Her derbi öncesi hafızalarda tazelenen konu: Yarı yarıya tribünler...

Mesut Özil'in sözleri yarı yarıya oynanan derbi maçları hatırlattı. Spor yazarları Kemal Belgin ile Ahmet Çakır, yarı yarıya tribünler önünde oynanan eski derbileri ve yaşanan değişimi Independent Türkçe'ye anlattı

Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarları en son 2016'daki Türkiye Kupası finalinde tribünleri yarı yarıya doldurdu /Fotoğraf: Twitter

Süper Lig'in 13. haftası, Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi konuk edeceği karşılaşmaya sahne olacak.

Dünyanın sayılı derbileri arasındaki mücadele taraftarlara futbol bayramı yaşatacak.

17 Ocak 1909'da bugünkü Ülker Stadı'nın bulunduğu ve "Papazın Çayırı" olarak adlandırılan yerde Galatasaray'ın 2-0'lık üstünlüğü ile başlayan rekabette 112 yıl geride kaldı.

"Ezeli rekabet, ebedi dostluk" mottosuyla devam eden mücadele, geçmişte birçok iyi ve kötü anıyı barındırsa da Fenerbahçe'nin yıldız oyuncusu Mesut Özil'in kulüp televizyonuna yaptığı açıklamalar belki de futbolseverlerin en çok merak ettiği ve özlem duyduğu anıları yeniden canlandırdı.

Almanya'da yetişen Özil, çocukken izlediği derbi maçları hatırlatarak o günlerde yaşadıklarını şöyle aktardı:

...Ya evde aileyle, ya da Almanya'da kahvehanelerde giderdik. Orada karışık bir atmosferde izlerdik. Yarısı Fenerbahçeli, yarısı Galatasaraylı olurdu. Biz tabi Fenerbahçe'yi desteklerdik. Kazandığımızda da çok sevinirdik, mutlu olurduk.

Özil'in sözleri aslında Türkiye'de belirli bir yaşın üzerindeki futbolseverlerin bire bir yaşadığı, bir kısmının ise hatıralardan dinlediği anılar olarak kaldı hafızalarda. 

Futbolun henüz küreselleşmediği, sadece saha içerisinde kaldığı, dışarıda ise dostluğun devam ettiği günler oysaki çok da geride kalmadı.

Rekabetin ilk zamanlarında Mithat Paşa Stadı'nda oynanan maçları taraftarlar bir arada izlerken, zamanla bu durum yarı yarıya olacak şeklinde gelişecekti.

Takip eden yıllarda futbolun endüstrileşmesi ve ev sahibi-deplasman kavramlarının da iyice bu alanda kendini empoze etmesiyle durum oldukça farklı boyutlara gitti.

Tribünlerin belirli bir kısmı rakip taraftarlara ayrılırken bir dönem derbi maçları konuk takım taraftarlarına kapatılacak noktaya geldi.

Oysa önceleri insanlar uzun bilet kuyruklarına girer, saatlerce kapıda bekler, tribünde güzel bir yere oturabilmek için gece yarısı stadyumun önüne gelir ve maç saatinin yaklaşmasını beklerdi.

"Üç Büyükler"in kendi aralarındaki maçlar öncesi sık sık gündeme gelen, tribünlerin yarı yarıya taraftarla dolduğu derbiler Türk futbolunda mazide kalsa da acı tatlı hatıraları hafızalardaki yerini koruyor.

Spor yazarları Kemal Belgin ile Ahmet Çakır, geçmiş yıllardaki derbileri, yarı yarıya tribünleri ve yaşanan dönüşümü Independent Türkçe için anlattı.

 

Kemal Belgin-Twitter.jpg
Kemal Belgin / Fotoğraf: Twitter

 

"Ben Fenerbahçeliydim, Galatasaraylı arkadaşlarımla maça giderdik" 

Söz konusu dönemle ilgili genel olarak bir değerlendirme yapmanın doğru olacağını ifade eden Kemal Belgin, şöyle konuştu:

Bir kere Türk halkı bu değildi, onun altını çizelim. Biz bu işin içinde doğup büyüdük. Çocukluğumuz ve gençliğimizde maçlar İnönü Stadı'nda oynanırdı. Sonra Ali Sami Yen'e geçti. Ben Fenerbahçeliydim, Galatasaraylı arkadaşlarımla Kadıköy'den Üsküdar dolmuşuna binerdik 8 kişi, oradan arabalı vapurla Kabataş'a çıkar oradan yürüyerek maça giderdik. İçeri girdiğimizde Fenerbahçeliler ortada, Galatasaraylılar sol tarafta... Maça giderken birbirimizle gırgır geçer, maç esnasında takımlarımıza tezahürat veya rakip takım kötü faul yaptığında 'yuh' diyerek tepki gösterirdik. Maçtan yine birlikte çıkar, dönüşlerde Dolmabahçe rıhtımına yanaşan kayıklar, botlarla dönüş yapardık. Dönerken de birbirimizi kızdırırdık. Mahallede de bu durum gece yarılarına kadar devam ederdi. Durum böyleydi. 

"Haberlere müdahale etmeye başladılar, bu İstanbul'daki ezeli rekabetleri de etkilemeye başladı"

Söz konusu dönemde televizyon olmadığını, basının da bu denli etkin olmadığını aktaran Belgin, "Mevcut basın da aynı milletin kafasında yayın yapardı" dedi.

Takip eden süreçte medyada ciddi bir dönüşüm yaşandığına, bu durumun tersine hareket edildiğine ve bu konunun çok ciddi olduğuna değinen Belgin, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bunlar çok önemlidir bunları başka kimse söylemez. Sonra hakiki gazete patronları mesela Ercüment Karacan, Ali Karacan'ın oğlu. Erol Simavi, Haldun Simavi, Sedat Simavi'nin oğulları, efsane gazete Tercüman'ın sahibi Kemal Ilıcak başta olmak üzere hakiki gazete patronları. Özal döneminde gazete sübvansiyonu kaldırıldığında bütün gazeteler sallandı ve eski patronlar gazetelerini satmak zorunda kaldı. Kimlere sattılar? Tüccarlara! Tüccar 'Ben bu gazeteyi para kazanmak için aldım' diyor. '100 lira verdiysem bunu iki senede çıkarmam her sene de 100 lira kar etmem lazım. Ona göre' diyorlardı. Köşe yazılarına, haberlere müdahale etmeye başladılar. Eskiden böyle bir şey yoktu. Bu aynı zamanda Türk futbolunda özellikle İstanbul'daki ezeli rekabetleri de etkilemeye başladı. 

"Yapılan haberler anarşi çıkarmak, kavga etmek için zemin hazırlıyordu"

Söz konusu dönemde medyanın dilinin spor kamuoyunu olumsuz etkilediğine vurgu yapan Belgin, şunları kaydetti:

Yapılan haberler, yazılan yazılar anarşi çıkarmak, kavga etmek için zemin hazırlıyordu. Sonradan bu kötüleşmenin hızlandığı süreçte Galatasaray'da Adnan Polat futbol şube sorumlusuyken konuk taraftarın kısıtlanması teklifini getirdi. Örnek kapasitenin yüzde 5'i konuk takıma kalanı ev sahibi ekip taraftarına ayrılacak dendi. Bu böyle sürerek günümüze kadar geldi. Şimdi ise hiç konuk alınmayacak tamamen ev sahibi seyircisi olacak.

"Ezeli rekabetin ruhunu, kanını, işleyişini bilmiyorlar"

Belgin, ezeli rekabette iki takım oyuncularının ortak kiraladıkları evlerde kaldıklarını, "Eksikseniz oynamayalım, maçı erteleyelim" diyen Galip Kulaksızoğlu gibi bir değer olduğunu ve Metin Oktay'ın Fenerbahçe, Can Bartu'nun ise Galatasaray formasıyla mücadele ettiği maçları hatırlattı.

Belgin, "Kulüplerdeki başkan ve yönetici profili de aynı zamanda değişmeye başlamıştı" diyerek bu duruma kamuoyunun o dönemde pek tepki göstermediğini dile getirdi:

Kulübün özelliklerini, tarihini, toplumdaki yerini bilmeyenler başkan ve yönetici olmaya başlayınca ev sahipliğinde yüzde 5 işlerine geldi. Bilmem anlatabiliyor muyum? Hele şimdi rakip seyirci olmuyor ya nasıl el ovuşturuyorlar biliyor musunuz? Çünkü bunlar ezeli rekabetin ruhunu, kanını, işleyişini bilmiyorlar. Kendi kulüplerinin tarihinden, o kulüplerde görev almışların fedakarlıklarından ve yaptıklarından da haberleri yok. 'Üç Büyükler' içinde aynı şey geçerli ayırt etmiyorum. Mesele budur. 

"Fenerbahçe ile Galatasaray'ın aynı anda aynı otelde kamp yaptığını biliyorum"

Kulüp başkanları ve yöneticilerinin kendi tarifine uygun kişiler olduğunda oyuncular ve teknik direktörlerin de aynı doğrultuda hareket ettiklerini öne sürerek, şunları kaydetti:

Mano Palas diye bir otel vardı Moda Burnu'nda orada Fenerbahçe ile Galatasaray'ın aynı anda kamp yaptığını biliyorum. Şahit oldum buna. Ama başkan ve yönetici tarif ettiğim gibi olduğunda futbolcusu ve antrenörü de öyle olmak zorunda. Başka türlü olabilir mi?

"Türk toplumu maalesef o günkü gibi değil, o yüzden eskiye dönmek mümkün görünmüyor"

Türkiye'de yeniden eski usulde yarı yarıya tribünlerin olduğu derbilerin bir daha yaşanmayacağını öne süren Belgin, "Türk toplumu maalesef ve de maalesef o günkü toplum değildir. O yüzden eskiye dönmek mümkün görünmüyor" diyerek sözlerini noktaladı. 

 

Ahmet Çakır-Twitter.jpg
Ahmet Çakır / Fotoğraf: Twitter

 

"O yıllardaki yarı yarıya olan vaziyet şimdikinden daha iyiydi"

Tribünlerin yarı yarıya olduğu dönemlerle ilgili genel bir idealize etme yaklaşımı olduğunu belirten Çakır, eskiyle günümüz arasındaki farkı da kıyasladı:

'O zaman şöyle arkadaştık, böyle dosttuk' denilir, 1930-40'lı yıllarda tribünde ceketli beyler, kenarda şapkalı hanımların olduğu fotoğraflar vardır. 'O yıllarda taraftarlar yarı yarıya otururdu' gibi konular gereğinden fazla idealize ediliyor. O yıllarda da sorunlar olurdu. Yine genel bir yaklaşımla o yıllardaki yarı yarıya olduğu vaziyetin şimdikinden daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü işin ruhuna daha uygundu açıkçası. İki tarafın da karşılıklı tezahüratlar yaptığı tribünlerdi ancak bu sadece bize özgü bir durum değildi. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak bizde de böyle bir düzenleme oldu. Bu konuyla ilgili temel yaklaşım idealize etme durumundan vazgeçmek gerekiyor. 'Yarı yarıya olduğunda hiç olay olmazdı' gibi bir durum yoktu. Tam tersi çete türü örgütlenmeler olurdu. 10-15'er kişilik gruplar halinde ve karşılıklı değil diğer taraftan bir-iki kişiyi kıstırıp dövmek ve bunu kahramanlıkmış gibi anlatmak durumları da yaşanırdı. Onları da unutmamak lazım. 

"Bizdeki ortamın uygarlıktan uzak oluşu belirleyici oldu"

Yarı yarıya tribünden belirli bir yüzdeyle kısıtlanan tribüne geçişte yaşananlara da değinen Çakır, o dönem bu karara tepki verildiğini ve Adnan Polat'ın doğrudan hedef olduğunu bildirerek yaşananları aktardı:

Adnan Polat'ın futbol şube sorumluluğu döneminde bu iş oldu ve 'o yaptı' gibi bir durum söz konusuydu. Hedef o oldu ama bu işi doğru dürüst anlayıp dinlememekten kaynaklandı. Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu olarak Türk futbolunu Adnan Polat yönetmiyordu. O karar neye göre verildiyse belirsizliklerle doluydu ancak böyle karar alındı. İncelik şurada: Bizdeki durum ve ortamın uygar olmayışı uygarlıktan uzak oluşu... Yarı yarıya da olsa deplasmana yüzde 5-10 kısıtlı da olsa uygarlıktan uzak ortam daha belirleyici oluyor. Çok şiddete dönük düşünceler, davranışlar, sıkıntı yokken dahi taraftar gruplarının illa şiddet göstererek varlıklarını ortaya koymak gibi durumlar var. Bunlarla ilgili gerekli değerlendirmeler doğru yapılmadı, yapılmıyor ve 6222 sayılı yasaya kadar iş vardı. Onlarla ilgili durum tam olarak değerlendirilemedi. 'Yarı yarıya olunca ne oluyor, kısıtlı olunca ne olacak' gibi durumlar yeterli ele alınamadı. Nihai çare de deplasman takımları gelmesin boyutuna vardı. Bu da 'Okullar olmasa maarifi ne iyi idare ederdim' düzenine geliyor. Hepsini bir arada düşünürsen uygarlıktan, bu işin gerçeklerinden uzak düşünce ve davranışlar bizi bugünkü çıkmazın içine soktu.

"Gazete satmak, televizyon seyrettirmek için içerik ve zekadan uzak anlayış taraftarı kışkırtmaya yöneldi"

Medyanın taraftarları karşıt ve aşırı hale getirmesinde Belgin ile aynı düşüncede olan Çakır, şu görüşü paylaştı:

Gazete satmak, televizyon seyrettirmek için içerik, zeka ve ne olabilecekse bunlardan uzak anlayış, taraftarı okşamaya, kışkırtmaya yöneldi. Bunlar yapıldı halen daha yapılıyor. Yapılacak dünya kadar doğru işlerle taraftarı, bu işlerdeki sıkıntıları ortadan kaldıracak yayınlar yapılabilecekken başka yönlere gidildi. Bugün de daha değişik noktalarda sürdürülüyor. Örneğin yabancı takımlarla yaptığımız maçları mutlaka kazanmamız gerektiği yönündeki açıklamalar, değerlendirmeler, oyununun ruhuna uymayan bir takım saçma sapan tartışmalar, içeriksiz bir basın sonunda kendini tüketti. Bugün bir spor medyasından söz etme şansına sahip değiliz. Çünkü gazeteler bütün olarak bir şey satmıyor. Türkiye korkunç bir dönemde. Şu anda tam bir basın çöküşü yaşanıyor. Bunun içinde spor basınının lafı bile edilmez. Bence tamamen yok oldular. Bunu dijitalin etkinliğine yoruyorlar ancak Japonya dijitalin şahı ve 5-6-12-14 milyon satan bir yığın gazete var! Üstelik Japonya'nın nüfusu Çin gibi Hindistan gibi de değil. Sadece taraftarı kışkırtmak yönünde değil bütünüyle berbat bir sınav verdi ve yok oldu.

"Basit bir mevzuda dahi tekrar kanlı bıçaklı olmaya hazırlar"

Türkiye'de bu algının yıkılamayacağını bunun için uygarlık gerektiğini söyleyen Çakır, "Küçücük, konuşmaya değmeyecek basit bir mevzuda dahi tekrar kanlı bıçaklı olmaya hazır bulunduklarını herkes biliyor. Beşiktaş Başkanı Sayın Ahmet Nur Çebi, düpedüz alay etti. Çünkü hem memleketini hem de insanları biliyor. En küçük, ıvır zıvır etmeyecek bir konudan gırtlak gırtlağa geleceklerini adımın Ahmet Çakır olduğu gibi biliyorum. Çünkü böyle yaşıyorlar. Sorunları ortadan kaldırıp eski düzene mi dönülecek yoksa yeni bir düzen mi yaratılacak yönünde herhangi bir becerileri yok. Bugüne kadar olsaydı ortaya koyarlardı. Mesela ezeli rekabetin 100. yılı 2009'daydı kimsenin kılı kıpırdamadı. Oysa uygar ülkelerde herhangi bir olayın 100. yılı kutlanırken dünya kadar etkinlik yapılır. Hele böyle kamuya mal olmuş, memleketin her tarafında sevilen, bilinen iki kulübün arasında yarattığı rekabetin sinerjisinden dünya kadar güzellik doğardı. Bütün bunlar da memlekette spor kültürünün oluşmasına katkıda bulunurdu" şeklinde görüş belirtti.

"Spor uygarlığının çok uzağındayız o yüzden geçmişteki gibi yarı yarıya olsun söylemleri masal"

"Biz ise spor uygarlığının çok uzağındayız o yüzden geçmişteki gibi yarı yarıya olsun söylemleri masal" diyen Çakır, yeniden tribünlerin yarı yarıya olamayacağını öne sürdü:

Bunlar çaresizlikten doğan hayaller. Biz maçlara doğru dürüst insan gibi girip çıkmayı sağlayalım yeter. O da yarı yarıya değil sadece bir taraf girerken dahi uygarca girip çıkmayı sağlayalım o bile büyük adım olur. Biz o tür sorunları çözebilmenin çok uzağındayız ve o sorunlarla çürüyoruz. Bu çok bilinen bir şeydir. Bütün bu konular üzerine düşünen sosyologlar, uzmanlar bilirler ama söylemezler çünkü bıkmışlar artık. Biz her alanda sorunlarını çözebilen bir toplum değiliz. O sorunlarla çürümeyi yeğliyoruz ve bunu da marifet sayıyoruz. Dünyada bizden başka akıllı yokmuş gibi düşünüyoruz, konuşuyoruz. Maalesef hiçbir çözüm söz konusu değildir, yine aynı şekilde bitmez tükenmez kavgalar, tartışmalar sıkıntılar sürüp gidecektir.

Bütün bunları bir umutsuzluk ve karamsarlık olarak söylemediğini ifade eden Çakır, sözlerini şöyle noktaladı:

Bu umutsuzluk, karamsarlık değil durumu doğru görelim, sorunları çözebilecek gücümüz kalmışsa hala ancak öyle halledebiliriz. Yoksa 'çok iyi olacak, yarı yarıya olur, bundan sonra güle oynaya, kol kola maçlara gideriz' gibi masallarla sorunlarımızı çözemeyiz. Önce durumun ne olduğunu doğru olarak görmeliyiz. Ondan sonra sorunları çözme konusunda adımlar atabiliriz.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU