar, bu antlaşmaya ve bildirgeye iki gerekçeyle karşı çıktılar. Öncelikle bu antlaşmanın ve bildirgenin mantığına göre insan ve vatandaş hakları, doğal haklardır.

Halbuki İslam'da ve gelenekte bu haklar, Allah'ın bir armağanıdır. Sonra bu antlaşma ve bildirge, çifte standart uyguluyor.

Nitekim ne Filistin meselesinde ne de sömürgecilikle boğuşup ondan kurtulmak için mücadele eden Arap-İslam ülkelerine yaklaşımda bir adalet var!

Bu antlaşmanın ve bildirgenin destekçileri, doğal hakla fıtratın aynı anlama geldiğini öne sürdüğünde muhalifleri, modernlik olgusuna ve onun metaforlarına yanıt verirken derinleşmeye başlayan asalet (orijinallik) düşüncesine dayalı ayrıntılarla cevap verdi.

Sonra İslam'ın İbrahimi bir din olduğunu kabul eden İkinci Vatikan Konsili (1962-1965) geldi.

Böylece istenen diyalog; doktrinsel ve ahlaki olanlar da dahil olmak üzere ortak paydaların bulunmasına yöneldi.

Arap ve İslam çevrelerinde son kırk yılda, Kur'an-ı Kerim'in anlayış ve dayanışma diyaloğuna bakışın, Kur'an'ın farklı ırklardan ve dinlerden insanlar arasındaki ilişkilerin tanışmaya dayalı olması yönündeki talebini temel aldığını savunduk.

Bu tanışmanın iki amacı vardır. Birincisi, birey başkalarını ilgileri ve kaygıları açısından tanır ve böylece husumet bilgiyle ortadan kalkar. Çünkü insan, bilmediğinin düşmanıdır.

İkincisi, ortak konularda iş birliği ve dayanışma için iletişim ve diyalog yoluyla ortak paydalar keşfedilir.

Kur'an-ı Kerim, müminlerden ahlak ve ilişkilerde iyiliği emredip kötülükten sakındırmalarını (emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker) talep eder.

İyi olan, insanların iyi ve doğru olduğu ve kötü olan da insanların karşı çıkılması ve uzak durulması gerektiği konusunda hemfikir oldukları şeydir.

Burada değerler ve ahlak konusunda insani ortak yönler ile erdemler ve erdemsizliklere dair çıkarlar ve zihniyetler yoluyla kabul alışverişi vardır.

Böylece İbn Akîl ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin dediği gibi; bunu vahiy veya şeriat getirmemiş olsa da insani davranış ve ilişki siyaseti, doğruluğa daha yakın ve yolsuzluktan daha uzak olur.

İslami sahada bu kavramlar etrafında tartışmalar yapılıyordu. Çünkü muhafazakârlar ve aşırılık yanlıları, iyi olanın sokağın emrettiği ve kötü olanın da yine sokağın reddettiği şey olduğunu söylüyordu.

Terör eylemleri nedeniyle küresel ölçekte çatışma patlak verince ve dünyayla barışın yeniden tesis edilmesi için dinler ve kültürlerle diyaloga duyulan ihtiyaç artınca ayrılık ve kopuş sesleri azaldı ve dinî merciler, küresel sorunlara ahlaki yaklaşımda insanoğlunun birliğinin sembolü olarak 'aynı gemi' hadisini/söylemini delil göstermeye ve İslam'dan önce Mekke'de görülen erdemliler ya da erdem yeminini (Hılfü'l-Fudûl) hatırlatmaya başladılar.

Hılfü'l-Fudûl, Kureyş kabilelerinin mazluma destek olmak, komşuluk hukukunu korumak ve Beyt-i Haram'a (Kâbe) gelen ziyaretçileri ağırlamak için yaptıkları bir sözleşmedir.

Gençliğinde Resulullah da (a.s) bu yemine katılmış, peygamber olduktan sonra da tasdik edip övmüştür.

Ayrıca peygamberlik vazifesini de ahlaki bir elçilik olarak görmüştür. Bunu şu hadisinden anlayabiliriz:

Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.

Bu ahlaki aydınlanma doğrultusunda Papa ile Ezher Şeyi arasında İnsani Kardeşlik Belgesi ve kucaklayıcı vatandaşlık adına Mekke Bildirgesi (2019) imzalandı.
 


İnsani müşterekler kapsamındaki iş birliği üzerine varılan bu fikir birliğine insanlık büyük uğraşlar sonucu ulaştı.

BM Antlaşması ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de bu fikir birliğinin sembolleri haline geldi. Gelgelelim birtakım sebeplerle bu fikir birliği, çeşitli yönlerden çatlamaya başladı.

Bu sebeplerden ilki, BM Güvenlik Konseyi'nin küresel barışı koruyamaması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ndeki büyük güçler arasında ve orta ve küçük ölçekli ülkelerin birbirleriyle ve kendi içlerinde savaşların yaygınlaşıp büyümesidir.

İkinci sebep, BM komisyonlarıyla kuruluşlarının, büyük tahrip eylemleri sebebiyle insanlığı açlıktan, salgın hastalıklardan, çevresel bozukluklardan ve iklim sıkıntılarından koruyamamasıdır.

Üçüncü sebep, yeni teknolojiler yüzünden yaşanan büyük değer ve ahlak değişimleridir.

Bu teknoloji, insan hayatının, ailelerde ortak yaşam ve bağlılık ilişkileri yoluyla sürdürülmesi için erkekliği ve kadınlığı içeren bir insan tabiatının varlığını reddediyor ve buradan hareketle sonradan uydurulmuş erkek egemen bir tarih, kültür ve gelenek olduğu iddia ediliyor!

Saçmalıkta daha da ileri gidiliyor ve ailenin, daha önce de söylediğimiz gibi; özgürlükle çelişen bir gelenekten ibaret olduğu düşüncesinden hareketle, çocukların 'özgür kararları' üzerinden aile yıkılmak isteniyor.

2019 yılında Vatikan, "Tanrı Onu Erkek ve Kadın Olarak Yarattı: Eğitimde Cinsiyet Teorisinin Sorunlarına Dair Bir Diyaloğa Doğru" başlıklı bir belge yayımladı.

Belgede akıl çelici iletişim araçlarının özel kullanımda ve eğitim yoluyla okullarda çocuklar ve ergenler üzerindeki etkisini ve artan yeniliklerin aşamalı olarak gençlerin özgürlüğü bahanesiyle aileleri dağıtmayı ve cinsiyet değiştirme meselelerini kanun zoruyla kolaylaştırmayı amaçlayan yasalara dönüşmesini ele alıyor.

Belgeye göre feminizm, insan tabiatının bir olduğu ve buna dayalı olarak insan yaşamının adil olması gerektiği kabulünden hareketle cinsiyetler arasında eşitlik ve adalet için mücadele ediyor.

Toplumsal cinsiyet teorisi veya görüşleri ise sonradan uydurulduğunu düşündüğü tabiat değerlendirmelerini hükümsüz kılıyor, beden ve ondan da önce zihinler üzerinde oynamak üzere dizginleri serbest bırakıyor.

Belge, insanın insanlığının temeli olan aileyi hafife alan, doğumu bile yapay hale getiren ve iki eşe veya aileye, aile hayatına, terbiyeye ve eğitime ihtiyaç bırakmayan bu kapsamlı iddia karşısında şaşkınlığa uğruyor.

Müslüman aydınlanmacıların ilgi ve çalışmaları 20'nci yüzyılın ortalarından sonra evrensel iyilik kavramına, insanların tanışıp birbirlerinin varlığını kabul etmelerine ve birlik içindeki çeşitlilik kapsamında farklılık hakkını savunan insani müşterek çerçevesinde dinî ve etnik çoğulculuğu ve özellikleri tanımaya odaklandı.

Yeni eğilimler, çoğulculuğa değil de parçalanmaya götürüyor. Çoğulculuk, toplumsal ve siyasi bir kavramdır. Ancak insanın insanlığını aşıp her türlü akıl ve mantığın dışına çıktığında artık anlaşılır bir şey olmaz.

Profesör Hans Küng, dinlerin evrensel bir ahlak üzerine uzlaşmasını istiyordu. Ancak dinler (uzlaşsalar bile) artık evrensel ahlakı belirleyen aktörler değil.

O halde geriye şu soru kalıyor: İyilik veya erdemli eylem nedir ve tanışmakla ne elde edilir?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU