Levent Mazılıgüney: Milletin vekili olunabilir ama kişilerin vekili olunamaz

2013’te KHK ile TSK’daki görevine son verilen Levent Mazılıgüney, “Avukatlık ruhsatı vermediklerinizden biri Milletvekilliğine aday olabilir ve seçilirse kamudan maaş alarak kamu görevini yapabilir. Bu büyük bir çelişkidir” dedi

Ankara 23. İdare Mahkemesi, avukatlığın kamu görevi değil kamu hizmeti olduğuna hükmederek, KHK nedeniyle ruhsat ve staj başvurusu yapanlara yönelik ret kararını iptal etmişti. Mahkemenin kararında kamu görevinden ihraç edilmenin avukatlığa engel olmayacağı belirtilerek, avukatlığın kamu görevi değil, kamu hizmeti olduğuna vurgu yapılmıştı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

689 sayılı KHK ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen ancak 2018 yılı Ocak ayında takipsizlik kararı alan Levent Mazılıgüney avukatlık stajını Ankara Barosu’nda tamamlamış ancak 2018 yılı Ağustos ayında avukatlık ruhsatı almak için yapmış olduğu başvuru Türkiye Barolar Birliği’nce reddedilmişti. Ankara 23. İdare Mahkemesi kararı sonrası 21 Haziran 2019 tarihinde yenilediği başvuru önce Ankara Barosu’nca kabul edilmiş daha sonra ise kendisi gibi takipsizlik almış başka diğer bir adayın başvuru ile birlikte Türkiye Barolar Birliği’nce de kabul edilmişti. 

Türkiye Barolar Birliği (TBB)’nin daha önce KHK ile ihraç edildikleri gerekçesiyle reddettiği iki avukat adayının başvurusunu kabul etmesi sonrasında gözler Adalet Bakanlığı’na çevrilmişti. 

Ancak Adalet Bakanlığı Levent Mazılıgüney’in avukatlık ruhsat başvurusunu KHK ile ihraç edilmiş olmasını gerekçe göstererek uygun bulmadı ve yeniden değerlendirmek üzere Türkiye Barolar Birliği’ne geri gönderdi. Bugüne kadarki aşamaları ve sonrasını Levent Mazılıgüney ile konuştuk.

Kamuoyunun Morbeyin kumpasının ortaya çıkmasındaki katkısıyla tanıdığı Mazılıgüney, kardeşleriyle birlikte hikayesini ve KHK ile ihraç sürecini Independent Türkçe'ye şu sözlerle anlattı:

Levent Mazılıgüney: ODTÜ İnşaat Mühendisliğinden mezun olduktan sonra bir süre özel sektörde çalıştım. Sonrasında 2001 yılında Hava Kuvvetleri’ne mühendis subay olarak katıldım.

2012 yılında kamu iç denetçiliği sınavını kazandım ve 2013 yılından kamu görevinden çıkarılana kadarki sürede Milli Savunma Bakanlığı iç denetçisi olarak görev yaptım.

Mesleğimi icra ederken izin haklarımın tamamına mahsuben devam ettiğim eğitimlerle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Açık Öğretim Fakültesi İktisat bölümlerinden mezun oldum. Mühendisliğin farklı alanlarında üç ayrı tezli yüksek lisans tamamladım.

Levent_Maziligueney2.jpg
Levent Mazılıgüney


Doktoram 2016 yılı sonunda tamamlanacaktı ancak süreç nedeniyle uzadı ve bu yıl içinde tamamlamayı umuyorum.

Ders kitabı olarak da okutulan bir teknik kitabım, dördü uluslararası toplam dokuz bildirim var. Adli bilişim uzmanıyım.

100’ün üzerinde sertifikalı eğitim tamamladım ve birkaç farklı alanda uzmanlığım var.

Bunları anlatmamın sebebi içimi en çok acıtan hususun enerjimi üretime yönlendirmek yerine üç yıldır boşa harcadığımı hissediyor olmamdır.

Ben ve benim gibi birçok yetişmiş insan maalesef enerjilerini ülke yararına kullanamamaktadır. Bunun temel nedeni de hukuka uygun olmayan uygulamalardır.

Benim gibi subay olan kardeşlerimle birlikte 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında çok daha yoğun çalışıyorduk. Ancak 03 Kasım 2016 tarihinde Jandarma Yüzbaşı olan kardeşim, 1218 kişilik bir liste kapsamında açığa alındı. Şanslıydım çünkü bir gün sonrasında gerekçenin ByLock kullanım isnadı olduğunu öğrendim.

İddiayı nasıl öğrendiğimi ve gördüğüm kayıtların detaylarını hiçbir görevliye ve kurumlara zarar vermemek için anlatmıyorum ancak ilerleyen dönemlerde anlatacağım.

Kardeşime yöneltilen iddia GSM operatörleri kayıtlarına dayalı idi. Kardeşimin görev safahatı 2 yıl hariç terörle mücadele bölgelerinde geçmişti ve karakteri gereği de böyle bir durum mümkün değildi.  

- İddiayı öğrendiğinizde ilk olarak nasıl bir yol izlediniz?

Bilişim konularından anladığım için hemen kardeşimin Google kayıtlarını temin ettim ve uygulamanın yüklü olmadığını gördüm. Uygulamaya bağlantı iddia edilen günlerin önemli bölümünde kardeşim dağda üs bölgesinde idi.

ODTÜ’ye kapandım ve ByLock konusunda tüm açık kaynakları okudum. Bilişim alanında çok iyi olduklarını bildiğim birçok arkadaşıma hatta BTK çalışanlarına dahi birçok konuyu danıştım. Birkaç gün içinde 26 sayfalık bir rapor hazırladım.

Rapor kapsamında özellikle operatör kayıtlarının hata ihtimallerini ve WiFi bağlantılarında yaşanabilecek problemleri açıkladım ve bazı öneriler sundum.

Kardeşimin safahatı ve Google kayıtlarını da ekleyerek ilk dilekçemizi 08 Kasım 2016 tarihinde raporu ilk olarak Jandarma Genel Komutanlığına sunduk. Sonrasında kardeşimin ve eşinin cep telefonlarını incelettim ve uygulamanın emaresinin olmadığına dair kapsamlı raporla birlikte telefon imajlarını yine Jandarma Genel Komutanlığına sunduk.

O dönemde cep telefonu incelenen ve uygulamanın olmadığı gösterilen bazı görevliler listeden çıkarılmıştı ancak kardeşim listeden çıkarılmadı. Bunda benim tavrımın etkili olduğunu düşünüyorum.

- Hazırladığınız raporu kimlere ilettiniz ve rapora dairaldınığınız ilk tepiler ne idi?

İç denetçilik mesleği kapsamında her zaman yaptığım şekilde hazırladığım ve riskleri, problem sahalarını ve çözüm önerilerini içeren ByLock raporumu birçok kuruma ve yetkili kişiye bizzat elden götürmeye ve anlatmaya başladım. Raporu ilettiğim makamlar arasında Cumhurbaşkanımızın başdanışmanları da vardı. Milli Savunma Bakanlığı bürokratları bu durumdan rahatsız oldular ve bir bürokratın “Sen ByLock delilini çürütmeye mi çalışıyorsun?”, bir diğerinin ise “Bir KHK’lık işin var” cümlelerine muhatap oldum.

- Raporu yetkili makamlara sunduktan sonra neler yaşandı? Süreç nasıl gelişti?

Telefona yüklü olmayan bir uygulamanın, telefonun çekmediği bir yerde kullanılması mümkün olmayacağına, uygulamanın telepati vb. yollarla kullanılması da mümkün olmadığına göre sorun çözülmüştür diye düşündük. Artık yapılacak teknik veya hukuki başka bir şey kalmadı diye düşünmeye başladık. Danıştığımız hiç kimse de başka yol bilmiyor öneremiyordu. Ancak, 14 Aralık 2016 geçirdiğim burun ameliyatı nedeniyle sağlık istirahatli iken, evime geçmiş olsun ziyaretine gelen meslektaşlarım tarafımdan, eşimin hazırladığı pasta-börek-çöreklerin tükenmesi akabinde, geçici olarak görevden uzaklaştırıldığım tarafıma tebliğ edildi ve gerekçe olarak kardeşimin ByLock kullanıcısı olması gösterildi. Tebliğ evraklarını bana uzattıkları kalemle imzalamadım ve “bu imzamın peşindeyim ve kalıcı olmasını istiyorum” diyerek kalın uçlu imza kalemimle şerh düşerek tebliğ ettim.

Birçok kuruma dilekçe verdim ve raporumu anlatmaya devam ettim. Bunun sonucu olarak 689 sayılı OHAL KHK ile kardeşimden önce, yakını ByLock kullanıcı listesinde olmak gerekçesiyle ihraç edildim. Sonra uzunca bir süre açıkta beklettikleri ByLock kullanımı isnadı yöneltilen kardeşim ihraç edildi. Son olarak da 3. Kardeşim diğer 2 kardeş ihraç edildiği gerekçesiyle ihraç edildi. Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan, karıştı. Ama bize uygulanan başkalarına uygulanmadı. Kamuoyunun bildiği ve kardeşlerinin durumları da malum olan bakan, büyükelçi ve en ilginci OHAL Komisyon üyemiz var. Üstelik ben takipsizlik aldım. Son ihraç olan kardeşimin hiçbir adli işlemi yok. ByLock isnadı olan kardeşimin ve eşinin telefonları ve diğer dijital cihazları mahkeme tarafından da incelendi ve ne ByLock kalıntısı ne de FETÖ/PDY kapsamında bir emare bulunmadı. Herhangi bir içerik isnadı da yok. Ancak kovuşturması devam ediyor.”

"Allah bana binlerce insanın duasında yer almayı nasip etti"

- ByLock’ta ‘Morbeyin’ kumpasının ortaya çıkarılmasına önayak oldunuz, bu uğurda kamudan çıkarılarak mesleğinizden çıkarıldınız. Morbeyin kumpasına değinecek olursak, neler söylemek istersiniz?..

Çalışmalarıma devam ediyordum ve çok sayıda operatör kaydı inceliyordum. GSM operatörlerinin kayıtları oldukça problemli idi. Kendi içlerinde de tutarlı değillerdi. CGNAT dediğimiz GSM operatörlerinin bağlantı talepleriyle ilgili tuttukları kayıtlarda bağlantı olamayacağını kesin söyleyebileceğimiz çok sayıda dosya inceledik. Dosya sahiplerinin tamamı mağdur olmuştu. Morbeyin yönlendirmesi Ankara’da bir avukatın telefonunda biraz da şans eseri ortaya çıktı. Devamındaki hikâyeyi biliyorsunuz. 27 Aralık 2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11480 kişinin iradeleri dışında ByLock uygulamasına yönlendirildiğini açıkladı.

Ben o gün ihraç olduğuma ve başıma gelenlere şükrettim. Tüm ömrüm boyunca uğraşsam, belki sürekli ibadet etsem bu kadar dua alamazdım diye düşünüyorum. Tek bir insanın hayatına olumlu katkı sağlamak dahi onur verici iken Allah bana binlerce insanın duasında yer almayı nasip etti. Bundan sonra da ne olursa olsun bu bana yeter.

Ancak 2 önemli husus var. İlki benim 08 Kasım 2016 tarihli raporum dikkate alınmış olsa idi Morbeyin mağduriyeti de yaşanmazdı. Sesimi yeterince duyuramadığım, konuyu doğru anlatamadığım için çok üzgünüm. Operatör kayıtlarına kesin delil niteliği vermek en başından çok büyük bir hata idi. İkincisi ise çalışma eksik yapıldı. 15 Kasım 2014 tarihi ile kesildi. Oysa operatör kayıtları hala hatalı ve devam eden tarihlerde de yönlendirmeler devam etmiş. Operatör kayıtlarına delil niteliği vermekten tamamen vazgeçilmelidir. Görüşüm içeriğe bakılması gerektiği ve içeriğinde suç unsuru olmayan herkesin beraat etmesi gerektiğidir.

Genel olarak dijital delillerle ilgili benzer sorunlar vardır. Benim de adli bilişim kapsamında çalışmalarım devam etmektedir. Çalışmalarımı mümkün olduğunca geniş katılım ve ortak akılla yürütmeye gayret ediyorum. İnternet ortamında yayınladığımız çok sayıda teknik ve hukuki raporumuz bulunmaktadır.

"Cumhurbaşkanının 'Özel sektörde çalışsınlar' cümleleri de, Türk Tabipler Birliğinin mücadelesi de hafızalarımızda tazeliğini koruyor"

- Avukatlık ruhsatı sürecinden bahsedecek olursak.. . Avukatlık ruhsatına hukuken bir engel var mı? Adalet Bakanlığı takipsizlik ya da beraat almış KHK’lılara dahi neden avukatlık ruhsatı vermiyor?  

Kamu görevinden çıkarma içerikli tüm OHAL KHK’larında ihraç edilenlerle ilgili yer alan ve yeniden kamu hizmetinde istihdam edilmemeyi içeren standart 1’inci maddenin ilgili bölümü şekildedir.

…kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. ….

Maddenin hukuka uygunluğu tartışmaları bir yana, uygulamada çok ilginç farklılıklar ile karşılaşıyoruz. Cumhurbaşkanının “özel sektörde çalışsınlar” cümleleri de, yakın zamanda doktorların ve özellikle meslek örgütleri olan Türk Tabipler Birliğinin mücadelesi hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Türk Tabipler Birliğine ve doktorlara destek veren birçok meslek örgütü de oldu. Örneğin barolar da genel olarak destek oldular bu mücadeleye ve doktorların açlığa mahkûm edilmesine engel olunmasına katkı sağladılar.

Türkiye Barolar Birliğinin ilk başvurumu reddettiğinde vermiş olduğu cevap üzerinden süreci okuyalım.

Öncelikle benim 689 sayılı KHK ile meslekten çıkarıldığım belirtiliyor ancak takipsizlik aldığım belirtilmeden şu gerekçeler sıralanıyor:

Adı geçen ...... kurumunda …. Olarak görev yapmakta iken … sayılı KHK uyarınca meslekten çıkarılmasına karar verildiği,

OHAL KHK’sı ekinde kamudan ihraç edilenlerin kamuda istihdam edilemeyeceğini öngören hükmün avukatlığa ve avukatlık stajına kabul açısından geçerli olmadığı kanaatimizi muhafaza ediyoruz. Çünkü Barolar ve TBB stajyer avukatlığa ve avukatlığa kabul ettikleri kişileri ilgili levhaya yazmakta fakat istihdam etmemektedir.

Avukatlık bir kamu görevi değil, kamu hizmetidir. Bir kamu kurumunda avukat istihdam edilmediği sürece serbest meslek icrasıdır.

Buna rağmen Adalet Bakanlığı’nın yerleşik bir uygulama olarak bizim kanuna, insan hakları mevzuatına uygun “ kabul” kararlarımızı yeniden görüşülmek üzere iade etmiştir. TBB Yönetim Kurulu da ısrar yetkisini kullanarak önceki kararlarını aynen tekrarlamıştır.

Adalet Bakanlığı tarafından bu kararlarımıza karşı iptal davaları açılmıştır. Bu davalarda önce yürütmeyi durdurma kararları sonra da işlemimizin iptaline yönelik kararlar verilmiştir.

İlk derece mahkemesinin iptal kararları tarafımızdan istinafa götürülmüştür. Şu ana kadar sonuçlanan tüm dosyalara İstinaf Mahkemesi istinaf başvurularını reddetmiştir. İstinaf Mahkemesinin kararları tarafımızdan temyiz edilmiştir.

Danıştay 8.Dairesi’nin 2018/226 Esas, 2522 Karar sayılı hükmünden de anlaşılacağı üzere bu konudaki İstinaf Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu, Danıştay temyiz yolunun kapalı olduğunu söyleyerek temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiştir.

TBB de Yönetim Kurulu olarak benzer durumdaki başvurularda istinaf mahkemesinin yerleşik kararları çerçevesinde uygulama yapılması gerekliliği yapılan müzakere sonucunda hasıl olmuştur.

İlgililerin TBB Yönetim Kurulunun vereceği red yönündeki idari işlemler sebebiyle uğrayacağı bir zarar yoktur. Çünkü zaten kabul kararlarımıza karşı Adalet Bakanlığı tarafından istisnasız dava açılmakta ce kesin hükümle süreç sonuçlanmaktadır. Başvuru sahipleri elbette yukarıdaki açıklamalarımız mahfuz kalmak kaydıyla vereceğimiz red yönündeki işlemlere karşı idari yargıda iptal davası açma hakkına sahiptirler. Buna göre Levent Mazılıgüney’in Baro Levhasına yazılma isteminin reddine, ilgilinin 60 gün içerisinde iptal davası açabileceğinin kendisine bildirilmesine, oy birliği ile karar verildi.


"TBB, hukuken yanlış olduğunu belirttiği bir konuda meslektaşı ile hasım olarak neyi savunacaktı?"

Red gerekçelerinin hukuki tartışması, istinaf aşamasının kesinliği bir kenara, Ankara Barosunun oy birliği ile kabul ederken TBB’nin oy birliğiyle reddettiği, takipsizlik almış olmamın değerlendirilmediği başvurularda, idari dava açsam ne olacaktı ve Ankara Barosu ne yapacak, TBB ne yapacaktı? TBB, hukuken yanlış olduğunu belirttiği bir konuda meslektaşı ile hasım olarak neyi savunacaktı? TBB ve Baroların da destek olduğu Türk Tabipler Birliğinin mücadelesini hatırlayınca, TBB’nin neden mücadeleden özellikle konuyu kamuoyuna taşımaktan vazgeçtiğini de anlamıyorum? Meslektaşlarının haklarını koruma konusunda sınav veren bir meslek örgütü ve üyelerinin vatandaşın haklarını koruma noktasında da sınav verdiği aşikâr. TBB kararının 24 Haziran seçimlerinden sonra alınmış olması ve Devlet Denetleme Kuruluna tanınan yetkilerden çekinildiğine dair söylentileri de not edelim.

TBB kararında en acı bölüm “başvurucunun zararının olmayacağı” hakkında. Avukatlık ruhsatı alıp birkaç aylığına da olsa karın doyurmak ile açlığa mahkûm edilmek arasında fark ya da bir zarar vardır.

TBB daha önce Adalet Bakanlığının açtığı davalarda verdiği savunmalarda konuyu şu şekilde savunmuş:

Avukatlık Kanunu 1. Maddesi “Avukatlık kamu hizmeti ve serbest bir meslektir” tanımını vurgulamış ve Danıştay 8. Dairesi 12.11.2014 tarihli E.2012/5257 ve K.2014/8567 sayılı kararında yer alan “… Yukarıda yer verilen kurallarda belirlendiği şekli ile avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti, mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan avukatlık mesleği Anayasa’da yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir. Aksine bir yaklaşımla sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi kılınması mesleğin niteliği ve gerekleri ile örtüşmeyecektir” şeklindeki gerekçe bölümüne atıf yaparak net bir ayrım yapmıştır.


Anayasa Mahkemesi, 01.03.1985 tarihli, 1984/12, E, ve 1985/6 K. sayılı Kararı’nda şöyle diyor:

Avukatlık mesleği ile ilgili bir düzenleme yapılırken bu mesleğin her şeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. AVUKATLIK BİR KAMU HİZMETİ ADDEDİLMİŞ OLSA DAHİ, KAMUSAL YÖNÜ ÇOK YOĞUN OLAN DEVLET MEMURİYETİ GÖREV VE HİZMETLERİYLE AYNİ NİTELİKTE GÖRÜLÜP AYNI ÖLÇÜTLERE TABİ KILINAMAZ.


"Yasada belirtilen avukatlığa engel halin bulunmadığı görülmektedir"

Daha önce bu şekilde savunma yapmış meslek örgütüm örgütümle doğrudan karşı karşıya gelmek istemedim ve dava açmadım. Ancak başka bir aday dava açtı ve daha önce haberlere konu olan 23. İdare Mahkemesi kararı çıktı. Ankara 23. İdare Mahkemesi kamu görevi ve kamu hizmeti ayrımına dikkat çekti ve KHK’larda yer alan “kamu hizmetinde istihdam edilmezler” kuralını doğru yorumladı. Kararda geçen ifadeler şu şekildedir:

KHK’da yer alan “kamu hizmetinde istihdam edilmezler” kuralı, KHK ile ve KHK hükümlerine dayanılarak görevinden çıkarılanların idarenin genel esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin görülmesinde çalıştırılmayacakları anlamına gelmekte olup, avukatlık serbest bir meslek olduğundan serbest çalışan avukatların kamu hizmetinde “istihdam” edilmedikleri açıktır. Kesinleşmiş bir disiplin kararı sonucu hâkim memur veya avukat olma niteliğini kaybetmiş olmak avukatlığa kabule engel olmakla birlikte gerek ilgili KHK eki listelerde yer verilmek gerekse KHK hükümlerine dayanılarak idari kararla görevinden çıkarılanlar için disiplin hukuku uyarınca alınmış bir karar söz konusu olmayıp ilgililer için olağanüstü önlemler çerçevesinde tesis edilmiş göreve son verme işleminden bahsedilebileceği, yasada belirtilen avukatlığa engel halin bulunmadığı görülmektedir.


TBB daha sonra kararından vazgeçti. Benim de yenilediğim başvurum önce Ankara Barosu sonrasında ise Türkiye Barolar Birliği’nde kabul edilerek Adalet Bakanlığı’na gönderildi. Adalet Bakanı ve hali hazırda Anayasa Mahkemesi üyesi olan dönemin Bakan Yardımcısı takipsizlik veya beraat alanlara ruhsat vermede problem olmadığını belirtmiş olmalarına ve idare mahkemesi kararına rağmen Bakanlık başvurumu uygun bulmayarak TBB’ye geri gönderdi. Süreci takip edeceğiz.

"TBB kendileriyle çelişmeyecek ve meslektaşlarının haklarını koruyacaktır"

- Peki, bundan süreç nasıl ilerleyecek, neler yaşanabileceği ve etkilerinin nasıl olacağına dair görüşünüz nedir?

Türkiye Barolar Birliği kararında direnebilir ve bana avukatlık ruhsatını verebilir veya Bakanlık görüşüne uyabilir. Ben kararında direneceğini düşünüyorum. Kendileriyle çelişmeyecek ve meslektaşlarının haklarını koruyacaktır. TBB Yönetim Kurulu uygulamadaki çelişkileri de benden çok daha iyi bilmektedir. Özellikle TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun bu konuda net açıklamaları vardır. Özellikle ilk dönemdeki KHK ihraçlarının sağlıksız ve dedikoduyla yapıldığını bildiklerini, FETÖ'nün ByLock'ta Morbeyin tuzağı kurduğunun ortaya çıktığını, ayrıca hiç bilinmeyen ihbarcıların ihbarlarıyla işlem yapıldığını da vurgulayan Feyzioğlu şunları söylemişti:

Beraat kararları gelmeye başladı. O kadar net ki, hiçbir delil yok ki, beraat kararı verilmiş. Biz bu defa, 'Her ne kadar KHK ile ihraçlarda kesin yargı kararı var, alamıyorsak da bir ceza mahkemesinin beraat kararı, devletin üstünkörü veya şeffaf olmayan KHK ile ihraçlarından üstündür. Suçsuzluk karinesini güçlendirmiştir' diyerek, beraat edenleri levhaya yazmaya başladık. Beraat edenler içinde Morbeyin mağdurları da vardı. Bir başka sıkıntı; Kişi hakkında soruşturma yapılmış, ama dava açılmamış. Bunun anlamı, 'Hakkında delil bile yok' demektir. Ancak Adalet Bakanlığı, hem beraat etmiş, hem de hakkında dava açılmaya gerek duyulmamış olanların da ruhsatlarının iptali için dava açıyor. Gerekçe ise yine KHK'nın varlığı.

Bir de hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurtulanlar var. Bunlar, iddia olunan suçu avukatlık mesleğinden önce işlediği için ihraç edilmemiş, 8 seneyle yargılanmaya başlamış, itirafçı olmuş, 2 yılın altında ceza almış ve hükmün açıklanması geri bırakılmış. Karar böyle olduğu için müracaat ettiğinde, 'Baroya almıyoruz' deme gerekçemiz yok. Çünkü Anayasa Mahkemesi,  avukatlığa kabulde engel haller arasında sayılan Avukatlık Kanununun, 'Avukatlık mesleğine yaraşmayacak tutum ve davranışları çevresince bilinmiş olmak' şeklindeki düzenlemeyi 2013'te iptal etti. Dosyayı görüyoruz, zırıl zırıl FETÖ'cü ama, devlet memuru değil, KHK ile ihraç edilmemiş, söz konusu suçu avukatlıktan önce işlediği ve itirafçı olduğu için ceza almamış. Yapacağımız bir şey yok, başvurusunu kabul ediyoruz.


"Devletin ilgili birimleri 'Milletin vekili olabilirsin ancak kişinin vekili olamazsın' çelişkisine düşmüyor mu?"

Feyzioğlu’nun bahsettiği şekilde etkin pişmanlıktan faydalanmış çok sayıda eski hakim ve savcı da avukatlık yapabiliyorlar. Bu büyük bir çelişkidir.

TBB bana ruhsat verse de sonrasında Adalet Bakanlığı işlemin iptali için idari dava açabilir. Ama Bakanlığın dava açmasının da benden çok yargımıza kötülük olacağı unutulmamalıdır.

Serbest Avukatlık mesleğinde Devletin istihdamı söz konusu değildir, bilakis avukat Devlete elde ettiği gelir üzerinden vergi ödemektedir. 24 Haziran Milletvekili seçimleri için aday gösterilen KHK ile kamu görevinden çıkarılmış kişilerle ilgili itirazı YSK reddetmişti ve hali hazırda KHK ile ihraç edilmiş 10 milletvekili mevcut. Demek ki KHK ile kamu görevinden çıkarılmış olmak kamu hizmeti ve kamu görevi olduğunda şüphe olmayan Milletin vekili olmaya ve kamudan milletvekili maaşı almaya, özlük haklarından yararlanmaya engel görülmüyor. Devletin ilgili/yetkili birimleri kamu görevinden çıkarılanlarla ilgili  “Milletin vekili olabilirsin ancak kişinin vekili olamazsın” çelişkisine düşmüyor mu? Avukatlık ruhsatı vermediklerinizden biri Milletvekilliğine aday olabilir ve seçilirse kamudan maaş alarak kamu görevini yapabilir.

"Beraat ve takipsizlik kararı alanlar dahi haklarına erişemezse yargı reformunun samimiyeti sorgulanır"

Benzer şekilde Doçent ve Profesör unvanlı Öğretim Üyelerinden avukatlık ruhsatına sahip olup, kamu görevinden çıkarılanlar da avukatlık mesleğine devam edebiliyorlar. Kesin hüküm olmadan ruhsat iptaline gerek duyulmuyor. Doktorların özel sektörde çalışmasına olanak tanıyan düzenleme de hafızalarda tazedir. Doktorlar için beraat ya da takipsizlik şartı aranmaksızın özel sektörde çalışmanın yolu açılmıştır ki olması gereken de budur.

Feyzioğlu’nun da ifadesiyle yoruma dayalı ve yasakları genişletip, özgürlükleri daraltan KHK ile ihraç edilenlerin serbest avukatlık yapmalarının engellenmesi uygulaması nedeniyle ilerleyen dönemlerde AİHM’de yüzde yüz zararlı çıkacak olan Devletimizdir. Aynı şekilde yargıya güvenin düşüklüğü konuşulurken mücevher değerindeki beraat ve takipsizlik kararı alanlar dahi haklarına erişemezse hem yargıya güven daha da düşer hem de yargı reformunun samimiyeti sorgulanır. Artık normalleşme zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Adalet Bakanlığı’nın da yargı mensuplarının da hukuka uygun kararlar vermesi hepimizin menfaati gereğidir. ByLock konusunda öncesinde uyardığım ve Morbeyin sürecinin de haklı çıkardığı gibi, avukatlık ruhsatı konusunda da hukuken doğru olanı vurguluyorum. Hukuken hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmayan her hukukçu avukatlık yapabilmelidir. KHK bir engel olamaz.  Kaldı ki takipsizlik ya da beraat almış ya da adli işlemi olmayanların tüm haklarının iade edilmesi de hukukun gereğidir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU