Evet, 7 Haziran’ı Unutmayalım

Celalettin Can, Independent Türkçe için yazdı

7 Haziran 2015  HDP’nin genel seçim bildirgesinin okunduğu toplantı sonrası / Fotoğraf: Vikipedi

Hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, katılımcılık, seçim, temsiliyet demokrasinin temel kavramlarıdır. Bu bağlamda siyasi partiler toplumun çoğulcu yapısının eşit yurttaşlar üzerinden siyasete katılımında, seçilip mecliste temsil edilmesinde “olmazsa olmaz” bir rol oynarlar.  

Demokrasilerde başka bir örneği var mı bilemiyorum ama iktidarın bir muhalefet partisini kapatma davası açması, Türk tipi yönetim biçiminin alamet-i farikası olmalı.

HDP’nin kapatılması için Yargıtay Başsavcısı’nın hazırladığı ilk iddianamenin Anayasa Mahkemesi’nin (AM) iade etmesi üzerinden çok geçmedi ikinci iddianame AM’ye iletildi. Bunun Yargıtay Başsavcısı’nın tasarrufu olduğu masalını kimse anlatmasın…

AM’nin ilk iddianameyi reddetme gerekçelerini anımsayalım; bu kadar kısa süre içinde iddianamede var olan ileri düzeyde usulsüzlüklerin ve karışıklıkların yeniden düzenlenmesinin mümkün olmadığı kabul gören bir görüş… Hele de son grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın HDP’nin kapatılmasını savunurken söylediği “7 Haziran’ı unutmayın” beyanı ortadayken

‘7 Haziran’ neydi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘unutmayın’ dediği AK Parti'nin ilk defa tek başına hükümet etme olanağını kaybettiği 7 Haziran 2015 genel seçim sonuçları idi.

Bu noktada zaman makarasını başa saralım.

 6- 8 Ekim 2014 toplumsal olayları ile memleket başka bir evreye girdi

 6- 8 Ekim 2014 toplumsal olaylarından sonra hükümet, Akil İnsanlar Heyeti dahil, çeşitli çevrelerle hızlı bir istişare sürecine girdi.

 İstişare toplantılarında "Kamu düzeni" kavramını ortaya atıldı.

Akabinde 30 Ekim 2014’de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı yapıldı.

Bu toplantıdan, basına yansıdığı kadarı ile, ‘sürdürülebilir çatışma politikasıyla HDP’yi baskı altında tutma’ kararı çıkmıştı.

Aslında devletin karar vericileri nezdinde Çözüm Süreci bitmişti ama taktik nedenlerle açıklanmadı.

4.jpg
Kobani 6-8 Ekim olayları

 

Her şey zaman meselesiydi.

“HDP’nin siyasi alanını daraltmak”

Öncelikle Çözüm Süreci’nin kazanımları tasfiye edilecekti.

HDP Çözüm Süreci’nin ürünüydü, toplumsallaşıyordu, bundan dolayı önem kazanıyordu.  

Anlaşılan ‘barışçı’ politik /toplumsal mecranın doğal akışı içinde HDP’nin önü alınmaz biçimde güçlenmesi kaçınılmazdı. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Seçim sonuçları bunu gösteriyordu. Kürt Alevilerin yanı sıra Türk Alevilerden, Muhafazakâr Müslümanlardan, ‘örgüt-dışı’ yaygın sol ve demokrat potansiyelden HDP’ye kayma kuvvetle muhtemeldi.

mgsk.jpg
30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu toplantısı / Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı sitesi

 

Ancak siyasi koşullar HDP’nin kapatılmasına elvermiyordu. Bırakalım HDP’nin kapatılmasını, aslında Çözüm Süreci’nin bittiğinin açıklanmasına da elvermiyordu.

Yerli ve yabancı kamuoyu önünde “oyun bozan” görüntü vermemek için devletin karar vericileri çözüm sürecini Kandil’in bitirmesini bekleyecekti.

Bu çerçevede ‘sürdürülebilir bir çatışma rejimi tesis ederek HDP’nin siyasi alanını daraltmak, düşük yoğunluklu çatışma ortamında Kürt hareketini kıstırmak, boğmak ve kışkırtmak’ üzerinden bir plan devreye konacaktı.

‘HDP’nin önü alınmaz biçimde güçlenme ihtimali’ Cumhurbaşkanı Erdoğan için hazmedilemez bir gelişmeydi. “Devredilmez” ve “dokunulmaz” iktidar zırhı onun varlık koşulu idi. Dolayısıyla ‘düşük yoğunluklu çatışma ortamında’ iktidarını güvende hissedecekti.

 Bu çerçevede MGK toplantısında karara bağlanan İç Güvenlik Yasa Tasarısı, özellikle kent ve ilçe merkezlerinde halk muhalefetini engelleme ve tasfiye etme yönlü devlet iradesinin yasallaşmasıydı.

28 Şubat 2015; “Demokrasi Mutabakatı”

15 Mart 2015: “Ne Kürt Sorunu Ya!..”

İç Güvenlik Yasa Tasarısı tartışmaları toplumsal gerginliğin önünü açmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan, buna uygun söylemle seçim sürecini geliştirmeye başlamıştı ki, Öcalan 28 Şubat 2015 ‘Demokrasi Mutabakatı’ ile, savaş eğilimi gösteren sürecin önünü almayı deneyecekti.  

Öcalan’ın bu tutumu hükümet ve Davutoğlu içinde bir nevi "can simidi" oldu.

2 aa.jpg
Dolmabahçe Mutabakatı toplantısı / Fotoğraf: AA

 

Bir an duralayan ve hatta başta Öcalan'ın “Demokrasi Mutabakatı’na sahip çıkarak kendine yararlı hale getirmeyi tasarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, anket sonuçlarını görünce bu tavrından caydı.

Çünkü hesapta HDP’nin gelişmesi yoktu.  Kendince, Kürt meselesine eğildiğinde güçlenecekti.  Aksine süreç HDP lehine gelişiyordu: 15 Mart 2015’de “Ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. Neyin eksik senin? Başbakan çıkardın mı, bakan çıkardın mı, çıkardın. TSK’de var mısın varsın. Ne istiyorsun, daha ne istiyorsun? biçiminde bilinir söylemiyle masayı devirdi.

Kısa bir süre sonra Davutoğlu da bu söylemin parçası olmak zorunda kalınca, tasarlanan ‘düşük yoğunluklu çatışma süreci’ başlamış oldu.

Ve Türkiye toplumu, Mart-Nisan 2014’de Ağrı provokasyonu ile başlayan, Bingöl, Mersin, Adana, Erzurum ve Diyarbakır provokasyonlarının da içinde olduğu, HDP'ye yapılan 200'ün üzerinde tek taraflı saldırının tanığı olacaktı.

 

Seçim şoku…

Seçimler AK Parti cenahında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’da hissedilir biçimde “şok" etkisi yarattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geri çekildi, bekledi, tasarladı…

Öncelikle Baykal'a Meclis Başkanlığı vadederek CHP'yi inkişafı görüşmelerle kilitledi.

 Bu arada el altından MHP ile ilişki geliştirdi.

HDP seçimlerden önce takındığı tavırla, özellikle de seçim akşamı 'AK Parti ile koalisyon kurmayacağını' açıklamış, niyetinden bağımsız olarak bu tercih, sonuçları itibarıyla MHP'ye hareket sahası sağlamıştı zaten.

CHP – HDP koalisyonu ise CHP istese bile (ki CHP buna yatkın değildi) sayısal olarak mümkün değildi.

MHP, HDP’ye 'aşırı' milliyetçi, hatta ırkçı söylemlerle yönelirken, AK Parti, CHP ile inkişafı görüşmeler ardında sözde koalisyon arayışları ile, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a siyaset gündemini tamamen eline alması için ihtiyacı olan zamanı kazandırdı...

“Anti terör” kampanyası eşliğinde siyaset gündemini tamamen eline alan Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefet partilerine kabul ettirdiği 1 Kasım 2015 genel seçimlerinden yeniden en güçlü parti olarak çıkacaktı.

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son grup toplantısında ifade ettiği, “Türkiye 2013 teki Gezi Olayları’yla başlayan karanlık senaryonun ikinci vechesiyle 7 Haziran'da karşılaşmıştır. Eski Türkiye özlemlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor” cümlesinin hikâyesi bu.

Sözün Özü:

Anlaşılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine ve partisine tek başına iktidarı kaybettiren 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarında HDP’nin rolünü unutmamış.

1 Kasım 2015’de yenileyerek kazandığı genel seçimlere rağmen unutmamış.

Akil İnsanlar toplantısında Gezi toplumsal direnişinin, yaşam tarzı ile oynama ve ekolojik yıkıma toplumsal bir itiraz olduğu, darbe ise asla olmadığı yönünde ileri sürdüğümüz argümanlar ikna edici olmamış.

HDP’nin seçime girme olanağı var olduğu sürece iktidarı kaybetme kaygısı belirgin…

Belli ki bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyor.

Belki de güçlü toplumsal itirazların yaraladığı bir ruh halinin yarattığı düşünce ve davranış biçimi…

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU