Siyasal melankoli ve sanat

Barış Erbil Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Independent Türkçe/Microsoft/Bing-Copilot

Ülkemiz gibi siyasal gündemi her daim yoğun olan toplumların yaşadıkları ağır siyasal ve toplumsal sarsıntıların ardından derin bir hüzün ve yılgınlık duygusuna kapılma olasılıkları oldukça yüksektir.

Bu siyasal melankoli, bireysel bir üzüntüden ziyade kolektif bir ruh halini tanımlar.

Siyasi belirsizlikler, adalet arayışının sonuçsuz kalması, kronikleşen şiddet olayları ve ardı arkası kesilmeyen krizler insanların geleceğe dair umutlarını zedeleyecek bir zemin yaratabilir.

Ülkemiz siyasal tarihine baktığımızda görürüz ki geçmişten bugünümüze yaşanan siyasi zıtlıklar, çatışmalar, ekonomik buhranlar ve diğer toplumsal travmalar geniş kitlelerde zamanla yaygın bir melankolik duygu durumu yaratmıştır.

Bu ruh hali, sadece tek tek bireylerin değil toplulukların da benliğine işlemiş bir hüzün olarak tezahür eder.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Siyasal melankolide, toplumun kayıpları ve hayal kırıklıkları tam olarak işlenip yas tutulamazsa, ortak bir umutsuzluk duygusu hakimiyet kurar.

Psikoloji literatüründe normal yas süreci kaybın zamanla içselleştirilip kabullenilmesine imkân tanırken; melankolide kaybın içselleştirilememesi ve sürekli taze kalan bir boşluk hissi söz konusudur.

Benzer şekilde, toplumsal düzeyde de travmatik deneyimlerin uygun biçimde anılmaması ve yüzleşilmemesi, ulusun bilinçdışında kapanmayan yaralar bırakır.

Sonuçta ortaya çıkan siyasal melankoli; bireylerde yılgınlık, güvensizlik ve hatta kaderci bir kabullenme haliyle kendini gösterir.

İnsanlar, tekrar eden acılar karşısında duygusal bir uyuşma yaşayabilir veya geçmişin daha iyi olduğuna dair bir nostaljiye sığınabilir.

Aslında çoğu zaman bu bir yanılsamadır ve yukarıdaki söz konusu içselleşmeyen kaybın bir sonucudur.

Bu melankolik atmosfer, toplumun dinamizmini düşürse de aynı zamanda ortak bir duygudaşlık zemini de yaratır: pek çok kişi benzer acıları paylaştığını bilir ve bu paylaşılan duygu, görünmez fakat kuvvetli bir bağ oluşturur.

Bir toplumun maruz kaldığı şiddet, kayıp ve felaketler o anı yaşayan bireyleri etkiler ve nesiller boyu aktarılabilen toplumsal travmalar yaratır.

Türkiye’nin modernleşme süreci ve Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan pek çok savaş, göç, siyasi baskı ve toplumsal çatışma, kuşaklar üzerinde derin travmatik etkiler bırakmıştır ve bu travmaların, unutulmaya direnen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir kolektif bellek oluşturduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

Bu noktada kolektif bellek oldukça önemlidir çünkü kolektif bellekte yer eden acılar ve kayıplar zamanla birlikte milli kimliğin ve toplumsal bilinçaltının parçası haline gelir.

Toplumların hafızası tıpkı bireysel hafıza gibi hatırladıkları kadar unuttuklarıyla da ilgilidir ve bu bağlamda şekillenir. Yaşananların toplumlar üzerinde bıraktığı izler, gayri resmî yollardan -sözlü tarih, aile hikâyeleri, edebiyat ve sanat aracılığıyla- yaşamaya devam eder.

Tam olarak bu noktada oluşan kolektif bellek, yaşanmış acıların tamamen silinmesini engelleyen bir kayıt defteri gibidir desek yerinde olur.

Eğer toplum, travmalarıyla yüzleşip onları anlamlandırmazsa bu kayıt defteri kapanmayan bir hesap gibi açık kalır ve melankolik hissiyatı besler.

Travmaların kolektif bellekte yer bulması ilk bakışta olumsuz gibi görünse de aksine, geçmişteki hataların tekrarlanmaması ve kayıpların unutulmaması için bir uyarı işlevi görür.

Toplumsal bellek, uygun araçlarla işlendiğinde, acının içinden bir dayanışma ve direnç kültürü de filizlenebilir.


Toplumsal travma ve melankolinin dili, gündelik hayatta ifade edilmesi zor ve ağır yüklü duygular içerir.

Tam bu noktada görsel sanatlar, bu dile getirmesi güç duyguların sembolik bir ifade alanına kavuştuğu yer olarak ortaya çıkar.

Resim, heykel, fotoğraf, video gibi görsel sanat formları, acı deneyimleri doğrudan göstermeden, imgeler aracılığıyla anlatma olanağını gözler önüne sunar.

Sanatın sembolik dili metaforlar, alegoriler ve çağrışımlar kullanarak anlatılamayanı anlatır, görünmeyeni görünür kılar.

Bu anlatımın içinde tanıklık etmek de vardır. Bazen bir tablo veya heykel, resmi tarih kitaplarının veya haber bültenlerinin dile getiremediği hakikatlere de tanıklık eder ve ölümsüzleştirir.

Sanatçı, toplumun hafızasında yer eden travmatik bir ana dair kendi yorumunu eserine yansıtarak, aslında o anın sessiz tanığı olur.

Bu yönüyle sanat eseri, belgesel olmayan bir belge işlevi de görmektedir.

Ayrıca, görsel sanat izleyicilere empati kurma fırsatı tanır.

Bir sanat eserine bakan kişi, estetik deneyim yoluyla kendini başka birinin yerine koyabilir, başkasının acısını yüreğinde hissedebilir.

Bu empati etkileşimi, toplumsal yarılmaları onarmada küçük de olsa bir adım sayılabilir; çünkü ortak insani duygular üzerinden bir bağ kurulur.

Sanatın sübjektivitesi ve içsel özgün etkisi de bu bağları oldukça kuvvetli bir şekilde işler. 

Sanatın politik melankoli alanında edindiği rollerden biri de ortak semboller yaratmasıdır.

Toplumun geniş kesimlerince görülen ve üzerinde konuşulan bir sanat eseri, zamanla belli bir acının veya mücadelenin simgesi haline gelebilir.

Böylece sanat, bireysel deneyimi aşarak toplumsal bir dile dönüşür.

Anıtlar misal birer sanat eseridir ve “anıt” olma özelliğini sadece hatırlamak için değil, unutmamak ve unutturmamak için var olmasından alırlar.

Bu sayede görsel sanat, unutmaya karşı kültürel bir direnç noktası oluşturur.

Bazı durumlarda imgesel anlatım, sansür mekanizmalarını da aşarak hakikati ima yoluyla dile getirir.

Bir karikatürün ince bir hicivle otoriteyi eleştirmesi veya bir resmin alt metninde toplumsal bir yaranın sızlaması, sanatın sembolik gücü sayesinde mümkün olur.

Bu yönüyle sanat ve sanatsal ögeler, yaratıcı bir direnme ve protesto biçimi sunar; yaralayıcı ve olumsuz gerçekleri estetize ederek görünür kılar, tartışmaya açar. 


Öte yandan irdelediğimizde görebiliriz ki travmatik bir deneyimi anlatıya dönüştürmek hem birey hem toplum için iyileştirici ve “progresif” bir adım olabilir.

Travma anlatıları, dağınık ve kavranamaz görünen acı dolu olaylara bir anlam zinciri kazandırır.

Görsel sanat ise bu anlam zinciri ve travmayı bir hikâyeye dönüştürmenin özgün yollarını bizlere sunar: Acı ve kayıp, tuvale yansıyan bir sahneye veya mermerde şekillenen bir figüre dönüştüğünde, artık sadece sessizce içte taşınan bir yük olmaktan çıkar ve bu anlatılaştırma süreci, yaşananları inkâr veya yok olma perdesinin arkasına itmek yerine onlarla yüzleşmeye imkân tanır.

Bir sanatçının kendi acısından yola çıkarak ürettiği eser bu bireysel dışavurumun ötesine geçip zamanla başkalarının da acılarına tercüman olabilen bir unsur haline gelebilir.

Böylelikle kişisel travmaların sanat yoluyla ifadesi, kolektif bir dile evrilerek ortak bir tecrübeyi temsil etmeye başlar.
 


Sanatın dönüştürücü gücü, melankolinin pasifliğine karşı aktif bir üretim süreci başlatmasında yatar.

Siyasal melankoli, eylemsizliğe ve içe çekilmeye yol açabilir; ancak bir sanat eserinin yaratılması, o melankolik enerjinin dönüştürülerek dışa vurulması demektir.

Bu açıdan bakıldığında, sanat yapmak veya sanatla uğraşmak, karanlık ve olumsuz duygularla baş etmenin kuvvetli bir yoluna dönüşür.

Toplum düzeyinde de benzer bir dönüşüm mümkündür: Ortak acılar üzerine üretilen sanat eserleri, toplumsal travmayı kolektif bir bilinç ile şekillendirme ve hatta bir dayanışma deneyimine dönüştürebilir. 


Türkiye’deki siyasal melankoli olgusu, derin ve tekrar eden toplumsal travmaların kolektif ruh haline sinmiş bir yansımasıdır.

Bu melankolik iklim, toplumun geçmiş acılarının ve güncel kaygılarının iç içe geçerek oluşturduğu karmaşık bir duygusal örüntüdür.

Görsel sanatlar, bu örüntüyü çözümlemek ve görünür kılmak konusunda şüphesiz benzersiz bir rol oynar ve hayatlarımıza ne kadar girerlerse bu rol de o kadar büyür.

Toplumsal hafızanın taşıdığı yük, sanat eserlerinde sembollere, renklere ve hikâyelere dönüşerek var olur ve ifadesini bulur.

Bu sayede görsel sanatlar hem bir ayna hem de bir köprü işlevi görmektedir; bir yandan topluma kendi duygusal durumunu yansıtır, diğer yandan geçmiş ile gelecek, acı ile ümit arasında kuvvetli bir köprü inşa eder.

Görsel sanatların sunduğu dil, Türkiye gibi sert siyasal iklime sahip toplumların kendileriyle yüzleşmesinde son derece hayati bir işleve sahiptir. Melankoli ve travma, bu dil sayesinde ortak bir anlatıya kavuşarak anlaşılır hale gelir.

Sanatın ifade unsurlarıyla yarattığı kuvvetli kolektif bilinç, zamanla toplumsal dayanışmayı güçlendirebilir, yaraların sarılması için gereken empatiyi kurabilir ve böylelikle Türkiye’de siyasal melankoli ve travmanın yükü, sanatın dönüştürücü gücüyle daha taşınabilir hale gelir; karanlık geçmişin gölgesi de sanatsal ışığın altında yeniden yorumlanarak geleceğe aktarılır.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU