"Türkiye bir cemaatler takım adası, milliyetçilik ise bu seçimde ortaya çıkmadı zaten hep vardı"

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Bu dönemin en önemli unsurlarından biri milliyetçilik oldu. Independent Türkçe, milliyetçilik uzmanı siyaset bilimci Prof. Dr. Umut Özkırımlı'ya işin aslını sordu

Bu seçimlerle birlikte milliyetçilik bulutların arasından çıktı mı, yoksa zaten Türkiye siyaseti için belirleyici miydi? / Görsel: Canva

Son seçimle birlikte en çok konuşulan konu başlıklarından biri "Türkiye'de yükselen milliyetçilik" oldu.

Milliyetçilik zaten yükselişte değil miydi? Öylece, birdenbire mi ortaya çıktı?  

Hem iktidar hem muhalefet cumhurbaşkanlığında ikinci tura giderken neden milliyetçiliğe daha fazla sarılmak zorunda kaldı?

Bu siyasetteki yeni aktörlerden mi sebepliydi yoksa aynı politik iklimde bambaşka bir denklem ile mi karşılaşıldı?

Uzun süredir Türkiye toplumunda tartışılan göçmen meselesi milliyetçiliğin neden sadece bir yanını etkiledi?

Gerek 14 Mayıs sonrası şekillenen yeni TBMM gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçilmesinin ardından Türkiye, yeni 100 yıla doğru yürürken daha fazla bir milliyetçi söylemle mi kuşanacak?

Kendini milliyetçi olarak tanımlayan ve farklı ittifaklar içinde konumlanan MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve BBP'nin milletvekilliği seçimlerinde aldığı oylar bir araya getirildiğinde yüzde 23,72'lik bir oran ortaya çıkıyor.

Yani seçmenin dörtte biri tercihini Türk milliyetçiliği çerçevesinde kullanmış görünüyor.

Peki Türkiye tarihinin en milliyetçi ya da aşırı sağ dönemine mi giriyor?

Akıllara takılan sorular her zamanki gibi çok.

"Milliyetçilik Kuramları", "Milliyetçilik ve Türkiye İlişkileri", "21. Yüzyılda Milliyetçilik" kitaplarının yazarı Barselona Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü'nden milliyetçilik uzmanı siyaset bilimci Prof. Dr. Umut Özkırımlı, uzun bir dönemin ardından suskunluğunu bozdu, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

"Mevzu Nedir?" bu kez milliyetçiliği mevzu ediyor, söyleşi de burada başlıyor.

"Türkiye'de milliyetçilik zaten belirleyici unsurdu"

Seçimi AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan kazandı. Bir diğer kazanan milliyetçiler denilebilir mi? Buradan hareketle -son dönemlerde çok popüler oldu biliyorsunuz- milliyetçilik hâkim bir ideoloji haline gelebilir mi Türkiye'de?

Dora buradan başladığımız iyi oldu. 1994'te yüksek lisansımı 24 yaşındayken bitirdim. O zamandan beri sürekli milliyetçilik yükseliyor! Bitmedi bir türlü yükselmesi! Neredeyse 30 senedir bunun üzerine çalışıyorum. Sürekli ilk cevap vermem gereken soru bu oluyor. Sana yönelik bir eleştiri değil çünkü herkes bunu soruyor. Çok haklısın. Sürekli bir "Milliyetçilik yükseliyor mu, milliyetçilik şöyle mi, böyle mi" deniyor. Evet, seçimin kazananı Erdoğan. Şunu söyleyerek başlayalım. Bu seçimler adil değil hatta bazı yabancı basın organlarında yansıtıldığı gibi özgür bir seçim de değil. Hani bir taraftan "Adil değil ama sonuçta insanlar sandığa gitti" deniyor ya… Hayır, bunu bilmiyoruz. Belli yerlerde insanlar sandıkta özgürce oy verebildiler mi, veremediler mi? Açıkçası bunu bilmiyoruz. Sonuçta otoriter bir rejimin sadece kendi meşruiyetini sağlamak için sürdürdüğü bir seçimdi bu. Yine de demokrasi literatüründe "rekabetçi otoriterlik" denilen bir hibrit ara rejim olduğu için Türkiye, bu seçimlerde her şeye rağmen sonuçları değiştirmek mümkündü. İstanbul ve Ankara seçimlerinde örneğini de görmüştük.
 


Bu anlamda muhalefetin çok az da olsa bir kazanma penceresi vardı. Görüyoruz ki; bu yetmedi. Yani burada artık sistemin adil olmadığını verili kabul edersek aslında muhalefete düşen en önemli görev hem halkı ikna etmek, alternatif bir vizyon sunmak, hem de seçim güvenliğini, sandık güvenliğini sağlamaktı. Bunu en azından 14 Mayıs'ta beceremediklerini biliyoruz. 28 Mayıs'ta görece olarak daha iyi organize olmuş gibi gözüküyorlar. Zaten ilk iki tur arasındaki oy farkı da çok fazla değil; 2,5 milyon oy. Yani Erdoğan öyle ya da böyle seçimi kazandı. Ya da şöyle söyleyelim: AKP'nin ve Erdoğan'ın hala ciddi bir destekleyici kitlesi var. Bu, birinci nokta. Bunun içerisinde milliyetçilik var mı? Milliyetçilik zaten Türk seçimlerinin Türkiye'deki bütün seçimlerin, hatta daha ileri gideyim, küresel anlamda bütün seçimlerin bir değişmezi. Var olan denklemin sürekli bir parçası. Sonuçta herhangi bir siyasetin, zaten normalde bir denklemin parçası. Bunun adına isterseniz ABD'de olduğu gibi vatanseverlik deyin isterseniz başka ülkelerdeki gibi açıkça milliyetçilik deyin. Yani partiler, liderler kendi duruşlarına göre bu milliyetçiliğe farklı adlar veriyor olabilirler. Ama Türkiye'de milliyetçiliğin belirleyici unsur olduğunu zaten biliyoruz. Yeni bir söylem gelişti, "dip dalga" falan diye. Şimdi dip dalga denilen şey aslında Avrupa'da, Batı'da yıllardır gördüğümüz göçmen karşıtlığı. Bunun Türkiye'de şimdi yaşanmasının sebebi göçmen sayısının Avrupa Birliği'yle yapılan anlaşma sonucu kontrolsüz artması. Avrupa Birliği'nin üzerindeki yükü Türkiye'ye atmak için Erdoğan'la masaya oturarak vardığı bir anlaşma sonucu bir anda mülteci sayısının patlaması… Hem Suriyeli hem Afgan mültecilerin sayısı hızla arttı. Bu 10 milyon lafına ben pek inanmıyorum tabii.

BM'nin rakamlarıyla çelişiyor zaten 10 milyon sayısı.

Evet. Mülteci karşıtlığından beslenen bir milliyetçilik uzun süredir var. 4-5 senedir zaten vardı. Yani milliyetçilik her zaman devam eden, değişmeyen bir unsur. Bunun biçimleri, yüzleri değişebiliyor. Şu son dönemde bunun mülteci karşıtlığı biçimini aldığını görüyoruz ama milliyetçilik zaten bukalemun gibidir. Yani hangi ortama koyarsanız onun rengini alır. Şu an Türkiye, Avrupa Birliği'nin üyeleri gibi bir şey yaşıyor. Ve bu da doğal bu arada. Yani ciddi bir mülteci problemimiz var.

"Özdağ ile Wilders'in farkı yok"

Mesela Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ı Hollanda'nın aşırı sağcı, göçmen karşıtı politikacı Geert Wilders'e benzetenler var…

Hiçbir farkları yok. Mesela Zafer Partisi ile özdeşleştirilen bir video vardı. Son derece profesyonel videoydu. Gelecekteki Türkiye'yi anlatan. Suriyeliler çoğunluk olmuş. Türkler azınlık, eziliyorlar falan. Bunlar zaten Avrupa sağının yıllardır kullandığı şeyler… 1980'ler, 1990'lardan beri 3-4 dalgadan bahsedilir. Milliyetçilik, aşırı sağ ve popülizm tartışmalarında üçüncü dalga 1990'larda başlayan dalga.
 


Ki; bunun ilk örneği de bu Avusturya'da Jörg Haider'in kurduğu partiydi. 1990'larda göçmen karşıtlığının ana akım tarafından da kullanılmaya başlaması. Yani bir şekilde içselleştirilmesi ile yeni bir dalgadan bahsedilir oldu. Sadece sağ tarafından değil, sol tarafından da… Danimarka'daki sosyal demokratlar bunun en iyi örneği. Bildiğiniz aşırı sağ göçmen politikalarını benimsiyorlar. Erdoğan'ın yaptığı da pragmatik bir seçim bu arada. Yani Erdoğan'ın mültecilerin yüksek çıkarlarını hümanist bir yerden savunmadığını biliyoruz. Avrupa Birliği'yle ne zaman çatışsa ne diyor Erdoğan ilk olarak? "Koyarım otobüse yollarım hepsini."

"Göçmen meselesinin beslediği milliyetçilik kartını herkes oynadı"

Mülteci kartını kullanıyor?

Elbette, bu bir siyasi kart. Yarın öbür gün başka bir şey olsun, hemen Ümit Özdağ'dan beter bir yere savrulacaktır. Zaten AKP'nin tabanı ne? Millî Görüş'ten gelen bir gelenek değil mi? Özdağ, Oğan… Komplo teorilerine fazla rağbet etmiyorum ama çok basit bir şekilde bu iki insan; biri muhalefete biri kazanan tarafa giderek zaten bu grupların içinde olan milliyetçiliği devam ettirdiler. Bunun karşılığı var. Milliyetçiliğin karşılığı sadece söylendiği gibi İç Anadolu'da falan değil. Bunun karşılığı büyük şehirlerde beyaz yakalı eğitimli kitlelerde de var. Fatih Altaylı seçim gecesi "Suriyeliler seçimin sonucunu belli etti" diye tweet attığı zaman buna inanan çok ciddi bir kesim vardı. Rakamların böyle olmadığını biliyoruz. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan algı…
 

umut.jpg
Prof. Dr. Umut Özkırımlı / Fotoğraf: YouTube


Yıllardır sosyal medyada yaşanan tartışmalara tanık olduğum için biliyorum. Mesela kadın hareketini de bölen bir şey bu mülteci meselesi. Çok yakından tanıdığımız, sevdiğimiz arkadaşlarımızla ayrı düşmemize yol açan şeyler var. Ve buna biraz sağduyuyla yaklaşmak gerekiyor. Çünkü ortada bir problem var doğru. Peki bunu mülteci karşıtlığı üzerine ya da ırkçılığa savrulmadan nasıl hallederiz? Bunun daha henüz cevabı bulunmuş değil. Ama bunu besleyen bir milliyetçilik var ve her parti buna oynadı.

"AK Parti seçmeni de mülteci aşkıyla yanıp tutuşmuyor ama…"

Her parti bunu oynadı diyorsunuz. Seçmenin Kılıçdaroğlu'na oy verme noktasında özellikle HDP üzerinden ve iktidarın da iddia ettiği -hatta propagandasını yaptığı- gibi terörle iş birliği üzerinden bazı çekinceleri oluşmuştu. Sonuçlardan da bunu görüyoruz. Peki burada göçmenler meselesini yeniden ele alacak olursak, milyonlarca göçmen AK Parti seçmeni tarafından sizce tehlikeli addedilmedi mi beyaz yakalıların algıladığı gibi?

Bence önemli bir unsur olarak görülmedi. Çünkü burada şöyle bir şey var. Benim de zamanında hocam olan Yılmaz Esmer bir tweet attı. Söylediği çok basit bir şey var. Anket yapma işini Türkiye'ye getiren isimlerden. Kimlik her zaman aşı, ekonomiyi, şunu, bunu yener diye.

"Kimlik tencereyi yener" dedi Profesör Yılmaz Esmer...

Evet. Olay bu kadar basit aslında. AK Parti'ye oy veren kitlenin hareket ettiği başka noktalar var. Göçmenler burada birincil unsur değil. Bunu şu sonuca varmayalım diye söylüyorum. AK Parti seçmeni mülteci aşkıyla yanıp tutuşurken seküler kitle mülteci karşıtı diye bir şey yok. Aslında herkes aynı. Sadece bunun nasıl kanalize edildiği önemli. Yani duygular üzerinden çalışılıyor.
 

te.jpg
Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı 


"Aşırı sağın yükseldiği" konusunda yıllardır tartışılan mesele duyguların siyasi liderler tarafından nasıl yönlendirildiği meselesi. Bunun en iyi örneklerinden biri Donald Trump zaten. Eski ABD Başkanı sadece duygular üzerinden gidiyordu. Eğer Erdoğan yarın çıkıp "Suriyeliler sizin ekmeğinizi çalıyor" derse o kitle anında göçmen karşıtlığına dönecek. Şu anda bunun üzerinden değil başka milliyetçilik üzerinden gidiliyor. Çünkü milliyetçilik dediğim gibi renk renk… Kırmızısını değil yeşilini kullanıyor. Diyor ki; "PKK bunlar terör örgütü. Bunlar işte şöyle böyle falan"

"Kılıçdaroğlu kazansaydı mültecileri hemen yollayabilecek miydi?"

Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü söylemi…

Tabii ki. Aynı Erdoğan'ın Kürtlerle masaya oturduğunu unutmayalım. Yani yine Kürt sevgisinden değil pragmatik sebeplerle, stratejik olarak… Erdoğan bugün Kürt karşıtı, bugün göçmen taraftarı, yarın göçmen karşıtı olacak. Kılıçdaroğlu bu kadar göçmen karşıtı bir politikayla, daha doğrusu kampanyayla ikinci tura girdi. Eğer seçilseydi gerçekten aynı derecede göçmen karşıtı bir dille devam edecek miydi?
 

euro.jpg
Fotoğraf: Euronews


Bunu da bilmiyoruz. Koşullara bağlı. Varsayalım, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı oldu, Avrupa Birliği bu sefer Kılıçdaroğlu'nu tebrik etti. Amerika'sı, AB'si hepsi sıraya girdi. Ondan sonra da bir telefon açıldı Almanya'dan. "Mülteci anlaşması devam edecek değil mi Kemal Bey?" Ne diyecekti Kemal Kılıçdaroğlu? Hayır hepsini yolluyorum mu diyecekti Avrupa'ya?

Kemal Kılıçdaroğlu birinci turda almış olduğu sonucun ardından kampanyasını değiştirdi. Zafer Partisi'yle protokol metni imzalandı. Ama kampanyasından önce 2 yıl içerisinde mültecileri-sığınmacıları evine göndereceğinden bahsederken ilk turdaki yenilgi sonrası "İktidara gelir gelmez göndereceğim" dedi. Protokolde ise "1 yıl içerisinde gönderilecek" diye zikredilen bir süre vardı. Ama vaadi tutmadı.

Zaten tutamazdı ki. Yani bunu Kılıçdaroğlu bilmiyor mu? Ya da etrafındakiler? Şimdi ne kadar olursa olsun göçmen sayısı siz bunları bir sene içinde tak diye nasıl göndereceksiniz? Nereye göndereceksiniz? Bir kere Esad ile oturup anlaşmanız gerekiyor. Rusya'yla ne yapacaksınız? Nereye göndereceksiniz? Avrupa'ya zaten gönderemezsiniz. Avrupa kapatmış sınırlarını. Avrupa'ya rest çekmeniz gerekiyor. Rusya sınırlarınızda Ukrayna'yla savaşta, dolayısıyla gidip NATO'ya rest çekecek haliniz de yok. Bunlar zaten çok içi dolu söylemler, vaatler de değildi. Ha, evet mülteci sayısını zaman içerisinde yavaş yavaş eritmek gerekecek. Bu ayrı bir mesele. Ama Özdağ'ın dediği gibi "Bunlar geliyor sizin ekmeğinizi alıyorlar. Biz de bunların hepsini yollayacağız" falan… Bunlar boş vaatlerdi, sadece duygulara oynamaktı... Başka hiçbir şey değil.

"Türkiye bir cemaatler takım adası"

Türkiye toplumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Bakın Türkiye'de toplum yok. Türkiye'de birlikte, belli hedefler doğrultusunda hareket eden bir kitle yok. Tam tersine bir cemaatler takım adası Türkiye. Değişik değişik cemaatler var: sekülerler, milliyetçiler, Kürt milliyetçileri, tarikatlar, siyasi İslamcılar, Aleviler, şunlar, bunlar. Bunların hepsi belli durumlarda bir araya geliyorlar, ittifaklar kuruyorlar, sonra ayrışıyorlar. Ama ortak bir hedef uğruna birlikte hareket eden klasik anlamda "millet" dediğimiz şey Türkiye'de yok. Bu çok acı bir şey belki ama yani Atatürk projesini getirebildiği yere kadar getirmiş. Ama sonuçta ortada bir birbiriyle çatışan iki kutup var. Buna son dönemde "kültür savaşları" deniyor. Bence kültürden çok "değer savaşları" demek lazım. Çünkü dünyayı farklı algılayan, farklı değer yargılarına sahip iki kitle var. Bu iki kitle birbiriyle anlaşması, uzlaşması mümkün olmayan iki kitle. Sadece Türkiye'de değil. Amerika'da da Trumpçılar-Trump karşıtları. Fransa'ya gidin orada da öyle. İspanya'ya gelin, şu an yaşadığım yerde Katalanlar bir yanda, Vox taraftarları diğer yanda... Bu böyle gidiyor. Bunun ortasını bulmanın yolları var mı? Var muhakkak. Ama bu da başka bir konuşma konusu.

"Şu anda yaşadığımız agresif ve dışlayıcı bir milliyetçilik"

"Türklük" denince akıllara kan bağı, milletin bölünmez bütünlüğü, Müslümanlık, gibi kavramlar geliyor. Bunun haricinde Türklük üzerinden yürütülecek bir milliyetçi siyasanın bin bir şekli olduğunu söylemek mümkündür herhalde değil mi? Kökene dayalı bir milliyetçilik, dine ya da kültüre dayalı milliyetçilik? Türkiye'nin önümüzdeki dönemde -elbette bu soru çok spekülatif cevaplar da barındırabilecek bir soru ama- bu çoğul milliyetçiliklerden hangisini yaşama ihtimali daha yüksek olabilir?

Şu an çok dışlayıcı, çok agresif, çok tepkisel, reaksiyoner, gerici bir milliyetçilik anlayışı hâkim olacak gibi gözüküyor. "Milliyetçilik etnik mi, siyasi mi, şu mu, bu mu?" meselesine hiç girmiyorum. Bu tamamen yanlış bir soru. Teorik olarak da artık bu bunun ciddiye alan kimse yok. Her milliyetçilik hem kültürel hem siyasal. Bu kültürün içerisine kimi zaman etnik kökeni de sokabilirsiniz, ırkı da sokabilirsiniz, dini de sokabilirsiniz. Şöyle demek daha doğru. Daha negatif bir milliyetçilik mi, daha pozitif mi? Bir yere doğru evrilecek, evet.
 

3.png
Bahçeli ve Erdoğan / Tasarım: Independent Türkçe


Ben şu an gidilen noktanın son derece dışlayıcı, son derece reaksiyonel bir milliyetçilik tarzı olacağını düşünüyorum. Tabii ayrıştırıcı bir milliyetçilik. Çünkü ondan besleniyor zaten. Yani sadece dışarıya yönelik değil. Eskiden Kemalizm ya da ordunun hâkim olduğu dönemlerde dışarıya karşı, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" şiarı üzerinden yürüyen bir milliyetçilik vardı. Bugün artık Türk'ün de dost olup olmadığından emin olmayan birtakım başka Türkler var. Yani Türk'ün Türk'ten dostu olur mu, ondan bile emin olmayan bir kitle var. Bu kitle şu an Kürt karşıtı, LGBTİ gibi farklı yaşam tarzlarına düşman, kadını tanımlama konusunda çok ciddi problemleri var. Kadın sadece çocuk doğuran, evde çocuk büyüten bir metaya indirgenmiş durumda bu kitlenin gözünde. Dışa karşı zaten emperyalist olduğunu biliyoruz. Libya'da askerin var. Afganistan'da var. Gizlice Azerbaycan'a yardım ediyorsun. E, Suriye'ye girmişsin, Irak'la anlaşıyorsun falan. Böyle bir milliyetçilik var. Mesela Kılıçdaroğlu seçilseydi muhtemelen bu emperyalist öğe olmayacaktı. Daha çok Atatürk gibi kendi sınırları içine çekilen bir milliyetçilik olacaktı. Dolayısıyla şu an karşı karşıya olduğumuz çok kötü bir milliyetçilik türü. Düşman figürü sadece Avrupa, dışarısı değil. Onlarla zaten uğraşıyor. Ama içeride yıllardır sürmekte olan kelle avcılığı devam edecek gibi gözüküyor. Çünkü başka türlü ayakta kalamayacaklar.

Kürt milliyetçiliği yükselir mi?

Şimdi herkes "Türk milliyetçiliği yükseliyor mu, yükseldi mi, nasıl yükseldi, biçimi ne?" diye tartışırken Kürt milliyetçiliği de sizce yükselişe geçer mi Türkiye'de?

Aslında o da bir sabit. Yani yükselmek derken sonuçta Kürt milliyetçiliği bir varoluş mücadelesi içinde olduğu için son derece güçlü bir milliyetçilik. Ayrıca Kürt milliyetçiliği ile ilgili şunu da söyleyelim. Kürt milliyetçiliğinin de bir Abdullah Öcalan kişilik kültü üzerinden yükselen son derece etnik otoriter yönleri var. Yani aslında Türk milliyetçiliğinden çok da farklı bir milliyetçilik türünden bahsetmiyoruz. Buradaki fark ne? Bir tanesinin çoğunluk ve daha güçlü olan konumda olması. Yani güç dengeleri, iktidar dengeleri açısından Kürt milliyetçiliği savunmacı bir konumda. Sömürge sonrası milliyetçilikleri gibi daha defansif bir yerden kurulan bir milliyetçilik. Özgürlükçü bir milliyetçilik anlayışı değil.
 


Son dönemde belki köprüyü geçene kadar Kemal Kılıçdaroğlu'na tamam dendi, Özdağ'a ses çıkartılmadı ama bunun devam etmesi halinde, Erdoğan'ın Selahattin Demirtaş'ı hedef alan sözlerinden anladığımız kadarıyla arttırılması durumunda Kürt milliyetçiliği de tabii ki daha saldırganlaşacak. Ve bu doğal. Sonuçta Kürtler de var oluş mücadelesi veriyor. Sadece şu anda kendini tehdit altında hisseden büyükşehirlerdeki beyaz yakalılar, kadınlar, LGBTİ'ler değil. Üstelik parlamentoda 60-70 milletvekilleri var. Bir mücadele de orada verilecek. Burada küçük partiler ne yapacak onu da bilmiyoruz. Çünkü malum seçim stratejisi uyarınca bir sürü küçük parti de sokuldu içeri.

"Bu koşullar altında Erdoğan'ı yenmek mümkün değil"

Son soru milliyetçilikten biraz daha bağımsız olarak genel itibarıyla seçim sonucunu nasıl yorumluyorsunuz? Erdoğan sizce yenilmez bir figür mü? Yoksa aslen muhalefetin tercihlerinde bir hata mı var? Söz gelimi mesela işte Kılıçdaroğlu seçimin ardından yapmış olduğu açıklamada özetle "Buradayız, yola devam" dedi. Bu bazı kesimlerce çok eleştirildi. Tek sıkıntı sizce aday profilinde miydi?

Hayır, ben bütün sayılan faktörlerin çok yüzeysel açıklamalar olduğunu düşünüyorum. Çünkü hepsi hipotezlere dayalı, hepsi varsayımlara dayalı. "İmamoğlu aday olsun" diye bildiri yayınlayan, neredeyse muhalefete muhtıra veren (üstelik bunu siyaset bilimci kimliğine dayanarak yapan) insanlar da oldu. Bunların hepsi belli çıkar ilişkilerine dayalı. Yani şunu söyleyerek başlamak lazım aslında. Bu koşullar altında, bu kadar antidemokratik bir ortamda Erdoğan'ı yenmek mümkün gözükmüyor.

"Erdoğan'ın elinin bu kadar özellikle Türkiye'nin ekonomik gidiş anlamında zayıf olduğu bir dönemde yenilemez miydi?" diye soranlar da var.

Tekrar edeyim, bu koşullar altında zaten yenmek çok zor ya da imkansıza yakın. Birinci söylememiz gereken şey bu. İkincisi muhalefet daha farklı davranabilir miydi? Burada bir sürü geriye dönük soru sorabilirsiniz. Daha erken aday belirlenseydi, Meral Akşener masadan kalkmasaydı, ne bileyim İmamoğlu ya da Mansur Yavaş aday olsaydı vs. Bütün bunlar varsayım. Bunun altını ısrarla çizelim. Neden? Çünkü bilmiyoruz. İmamoğlu aday olsaydı tutuklanacak mıydı? Yerine Kemal Kılıçdaroğlu aday olsa daha mı popüler olacaktı? Mansur Yavaş aday olsaydı Kürtler gidecekti, bu sefer ne olacaktı? Ben ciddi hatalar yapıldığını düşünüyorum elbette. Ama bu hatalara dayanarak, şöyle olsaydı, böyle olmazdı, bunu demek mümkün değil. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu benim kişisel olarak haz etmediğim, geçmişte çok eleştirdiğim bir kişi. Türkiye'de bir Alevi'nin seçim kazanamayacağına dair yorumların da çok yanlış olduğunu düşünmüyorum. Yani bu kimliğe karşı mantıklı olmamakla birlikte böyle bir ön yargı var. Bunu biliyoruz. Fakat benim düşünceme göre, ki bu tamamen kişisel görüşüm, akademik kimliğimi bir kenara bırakarak konuşuyorum. Ben son bir ay içerisinde, hatta Türkiye'ye de geldim son bir haftada, Kılıçdaroğlu'nun elinden geleni yaptığını düşünüyorum. "Elinden geleni yaptı" derken hatasız olduğunu savunmuyorum. Asıl hata aday olmasında ya da aday kimliğinde değil, genel merkezi kontrol edememesi, şaibeli isimlerle işi götürmeye devam etmesi. Tuncay Özkan'dan tutun da iletişim ekibine kadar…
 


Bir sürü başka problemler var orada. Artı parti içi demokrasi olmadığı da ortada. Yani bir CHP sorunu var. Kılıçdaroğlu'ndan daha büyük bir sorun bence. Daha önce de vardı. Baykal döneminde de vardı. Kılıçdaroğlu'nda da var. Muhtemelen ondan sonrasında da olmaya devam edecek. İmamoğlu mesela diyelim ki hani herkes onu bekliyor ya gelecek, CHP'nin başına geçecek. Geçebilir mi, belli değil. Geçse bir şey değişecek mi? Bence hiçbir şey değişmeyecek. Yani bir kadronun yerine başkası geçecek. Demokratikleşme başka bir şey. Bu anlayışı yerleştirmek o kadar kolay bir şey değil bir geceden bir geceye.

Örgüt deyince… Örneğin AK Parti'nin, 2001 senesinde kurulmuş bir partinin üye sayısı son yirmi senede kurulan partilere baktığımızda tüm dünyada birinci sırada, genel anlamda da dünyada da altıncı sırada. Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin üye sayısı işte çok daha az. Örgütle de ilgili bir sıkıntı mı var?

Örgütün kendisi de demokratik değil. Neden içine kapalı? Neden genel merkezde seçim gecesinde belli isimlerin dışında kimseye bilgi akışı sağlanmadı? Bir sürü soru üretilebilir. Sezar'ın hakkı Sezar'a kısmını da söylemek istiyorum. Ben Kılıçdaroğlu'nun video çekip "Ben Alevi'yim" demesini sembolik anlamda çok önemli buluyorum. Bu bir şeyin yıkılmasıydı. Başka şansı var mıydı, yok muydu? Bunu geçelim. Bunu söylemeden idare edebilirdi. Dolayısıyla yaptığı önemli şeyler de var. Elinden geleni yaptı. Olmadı. Başkası olsaydı daha iyi olur muydu? Üzerinde saatlerce konuşabiliriz ama cevabı bilemeyiz. Hiçbir zaman da bilemeyeceğiz. Çünkü karşı tarafınızda oyunu kurallarına göre oynayan birisi yok. Hani futbol örneği veriliyor ya sürekli. Kalenin boyutlarını değiştiriyor. Zaten hakem satın alınmış, şu bu. Bu şartlar altında olabildiğince mücadele etti.
 


Diyelim Kılıçdaroğlu olmadı, İmamoğlu oldu ya da kabul edilebilir başka birisi seçildi. Dışarıdan birini getirdiler. Yine oyunun kurallarını değiştireceklerdi. Ona göre bu sefer de onun önünü kapatacaklardı. Yani AKP oyunu bozmaya devam edecekti. Hiçbir zaman hiçbir şekilde birebir böyle olurdu, böyle olacaktı sorusunun cevabını veremeyiz. Hatalar yapıldı mı? Yapıldı. Ama bu hatalardan çok, şu son dönemde birkaç ay içerisinde yapılan hatalardan çok sistemi konuşmamız gerekiyor. Bir tanesine sen şu an parmak bastın. Dedin ki neden bu örgütün üye sayısı hala az? Neden milliyetçi oylara bu kadar ihtiyaç duyuluyor? Bir sürü sistem, sisteme dair yapısal ve benim bahsettiğim kültür savaşlarına dair bir şey var ortada. Gerçekten yeni bir vizyon ortaya koymak gerekiyor. Bu da vakit alacak bir şey. Bir günden bir güne olacak bir şey değil. Ha bu koşullar altında Erdoğan'ı yenebilir misiniz? Emin değilim.

Ezcümle yine her seçim sonrası olduğu gibi "CHP nasıl değişmeli, kendisini nasıl revize etmeli, ne yapmalı?" gibi sürekli sorduğumuz sorular üzerinden konuşulan bir döneme daha giriliyor öyle değil mi?

Sadece CHP de demeyelim. Bütün muhalefet diyelim. Yani sonuçta MHP ikiye bölündü. İYİ Parti çıktı.

"Kılıçdaroğlu'nun ikinci Baykal olma süreci tamamlandı"

İYİ Parti de önümüzdeki günlerde kurultaya gidecek. Akşener'in karşısında durabilecek bazı isimlerin olduğunu biliyoruz. Orada da benim böyle bir iç hesaplaşma bir muhakeme süreci yaşanacak mıdır?

Burada şu da var. Türkiye'de istifa mekanizması diye bir şey olmadığını zaten biliyoruz da artık yeter. Yani Kılıçdaroğlu'nun ikinci Baykal olma süreci tamamlandı. Sonu da öyle olmamalı artık. Kılıçdaroğlu gidecek sorunlar bitecek diye bir şey kesinlikle yok. Ama Kılıçdaroğlu'nun istifası bu demokratikleşme sürecinde, bu anlayış dönüşümü sürecindeki ilk adım. Kılıçdaroğlu gitmek zorunda. Çünkü başaramadı. Yani bu bir sembolik rahatlama yaratacak önce. Yerine kim gelir? Nasıl bir kavga çıkar? Şu olur, bu olur. Bunlar bizi şu aşamada ilgilendirmiyor. O CHP'nin iç işi. Ama Türkiye'ye karşı bir sorumluluk var burada. Kaç tane seçim kaybetmiş bir liderin hiçbir şey olmamış gibi devam ediyoruz demesi, yürüyelim demesi, Gandi benzetmelerini filan geçelim artık. Böyle bir çağda yaşamıyoruz. Bitti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun kariyeri bitti. Bunun ne kadar kendisi farkına bir an önce varırsa o kadar iyi olacak.

Çok teşekkürler. O zaman bu söyleşi de burada bitsin. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU