Adaletsizliklere Soğuk Savaş zihniyetiyle yaklaşmak insan haklarına zarar veriyor

ABD dahil olmak üzere dünya genelindeki insan hakları ihlallerinin adil bir şekilde karşılaştırılması iyilik için bir güçtür. Bunun whataboutism olduğunu iddia edenler görmezden gelinmeli

Kanada'nın Vancouver şehrinde Regis Korchinski-Paquet ve George Floyd'a destek olmak ve ırkçılık, adaletsizlik ve polis şiddetini protesto etmek için barışçıl bir gösteri düzenlemek adına binlerce insan 31 Mayıs 2020'de bir araya gelmişti (AP)

Batı'yla Sovyetler Birliği arasındaki ilk Soğuk Savaş sırasında adaletsizlik ve insan hakları giderek daha merkezi bir sorun haline gelmişti. Bunun olumlu bir gelişme olması gerekiyordu fakat partizan kullanımla değersizleştirildi ve mesele bir propaganda aracına dönüştü.

Bu tür propagandanın özü yalanlar ve hatta abartı değil, seçiciliktir. Bir örnek vermek gerekirse, odak Doğu Avrupa'daki son derece sahici Sovyet baskısına yöneltilirken Güney Amerika'daki Batı destekli diktatörlerin vahşi yönetimlerinden uzak tutuldu. İnsan haklarının siyasal silah haline getirilmesi kaba ve ikiyüzlüydü fakat son derece etkili olmuştu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Şimdi Çin ve Rusya'ya karşı ikinci bir Soğuk Savaş'a girerken ilkinden çıkarılması gereken dersler var çünkü hemen hemen aynı propaganda mekanizmaları bir kez daha iş başında. Batılı hükümetler ve medya, Çin'i Sincan eyaletinde Uygur Müslümanlarına uygulanan zulümden dolayı acımasızca eleştiriyor fakat Hindistan kontrolündeki Keşmir'de Keşmirli Müslümanlara uygulanan baskıdan neredeyse hiç bahsedilmiyor. Rusya ve Suriye hükümeti Suriye'nin İdlib şehrindeki sivilleri bombaladığında diplomaside ve medyada öfkeleniliyor fakat Yemen'de Batı destekli ve Suudi liderliğindeki hava harekatı sırasında sivillerin bombalanması haber gündeminin alt sıralarında kalmaya devam ediyor.

Hükümetlerin ve gazetelerin propagandacıları (baskı konusunda bu seçici yaklaşımı benimseyen gazeteciler propagandacılardan aşağı kalmıyor) ikiyüzlülükle suçlanabileceklerini görebilir. İnsanlar onlara Keşmirlilerin maruz kaldığı toplu hapislerin, kaybolma ve işkencenin Uygurlara uygulanan benzer acımasız cezalardan neden bu denli farklı olduğunu soruyor.

Bu çok makul bir soru fakat propagandacılar buna karşı iki savunma hattı geliştirdi. Birincisi "Keşmir veya Yemen'e ne demeli" sorusunun "whataboutism'i" (Peki Şunun Hakkında Ne Diyorsunculuk) beslediğini, bunun da dikkatleri Uygurlara ve Suriyeli sivillere karşı işlenen suçlardan uzaklaştırdığını iddia etmektir. Buradaki anlamsız varsayım bir ülkedeki vahşet ve baskıyı kınamanın kişiyi başka bir ülkedekileri kınamaktan alıkoyacağı.

Bilgi savaşları yürütenlerin bakış açısından bu kumarın gerçek amacı sadece onlarınkine odaklanıp bizim yaptığımız yanlışlar karşısında uygun bir sessizlik empoze etmektir.

Bizlerin, arkadaşlarımızın ve düşmanlarımızın işlediği suçları karşılaştırmaktan kaçınmak için kullanılan ikinci savunma hattı düşmanlarımızın işlediği suçları bizimkilerle arasında denklik kurulamayacak dereceye kadar şeytanlaştırmak. Bazen "canavarlaştırma" olarak adlandırılan bu tür şeytanlaştırma diğer tarafı ifadesini sunmaktan alıkoyup otomatik olarak inanılmayacak konuma düşürdüğü için çok etkilidir. 1990'larda BM'nin Irak'a uyguladığı yaptırımların her ay binlerce çocuğu öldürdüğünü beraberinde bolca kanıtla yazıyordum. Fakat yaptırımlar sözümona Saddam Hüseyin'e karşı yöneltilmiş olduğundan (ona zarar vermemelerine rağmen) ve kendisi kötülüğün ta kendisi olarak bilindiğinden yazdıklarımı kimse ciddiye almadı. Irak'ın 2003'te ABD önderliğinde işgal edilmesi, Saddam'ın elinde kitle imha silahları olduğu iddiasıyla meşrulaştırılmıştı ve buna dair kanıtların şüpheli olduğunu iddia eden kişiler Irak diktatörünün gizli bir sempatizanı olarak lekelenebilirdi.

Bu PR taktikleri ne kadar basit olsa da, son derece etkili oldukları defalarca kanıtlandı. İşe yaramasının bir nedeni insanların çatışmaların beyaz şapkalar ve siyah şapkalar, melekler ve şeytanlar arasındaki mücadeleler olduğunu hayal etmek istemesi. Bir diğer neden de bu yanılgının, genellikle hükümetten esinlenen bir haber gündemine ayak uyduran medyanın bazı kesimleri tarafından coşkuyla beslenmesidir.
 


Donald Trump'ın başkanlığı ardından ABD'nin özgürlük ve demokrasinin yuvası olduğu yönündeki uluslararası imajını yeniden inşa etmek isteyen Başkan Joe Biden'la bu klasik bilgi stratejilerine geri döndük. Amerika'nın dünyanın gözünde tekrar lekesiz hale gelmesi için otokratları kucaklayan ve sevmediği herkesi terörist olarak kınayan Trump'ın Amerikan tarihindeki bir sapma olarak tasvir edilmesi gerekiyor.

Yine de gezegenin nüfusunun çoğu Derek Chauvin'in George Floyd'u yavaş yavaş boğduğu görüntüleri izlemiş olacak ve, bu hafta Minneapolis'te verilen suçlu hükmüne rağmen, Amerika'ya tam olarak eskisi gibi bakmayabilir.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan kendisine bu kararın uluslararası düzeydeki etkisi sorulduğunda, Amerika'nın yurtdışında da aynı şeyleri yaptığını inandırıcı bir şekilde iddia edecekse “yurtiçinde adaleti teşvik etmesi ve savunması” gerektiğini söyledi. Ne var ki ABD'nin Rusya'da Aleksey Navalni'nin hapse atılıp kötü muamele görmesine ve Çin'in Sincan ve Hong Kong'daki eylemlerine getirdiği eleştirinin 2 milyon 400 bin vatandaşını hapishanede tuttuğu gerçeği karşısında zayıfladığı fikrini "whataboutism" ve kabul edilemez bir "ahlaki denklik" diyerek görmezden geldi.

Sullivan ve müesses nizama mensup başkalarının ABD'yi Rusya ve Çin'le karşılaştırmayı reddetme konusunda söylediklerinin aksine, “whataboutism” ve “ahlaki denklik” iyilik yolunda etkili güçler olabilir. Olması gerektiği kadar olmasa da büyük güçleri salt kişisel çıkarları uğruna kendi eylemlerini arındırmaya itiyor ve böylelikle bariz bir şekilde ikiyüzlü görünmeden rakiplerini eleştirmelerini sağlıyor.

Bu ilk Soğuk Savaş sırasında yaşanmıştı: Sovyetler Birliği'nin ırksal ayrımcılığı ABD'nin demokrasinin kahramanı olduğu fikrini itibarsızlaştırmak için başarılı bir şekilde kullandığı inancı, Washington'daki karar vericileri siyahlara medeni haklar verilmesinin yönetimin çıkarına olacağına ikna etmede önemli bir rol oynamıştı.

Medyadaki haberlerde "whataboutism" ve "denklik" bir kez norm haline geldiğinde, ABD yönetimi 2019'da 1004 kişiyi silahla öldüren Amerikan polis kuvvetlerinin askerileşmesini sona erdirmeye çalışmak için güçlü bir gerekçeye sahip olacak. Bu aynı zamanda polisin ırkı ele alma tarzı için de geçerli.

Küresel güçler arasındaki Soğuk Savaş rekabetinin birçok zararlı sonucu var fakat aynı zamanda zararsız sonuçları da olabilir. Sovyetler Birliği'nin 1957'de ilk uzay uydusu olan Sputnik'i fırlatmasının unutulan bir sonucu, ABD yönetiminin bilimsel ve genel eğitim harcamalarında olağanüstü bir artışa yol açmasıdır.

Bununla birlikte, ilk Soğuk Savaş çoğunlukla insan haklarının bilgi savaşında bir silah haline geldiği sıkıcı bir suçlama değiş tokuşuydu. İkinci Soğuk Savaş başlarken aynı şeyin olmasını önlemek için herhangi bir şey yapılabilir mi?

Kamuoyu tarafından daha iyisini yapmaya itilmedikçe hükümetlerin kendilerine serbestlik tanıyıp düşmanlarını suçlamaya devam etmeyeceklerini düşünmek saflık olur. Ve bu yalnızca insan hakları ihlallerinin seçilerek haberleştirilmesinin ve ulusal hükümetlerin tüm muhaliflerini parya olarak şeytanlaştırmasının önüne geçerek mümkün olacaktır.



Patrick Cocburn'ün makalesinin tasarımdan kaynaklanan nedenlerle kısalttığımız başlığının tamamı şöyledir: Soğuk Savaş zihniyetiyle yalnızca Çin ve Rusya'daki adaletsizliklere odaklanmak insan haklarına her yerde zarar veriyor

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Noyan Öztürk

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU