Körfez ve İsrail'i izole etmeye dayanan İran müzakere yöntemi

"tahran nükleer programını geliştirmenin imkânsız, genişlemeci projesini sürdürmenin ve bölgesel hegemonya peşinde koşmanın riskli olduğunu itiraf etme noktasına vardı mı?"

Görsel: Reuters

İran-Amerikan müzakereleri hakkındaki iyimser açıklamalar, her iki tarafın da gerçek bir ilerleme kaydedemediğini gizlemiyor ve görünen o ki, asgari şartlarda bile anlaşamadılar.

Bu, bir barış anlaşmasına ihtiyaç duymadan Başkan Donald Trump'ın şimdiye kadarki çabalarıyla elde edilen yatıştırma ile yetinmek gerektiği anlamına mı geliyor?

Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki, müzakereler başarısız olduğunda cehennemin kapıları açılır ve daha büyük bir şiddet döngüsü başlar.

Müzakereler yazdan sonraya kadar sarkabilir; müzakereciler gerçek bir atılım gerçekleştiremez, özellikle de İran’dan temel bir taviz elde edemezlerse, gerginlik artacak, ABD yaptırımları daha da şiddetlenecek, vaat edilen İsrail saldırısı daha olası, İran’ın vekilleri de daha aktif hale gelecektir.

Müzakereciler genellikle karmaşık konuları çözümlemeyi, doğrudan çözümler ve mekanizmalar önermeyi, niyetler, hedefler ve felsefe hakkında siyasi tartışmalardan kaçınmayı tercih eder.

Son turda, müzakereler uranyum zenginleştirme veya zenginleştirmeme ve zenginleştirme oranı üzerineydi.

Ancak hiç kimse Tahran'ın nükleer projesinin sadece sokakları aydınlatmaya veya klimaları çalıştırmaya yönelik bir enerji projesi olması ile yetinmeyip, onu askeri bir silaha dönüştürmek istemesinin nedenini sormuyor?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dönemin ABD başkanı Obama'nın danışmanı Vali Nasr, onu “İran’ın nükleer gücü saldırganlık için değil, rejimini değiştirme girişimlerine karşı bir caydırıcı araç olarak kullanmak istediğine”, yani savunma amaçlı olduğuna ikna etmişti.

Bu kanaati “İran rejimi Saddam ve Kaddafi rejimlerinin kaderini yaşamaktan korkuyor” diyerek de pekiştirmişti.

Bu nedenle müzakere süreci Tahran rejimine varlığını korumaya dair teminatlar vermeye evrilmişti.

İsviçre'deki dondurulmuş varlıkları, kârlarıyla birlikte serbest bırakılmış, yaptırımlar kaldırılmış ve ticaret yeniden başlatılmıştı.

Oysa bu analiz, düşmanlarını kendilerine saldırma düşüncesinden caydırmak için savunma amaçlı askeri caydırıcı güç geliştirme yoluna giden Pakistan, Hindistan ve hatta Kuzey Kore gibi ülkeler için uygun görünebilir.

Tahran rejimi ise kırk yıldır genişleme, hegemonya ve bölgeyi değiştirme girişimlerinden vazgeçmedi ve operasyonları Avrupa, Afrika ve diğer yerlerde devam ediyor.

İran örneğinde nükleer silah politikası rejimin hegemonya ve genişleme projesini uygulamasını sağlamak, aynı zamanda onu doğrudan hedef alacak sonuçlardan korumak içindir.

Yani, Tahran nükleer silaha sahip olsaydı, İsrail ona saldıramazdı ve kendisini vekilleriyle savaşmakla sınırlamak zorunda kalırdı.

Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere herhangi bir ülke, Lübnan veya Yemen gibi diğerlerinin toprakları dışında nükleer bir İran ile karşı karşıya gelmekten kaçınmak zorunda kalırdı.

İran yayılmacılığını korumak için nükleer silahın kullanılması, Obama yönetiminin inandığı caydırıcılık kavramından farklı bir kavram.

İranlı politikacılar ve rejim teorisyenleri, Tahran'ın bir rejim değişikliği planından korktuğunu iddia eden teoriyi kullandılar ve bu teoriye göre düşmanca politikasının ve caydırıcılık için nükleer silaha ihtiyaç duymasının nedeni budur.

Her zaman seçtikleri tarihsel alıntılara başvuruyorlar; ABD, Musaddık hükümetine karşı komplo kurarak onu 1950'lerde devirdi ve Şah'ı geri getirdi. Bu İran bahaneleri güncel gerçekliğe dayanmıyor.

Vietnam, ABD ile 19 yıllık bir savaş yürüttü, ancak her iki taraf da geçmişin sayfasını kapatınca bugün iki ülke iyi ilişkilerini sürdürüyor.
 


Müzakereler açısından Bakan Arakçi liderliğindeki Tahran'ın müzakere stratejisi, umutlarını İsrail-Amerikan anlaşmazlığına bağlıyor gibi görünüyor.

Bunu yaparken, eski bakan Zarif'in ekibinin yaptığı müzakere stratejisi hatasını tekrarlıyorlar.

Zarif, Washington'un İsrailli ve karanlıkta bırakılan Körfez müttefiklerini görmezden gelerek Obama yönetimiyle müzakerelerde bulunup bitiş çizgisine ulaşmayı başarmıştı.

Anlaşmadan sonra, İsrail ve Körfez bir oldubitti ile karşı karşıya bırakılmıştı.

Anlaşma, İran'ın nükleer silahlarına ilişkin uluslararası endişeleri ele almakla sınırlı kalmış ve Obama’nın bölge ülkelerinin meselesi olarak gördüğü bölgesel endişeleri görmezden gelmişti.

Ancak eski Cumhurbaşkanı Ruhani ve bakanı Zarif'in sevinçleri kısa sürdü. Obama, 2015 yazında Kapsamlı Ortak Eylem Planı diye bilinen anlaşmayı imzalarken, 2018 baharında Trump onu feshetti.  

Evet, ateş olmayan yerden duman çıkmaz, Trump ve Netanyahu arasında bir anlaşmazlık var, ancak bu müttefikler arasında bir anlaşmazlık olmaya devam ediyor ve sonunda, büyük olasılıkla İsrail'in taleplerinin anlaşmanın gereklilikleri listesinin başında olacağını göreceğiz.

Soru şu:

Tahran nükleer programını geliştirmenin imkânsız, genişlemeci projesini sürdürmenin ve bölgesel hegemonya peşinde koşmanın riskli olduğunu itiraf etme noktasına vardı mı?

Bölgedeki tüm ülkelerle karşılıklı saygıya dayalı yeni bir politika benimsemesi, maceracılığı bırakması, vekil ve milisleri kullanmaya son vermesi, Körfez komşularının yaptığı gibi ülkesini içeride geliştirmeye odaklanması gerektiğini anlama noktasına ulaştı mı?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU