Seçim sathında iktidarın dış politikada manevra alanı var mı?

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pinterest

Rusya-Ukrayna savaşındaki Rus fiyaskosu, Moskova'nın Suriye'deki konumunu değiştirdi.

Rusya'nın egemenlik haklarının NATO tarafından ihlal edildiğini ve NATO tarafından çevrelendiğini düşündüğü için Ukrayna cephesine öncelik vermesi dolayısıyla Suriye'deki yeni konumu, Türkiye'nin bölgedeki mevcut durumunu derinden etkileme potansiyeline sahip.

Türkiye bir yandan hava sahasını Ortadoğu'ya uçan Rus uçaklarına kapatma kararı alırken, diğer yandan 28 Şubat'ta Rus deniz kuvvetlerinin Karadeniz geçişini engelledi. 


Bu yeni kararlardan sonra Rusya, Suriye'deki birliklerinin ihtiyaçlarını karşılamak için İran veya Irak hava sahasından uçmak zorunda kaldı.

Ancak NATO güçleri, hava sahasını Rus hava kuvvetlerine kapatması için Irak'ı baskı altına alarak Rusya'yı Suriye'de tamamen izole etmeye çalışıyor.

NATO güçlerinin bu eylemleri Rusya'nın Suriye Arap Ordusu'na desteğini zorlaştırabilir. Bu nedenle Rusya, Suriye İç Savaşı'ndaki etkisini kaybedebilir.


Nitekim bazı haber siteleri, henüz resmi olarak teyit edilmemiş olsa da, Rus askeri yetkililerine dayandırdıkları haberlerine dayanarak, İran ve desteklediği güçlerin Rusya'nın geri çekildiği ve bazı bölgeleri tahliye ettiği askeri noktalarda konuşlandığı iddialarını gündeme getirdi.

Suriye'deki askeri güçlerinin Bu kapsamda Rusya'nın İdlib'de Türk ordusuyla da temas noktası olan 30 askeri noktayı İran'a bıraktığı iddia ediliyor.

Rusya'nın Türkiye ve İsrail ile temas noktası olan askeri üsleri İran'a devretmesinin bölgede yeni gerilimleri ve çatışmaları tetikleyebileceği ve ayrıca bu durumun Türk hükümetinin mevcut askeri ve siyasi konumunu önemli ölçüde etkileyeceği söylenebilir.


Ancak Suriye'deki kritik askeri noktaların Rusya tarafından İran'a bırakılması da sanılanın aksine Rusya'nın elini güçlendirecek bir hamle olabilir.

Nitekim ABD, Viyana görüşmelerinde İran ile doğalgaz anlaşması yapmayı ve bunu Avrupa'nın enerjide Rusya'ya olan bağımlılığını azaltmak için bir fırsata dönüştürmeyi hedefliyordu.

Ancak İran'ın Rusya sayesinde Suriye'deki askeri varlığının güçlendirilmesi, ABD'nin bölgesel politikaları ve İsrail'in güvenliği açısından yeni sorunlara yol açacağından, İran'la ilgili bu düşüncenin Batı'nın beklentileri lehine sonuçlanmasını daha da zorlaştıracaktır.

Diğer bir deyişle, ABD'nin İran'ı Rusya'ya karşı kullanma hamlesi ters tepecektir. İdlib başta olmak üzere bazı önemli temas noktalarının İran'a bırakılması, Putin yönetiminin Türk hükümetine karşı elini güçlendirecek ve üzerinde daha fazla baskı kurmasını sağlayacaktır.


Bu noktada iktidar, attığı adımlarda hem Rusya'yı hem de Batı'yı rahatsız etmeyecek bir meşruiyet zemini arayışı içine giriyor.

Bunun en somut örneklerinden birini İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyesi yapılmasına karşı iktidarın bu ülkelerin PKK'ya destek oldukları gerekçesiyle karşı çıkmasında gördük.

Aslında iktidar bu yolla bir yandan Rusya'yla uzun bir sınır hattına sahip olan İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliğine itiraz ederek Rusya'yla ilişkileri iyi tutmayı denerken, diğer yandan da sıcak para, füze savunma sistemi ve F-35 projesiyle ilgili ABD'den olumlu bir yanıt arayarak Batı'ya da şu mesajı iletiyor: Rusya'yla aram bozulacaksa bunun bir maddi karşılığı olmalı. 


Diğer yandan Rusya'nın Suriye'de Türkiye ve İsrail'in bağlantı noktalarında olan bölgeleri İran'a bırakması, bu iki ülkenin de tehdit algılarının yükselmesine sebep oldu.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun İsrail'e yaptığı ziyaret boşuna değildi. İktidar, bu yolla "İsrail'in güvenliği Türkiye'nin, Türkiye'nin güvenliği İsrail'in güvenliğidir" mesajını Batılı müttefiklerine iletmiş oldu.

Ancak İran'ın Suriye'de artan etkinliği, seçim öncesinde iktidarın seçmeni "lider etrafında kenetleme" arzusu dolayısıyla girişeceği çatışma arayışına hizmet edebilir. 


Bu çatışma arayışının bir diğer uzantısı da son günlerde Yunanistan'la yaşanan gerilim.

İki ülke tarafından da tetiklenen bu gerilimde iki ülke iktidarının bazı ortak özellikleri var: İki ülkede de seçimler normal şartlarda 2023 yazında yapılacakken iki ülkenin de muhalifleri erken seçim için bastırıyor.

Burada can alıcı nokta ise şu: İki ülkede de iktidar partilerinin oyu düşüş trendinde. Dolayısıyla "lider etrafında kenetlenme" etkisine iki ülkenin lideri de ziyadesiyle muhtaç.

Ayrıca iki ülke toplumunun birbirine karşı fazlasıyla şüpheci olması ve Yunanistan'la gerilimin Sevr Sendromu dolayısıyla Türkiye sağının en temel güç tahkimi mekanizmalarından biri olması da bu krizi iktidarlar lehine cazip hâle getiriyor.

Ayrıca iktidar, Rusya ve Batı arasında gerilimin zirveye tırmandığı bir anda bir NATO müttefiki olan Yunanistan'la yaşadığı gerilimi ortadan kaldırıp NATO içinde yarılma yaratmamanın koşulu olarak Batılı güçlerden ekonomisini nispeten rahatlatacak yüklü bir sıcak para isteğini dayatmak istiyor olabilir. 


Tüm bu hikayenin özeti şu: İktidar, dış politikayı ulusal arî çıkarlardansa majesteleri rejiminin ani çıkarlarına göre şekillendiriyor.

Yani iktidarın dış politikadaki önceliği Türkiye'nin orta ya da uzun vadedeki çıkarları değil, iktidarın korunması üzerine şekilleniyor.

Dolayısıyla iktidarın üç temel beklentisi var: 

  1. Kahramanlık hikayesi: Batı'ya ya alındığı günden beri danteli üzerinde depoda küflenen S-400'leri aktif hâle getirmeyi kabul ettirmek ya da Batı'dan alternatif bir savunma sistemi edinerek Batı'nın iktidar karşısında "diz çöktüğü" propagandasını yapmak,
     
  2. Çatışma: Yukarıda da belirtildiği gibi bu vasıtayla lider etrafında kenetlenme yaratmak ve iktidardan kopan kararsız seçmeni geri çağırmak, 
     
  3. Ekonomiyi nispeten rahatlatacak sıcak para temin etmek. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU