Kıbrıs'ta iki devletli çözüm: AB ile aldatmaya son

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda (20 Eylül) bütün devletleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) tanımaya çağırması Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yeni bir aşamaya gelindiğini gösterdi ve bu konudaki bütün tereddütleri ortadan kaldırdı.

İtiraf etmeliyim ki, Türk-Yunan sorunlarını onlarca yıldır takip eden birisi olarak mevcut hükümetin Kıbrıs konusunda bu noktaya gelebileceğini iktidarın ilk yıllarında hayal bile edemezdim.

Onlarca yıldır 'çözülememiş' sorundan Türkiye'yi ve özellikle Denktaş'ı sorumlu tutan hükümet Avrupa Birliği ile aldatma çabalarının Türk dış politikasını esir aldığı günlere uygun bir şekilde işe koyulmuştu.

Kıbrıs Türk halkının kısa sürede sıradan azınlık konumuna düşeceği/düşürüleceği ve Türkiye'nin bütün hak/menfaatlerini kaybedeceği açık olan Annan Planı'na (2002-2004) tam destek vermişti.

Türkiye'de ve KKTC'de yürütülen medya operasyonları ile Kıbrıs Türk halkına para içinde yüzdürüleceği anlatılırken Yunan/Rum tarafı AB konusunun Türkiye ve KKTC üzerindeki etkisini belki de kendi açılarından haklı olarak abartılı bir değerlendirmeye tabi tutmuşlardı.

Buna göre, Türkiye AB baskısıyla Kıbrıs'tan birliklerini toptan çekmeye razı olacak veya zorlanacaktı.

Bunu Sovyetler Birliği'nin başta Doğu Almanya olmak üzere eski Doğu Avrupa ülkelerinden kuvvetlerini çekmesine benzetiyorlar ve ardından KKTC diye bir devletin ayakta kalamayacağını hesaplıyorlardı.

KKTC yıkılınca Türklerin en az üçte biri Türkiye'ye kaçacak, üçte biri İngiltere'ye yerleşecek ve geri kalan üçte biri de illegal bir şekilde 'Kıbrıs Cumhuriyeti' adını ve yetkilerini kullanan devletin egemenliğinde ozmosis işlemine tabi tutulacaktı. 

Yani bir havuz dolusu soğuk suya bir bardak sıcak su dökülmüş gibi bir etkiyle kısa sürede tamamen asimile olmuş veya sindirilmiş olacaklardı.

Bu zafer sarhoşluğuyla planı reddettiler. Rahmetli Denktaş'ın 'Allah Rumların ve Yunanların fanatizmini eksik etmesin; çünkü onlar sayesinde büyük hatalar yap(a)mıyoruz' dediğini yıllarca kendisinden duyardım.

Ne demek istediğini Annan Planı'nı Rumların reddetmesinin ardından daha iyi anladım.


İki devletli çözüm ve KKTC'nin tanıtılması

Ne Ankara'daki hükümetin 'inadına müzakere' ve 'inadına çözüm' gibi anlamsız açıklamaları/girişimleri ne de KKTC'de federasyon fikrine fetiş gibi sarılanların iktidarında yürütülen çabalar Rum tarafının tavrını değiştirdi.

Amaçları federasyondan ziyade güneydeki milli-üniterRum devletinin egemenliğini kuzeye de genişletmek olduğu için 'sonuç alınamadı'.

İyi ki de öyle oldu; çünkü Türkiye'nin tam üye olarak içinde yer almadığı bir Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde kurulacak her federasyon Türkiye'nin bütün hak ve menfaatlerinin sonunu getirecek ve Kıbrıs Türk halkını sıradan bir azınlık haline dönüştürecektir.

Kaldı ki, Rum/Yunan fanatizmi buna dahi yanaşmayacağını; aslında kuzeydeki toprakları fethetmek, haç dikmek ve Türkleri denize dökmek istediğini her vesileyle gösteregeldi. 

Batı'nın iki yüzlülüğü, çifte standardı, çözüm adına her şeyi Türkiye'den beklemesi, Yunan/Rum tarafına baskı yapmaması veya AB üyesi oldukları için yapamayacakları yalanını sürekli dile getirmesi Ankara hükümetini birçok başka konuda olduğu gibi bu konuda da ciddi bir politika değişikliğine itti. 


Federasyon neden olmaz?

Kıbrıs sorununa federasyon yoluyla çözüm bulunamaz; çünkü, Rum tarafının yetki paylaşımı esaslı ve egemen iki halk/iki kurucu devletin bir araya gelerek merkezde kısıtlı yetkilere sahip bir merkezi hükümet fikrini kabul etmesinin mümkün olmayacağı yıllar içinde defalarca test edildi.

Amacı güneydeki milli-üniter devletin egemenliğini kuzeye genişletmek olan Rum tarafının AB içinde bir çözüm istemesi de zaten bundan dolayıydı; çünkü iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon kurulsa bile AB normları üzerinden ve mahkeme kararlarıyla bütün bunlar önce sulandırılır, sonra da yok edilir ve Türk toplumu sıradan bir azınlık haline gelirdi.

Aynı sebeplerle Türkiye'nin elde ettiği garantörlük sistemini ısrarla reddetmekteydiler.

Kısacası Rum/Yunan tarafıyla bir federasyon kurulamadı; çünkü kurulamazdı ve kurulamaz.


Öte yandan 1950'lerden itibaren çok milletli sorunlara çözüm olarak sunulan federasyonlar son yıllarda birbiri ardına dağıldılar.

Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Çekoslovakya gibi sosyalist federasyonlar dağıldı.

İspanya gibi Batılı sistemin üyesi bir federasyon da pamuk ipliğine bağlı durumda.

Belçika'nın geleceği ve yekvücut kalamayabileceği ciddi bir ihtimal. Kendine özgü tarihi bir gelenekten gelen Birleşik Krallık da sarsıntılara dayanamayarak dağılabilir. 


Çok kutuplu dünyada yeni politikamızın esasları neler olmalı?

Yunanistan ve Rumların mücadele azmini kırmaya yönelik, savaşa gerek olmadan ama savaş ihtimalini hiç dışlamadan sonuç almaya odaklı yeni bir politikaya ihtiyacımız var.

AB sürecinin tamamen dışında oluşturulacak böyle bir politika iki temel esas üzerine inşa edilmelidir.

Birincisi KKTC'nin uluslararası tanınma elde etmesini sağlamak, diğeri ise iki devletli çözüme uygun olmayan bütün toplumlararası görüşmeleri/faaliyetleri sona erdirerek bu yöndeki yeni girişimlere/çağrılara kapalı olduğumuzu göstermek amaçlı olmalıdır. 


Çok kutuplu dünya düzeni KKTC'nin uluslararası tanınma elde etmesine pek çok açıdan yardımcı olacak şartları oluşturmuştur.

KKTC'nin tanınmasını engelleyen ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği'nin tek kutuplu hegemonyasına karşı çıkan devletler bu kadar stratejik bir coğrafyada yer alan Kıbrıs adasının federal bir çözümle, tek devlet çatısı altında AB toprağına dönüşmesinin kendi lehlerine olmadığını/olmayacağını anlamış görünüyorlar.

Üstelik tek devletli bir çözümün ancak ve ancak Türkiye'nin Batı ile uzlaşmasıyla mümkün olabileceğini bilen bu ülkeler sonuçta adanın NATO üyesiolabileceğini de gayet iyi görmektedirler.


Özellikle Doğu Akdeniz'de ciddi çıkarları bulunan ve Yunanistan/Rumlarla siyasi ilişkileri tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bozulan Rusya öncü olmaya aday görünüyor.

ABD'nin Rumlara uyguladığı silah ambargosunu kaldırması Rusya ile yürüttükleri bütün askeri/politik ilişkileri kesmeleri şartına bağlı olduğu için Moskova'nın bu konuda adımlar atmaya başlaması muhtemeldir ve Ankara bu süreci hızlandırmaktan çekinmemelidir.

Yunanistan'ın bütün topraklarını Rusya'ya karşı ABD'nin kullanımına açması, Rumlar ve Yunanistan'ın Rus sivil uçaklarına hava sahalarını kapatması vs diğer etkenler arasındadır.

İki devletli çözüm ise Türkiye-Yunanistan arasındaki NATO çatlağını genişleterek devam ettireceği için hem Rusya hem de Çin gibi ülkelerin çıkarınadır.


Öte yandan Batı dünyası içinde de stratejik adımlar atılabilir. Örneğin Milli Muharip Uçağımız yapılıncaya kadar ara uçak almak zorundaysak bunun için ABD'nin kapısında beklemeyi bırakıp -çünkü oradan vakitlice sonuç almak neredeyse imkânsız- Batı dünyasında İngiltere'ye başvurmak yerine Fransa ile Rafale görüşmeleri yapmak daha mantıklı olabilir.  

Erdoğan'ın Avrupa Siyasi Topluluğu toplantısında Macron'u Ankara'ya davet etmiş olması gayet mantıklı; çünkü İngiltere'ye Kıbrıs'la ilgili bizi tatmin edecek adımlar attırmak Güney Kıbrıs'taki İngiliz üslerinden dolayı hemen hemen imkânsız gibidir.

Oysa Fransa ile yapılacak bir uçak alımı sözleşmesi hem Londra ile Paris arasındaki rekabeti körükleyebilir hem de Fransa'yı körü körüne Yunanistan'a destek vermekten alıkoyabilir.

Uçakların Rusya ve/veya Çin'den temin edilmesi söz konusu olursa bu hususlar ayrıca dikkate alınmalıdır.


Öte yandan Azerbaycan, Ermenistan ile bir barış antlaşması imzaladıktan sonra çok kuvvetle muhtemelen KKTC'yi tanıyacaktır.

Şimdiye kadar tanı(ya)maması topraklarının işgal altında olması, İkinci Karabağ savaşından sonra da Erivan'ın henüz bir barış anlaşması imzalamamış bulunmasından kaynaklanmıştır; ama sonuçta bu sürecin hızlanmakta olduğu söylenebilir.

Aliyev'in ilk defa KKTC Cumhurbaşkanı Tatar ile el sıkışması ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı tarafından bu görüşmenin Şimali Kipr Türk Respublikası Prezidenti Cenab Ersin Tatar olarak duyurulmasının altını çizmek gerekir.

Avrupa Siyasi Topluluğu toplantısında Erdoğan, Aliyev ve Paşinyan görüşmesinden barış/anlaşma haberleri gelmesi ise sevindiricidir.


Türk dünyası ile Türkiye'nin destek verdiği/yardımda bulunduğu başta Afrika ülkeleri ve kardeş Pakistan gibi devletlerin peş peşe tanımaya başlaması hiç de sürpriz olmayacaktır.

Kıbrıs Rum basınında çok kutuplu dünyada KKTC'nin birçok devlet tarafından tanınmasının giderek güçlü bir ihtimale dönüşmekte olduğuna dair endişelerin dile getirilmesi boşuna değildir. 

Ankara bu konuda çabalarını sadece Batı dışındaki devletler üzerinde değil aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerin önemini giderek daha anlayan İtalya, İspanya, Almanya gibi Avrupa devletleri nezdinde de yoğunlaştırmalıdır.

Macaristan gibi dost ve kardeş devletlerden NATO'ya girmek isteyecek pek çok Balkan ülkesine kadar hepsi üzerinde ayrı ayrı hareket planlarına ihtiyaç olabilir.

Her devletin doğrudan KKTC'yi tanıması gerekmeyebilir. Bazıları uçuşlara izin vererek ve KKTC'de konsolosluk gibi faaliyet gösterecek ticaret ofisleri açarak bu sürece dahil olabilirler.


Öte yandan şu veya bu şekilde siyasi içerikli bütün iki toplumlu faaliyetlere sırasıyla son verilmeli ve bu faaliyetlerin ancak ve ancak iki ayrı devletin kurumları veya toplumları arasında yapılabileceği kayda alınmalıdır. 

Kıbrıs'ta 1964 yılından bu yana görev yapan ve BM Güvenlik Konseyi tarafından her altı ayda bir süresi uzatılan Barış Gücü ile ilişkilerin yeniden düzenlendiğinin KKTC dışişleri bakanlığı tarafından açıklanmış olması çok yerindedir.

Buna göre, ya Güvenlik Konseyi karar alırken hem güneydeki yönetim hem de KKTC'ye atıfta bulunacak ya da bu sözde barış gücü ile KKTC arasındaki bütün irtibat sonlandırılacaktır.

Hatta bu konuda aralık ayında karar alınmadan evvel Rusya'nın konuyu Güvenlik Konseyi'ne bu şekilde sunması için ricada bulunulması ve hatta aksi takdirde Moskova'nın veto kartını kullanmasının istenmesi bile düşünülebilir. 


Bir diğer husus ise KKTC'deki Mal-Tazmin Komisyonu'nun devam ettirilip ettirilmemesidir.

Loizidou davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin evrensel hukuku katlederek siyasi gerekçelerle verdiği tazminat kararına (1998) ısrarla direnen Türkiye maalesef 2003 yılında o zamanki dışişleri bakanı Abdullah Gül'ün tazminatı ödemeye karar vermesiyle yanlış bir sürece girdi. 

Çok sayıda Rumun tatlı para peşinde Mahkeme önüne yığılması üzerine, KKTC'de Mal-Tazmin Komisyonu kurularak Rumlara kuzeyde bıraktıkları malların kullanım kayıplarının tazminat olarak ve/veya isterlerse bedellerinin ödenmesi gibi bir başka yanlış yola daha girildi.

Şimdi Kapalı Maraş'ın açılmasıyla bu konu tamamen içinden çıkılmaz hale gelebilir.

KKTC'nin tanıtılmasının mümkün olduğu çok kutuplu bir dünyada bu anlamsız yolda devam edilip edilmemesinin bir kere daha ve devlet aklıyla müzakere edilmesinde fayda olacaktır. 


Şartlar lehimizde. Yunanistan ve Rumların sorunları askeri alana çekerek sonuç alabildiğini bugüne kadar görmedik.

Türkiye'nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini onardığı ve askeri/stratejik öneminin katlamalı olarak arttığı çok kutuplu bir dünyada Yunanistan/Rumların çözümü askeri alanda aramaya bir kere daha başvurmasına kriz yönetimleri ile karşılık vererek politik sonuçlar almamız mümkün. Yanlış hesapla savaşa zorlarlarsa kendileri bilirler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU