Spartacus isyanının sosyolojik boyutlarına giriş (2)

Umut Ataseven Independent Türkçe için yazdı

Pax Romana (temsili)

Roma'yı üç farklı sınıfa ayırmak mümkündür bunlar; 

a. Patriciler 
b. Plepler 
c. Köleler

Bu sınıflaşmalar ilkel toplumlardan farklı olarak üst sınırda daha bir entelektüel görünümüne sahiptir.

Üst sınır olarak karşımıza Patriciler çıkmaktadır; ancak bunların tam manasıyla soylulardan oluştuğunu söylemek de çok güçtür.

Dönemin popüler üretim mekanizması olan tarımsal faaliyetlerin bir tık üzerinde yer alan ve kendilerini diğer sınıflardan üstün gören bir sınıftan müteşekkildir.

Bu yönüyle bakıldığında idari anlamda bir yönetici sınıfının aslında Patricilerden meydana geldiğini söyleyebilmekteyiz.

Sınıfsal ayrımın henüz yaşanmaya başlamadığı dönemlerde Plepleri de ön planda görmek mümkündür.

Plepler Roma'nın iktisadi bel kemiğini oluşturan ve bir bakıma işçi sınıfını temsil eden yurttaşlardan müteşekkil idi.

Yurttaşlık haklarından da tam anlamıyla yararlandıklarını söylemek çok güçtür.

İşçi sınıfı olarak nitelendirilse de özü meydana getiren vazgeçilmez bir unsurdurlar.

Pleplerin mevcut düzen içerisindeki karmaşası ekonomik açıdan da bunalımları beraberinde getiriyordu.

Patricilerin biranda yükselmesi aslında bir bakıma Pleplerin zayıflığından ileri gelmekteydi.

Vergilerin getirmiş olduğu ağır yük yine işçi sınıfı olarak nitelendirilen Pleplerin omzuna yüklenmişti.

Patrici sınıfın büyük topraklara ve çiftliklere sahip olması iktisadi bakımdan güçlü olmalarına olanak sağlamış ve bu güçlerini Plepler üzerinde etkin bir şekilde gerçekleştirmişlerdir.

Pleplerin, Patricilere borçlanmaları bir bakıma kötüye giden iktisadi faaliyetlerin yanında sosyolojik açıdan da birtakım sorunları beraberinde getirmiştir.

Patriciler bu yolla Plepleri kendilerine mecbur bırakmış ve kendi çiftliklerinde tabiri caizse köle olarak kullanmışlardır.

İktidar sınıfı ekseninde bulunan ancak tam manasıyla söz sahibi olamayan Patriciler, dönemin burjuvaları olarak nitelendirilmiş olsa da Plepler dışında beslendiği bir kaynağın olmadığını söylemek gerekir.

Yine asıl duruma bakacak olursak Plep sınıfında olanları tasnif edip ötekileştiren yine Patriciler olmuştur.
 

Plep Sınıfı.jpg
Plep Sınıfı


Plepler mevcut düzenin idari noktasında kendilerine pek yer bulamazken buna müteakip bazı isyan girişimlerinde bulunmaları kaçınılmaz olmuştur.

Ağır vergi ve çalışma koşulları mevcut hukuk düzeninin işleyişinde pek de önem arz etmemekle birlikte, ekstra bir hukuksal düzen kurmak için de çaba harcanmamıştır.

Patriciler ellerinde bulundurdukları güç ile iktidar savaşları içerisine de girmekten çekinmemiş, kendilerini Roma'nın asil soyluları arasında göstermek için adeta bir yarış içerisine girmişlerdir.  

İdari anlamda etki veya bunun yanında sahip olunmaya çalışılan söz hakkı çabaları, sosyal sınıf ayrılıklarını iyiden iyiye körüklemiştir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Asil olarak nitelendirilen bu sınıf, işçi sınıfı ile sık sık karşı karşıya gelmiş ve üstünlük kurma mücadeleleri M.Ö 480'li yıllara kadar devam etmiştir.

Sık sık yaşanan Plep isyanları, iktidarı oldukça yıpratmış ve en sonunda M.Ö 499'da 12 Levha Kanunu'nu yayımlanarak iki sınıf arasındaki eşitlik sağlanmaya çalışılmıştır.

Bahsettiğimiz bu kanunlar bugünün Avrupa'sının hukuksal düzeninin temelini oluşturduğu söylesen de o dönem için amacına ulaşabilmiş bir düzen ne yazık ki yoktur.

Yayımlanan 12 Levha Kanunları salon iktidarcılığından öteye gidememiş, amaçlanan eşitlik konusunu tam manasıyla karşılayamamıştır.

Patricilerin elinde bulunan her türlü güç bu düzenlemelerin uygulanmasında bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bunun yanı sıra bir ruhban sınıfını da görmek mümkün olduğundan, her türlü imtiyazsa sahip olduklarından bu kanunlar onlar için de bir sorun teşkil etmemekteydi.

Levha Kanunlarının uygulanışı yaklaşık bir buçuk asır kadar sürmüştür.
 

Antik Roma'da toplumsal sınıflar.jpg
Antik Roma'da toplumsal sınıflar


Böyle bir düzen içerisinde elbette köle sınıfının olmaması beklenemezdi.

Köle olarak sınıflandırılan gurupların daha çok savaş esirlerden oluştuğunu ve bir Romalı kimliklerinin olmadıklarını ifade etmek gerekir.

Savaş esirlerinin mensup oldukları kimlikleri Roma dışından olduğundan, hem iktidar hem de halk tarafından kabullenişleri pek mümkün değildir.

Bundan dolayıdır ki; bu köle sınıfının mevcut bir hukuk düzenin parçası olması beklenemezdi.

Roma kuruluş döneminde uygulanan, başka toplumlara kendi kimliğini benimsetme mücadelesi aslında hiçbir dönem terk edilmemiştir. 

Roma'nın bu uygulaması Patrici ve Plep sınıflarından ziyade köle sınıfı için geçerliydi.

Bir köleye, üstelik Romalı olmayan bir köleye; tabi Roma yurttaşları arasında kölelerin sayısı da oldukça az olduğundan kimlik kabullendirilmeye çalışılması oldukça zor olmuştur.

Köle kavramı Latincedeki servus kelimesine karşılık gelmektedir.

Roma'nın ilk dönemlerinde kölelik daha çok hane köleliğine bağlı bir sistem ile gelişme göstermekteydi.

Genellikle bu köleler Romalı yurttaşlarla aynı soydan gelen ve aynı dili konuşan insanlardan meydana gelmiştir.

Hane içerisindeki her türlü iktisadi uğraş içerisinde kendine yer edinen hane köleleri, sahiplerinin her türlü isteklerini yerine getirmekle hükümlülerdi.

Bahsettiğimiz hane köleleri; komşu devletlerle savaşan Roma'nın kendi sınırları içerisinde iskân ettirdiği ve köle olarak kullandığı kimselerden oluşmaktaydı.

Hane köleleri olarak görülmesinin nedeni ise hane halkı tarafından benimsenip, hanenin bir üyesi gibi muamele görürlerdi.

Ancak Cumhuriyet döneminde Roma'nın denizaşırı yaptığı seferler neticesinde Romalı olmayan köleler Roma topraklarında kullanılmaya başlanmıştır.

Sicilya, İspanya, Kuzey Afrika ve son olarak Doğu Akdeniz'in ele geçirilmesiyle farklı etnikten köleler Roma topraklarına girmiş oldu.

Bu coğrafyanın dışında Trakya'da oldukça önem arz etmektedir; çünkü bu coğrafyadan Roma içerisine köle girişi oldukça fazla olmuştur.

Hane köleciliği artık çok farklı bir boyut almış ve Romalı aileler bu köleleri haneden biri olarak görmemeye başlamışlardır.

Köleleri tam manasıyla köle olarak görmeye başlamışlardır ki; bunun nedeni aynı soydan gelmemek ve aynı dili konuşmamaktır.

Ötekileştirilen köleler Roma içerisinde kendilerine yer bulmaları da oldukça zaman almıştır.

Her ne kadar bu köleler kendilerini Romalı olarak görmeye başlasalar da iktidar hiçbir zaman bunların kökenlerini ve nereden geldiklerini unutmamıştır.
 

Plepler grevde.jpg
Plepler grevde


Gelişen Roma ekonomisi ve bunun sonucu olarak artan köle ihtiyacı yine aynı şekilde savaş esirlerinden karşılanmıştır.

Köle ihtiyacının artmasının ana sebebi ise şüphesiz senatörler olmuştur (Hüseyin S. Öztürk).

Roma ekonomisi ve toprakları geliştikçe senatörlerin de çiftlikleri genişlediğinden daha fazla köle ihtiyacı duyulmuştur.

Öyle ki; M.Ö 2'nci yüzyılda Doğu Akdeniz'de faaliyet gösteren korsan ve haydutlardan kendilerine köle temin etmeleri için yardım istemişlerdir.

Bu dönemde Doğu Akdeniz'de yaşanan yoğunun ticaret trafiğinin yanı sıra bölgedeki korsanlık faaliyetleri büyük bir tehlike olarak görülmekteydi.

Korsanlar sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak için hareket eder ve kim olursa olsun Doğu Akdeniz'deki neredeyse tüm gemilere saldırır ve yağmalarlardı.

MÖ 76'da Rhodos'a hitabet eğitimi için giden Caesar, korsanlar tarafından kaçırılmış ve korsanlara kendisi serbest bırakmalarını aksi takdirde onları çarmığa gerdireceğini ifade etmiştir.

Fidyesi ödendikten sonra serbest kalan Caesar, sözünü tutmuş ve kendisini kaçıran korsanları çarmığa gerdirmiştir.

Bu yönüyle incelendiğinde korsanlar tarafından kaçırılanların çoğunun köle olarak satılıyor olması köle olmaktan korkan liderlerin büyük bir sorunu idi.

Hatta öyle ki; bu durum Pax Romana döneminde dahi devam etmiştir.

Kölelik işte bu kadar hassas bir sorun iken Romalıların kölelik düzenine önem vermesi oldukça dikkat çekicidir.

Köle olarak mevcut düzen içinde yer bulamayış ve aidiyetlik duygusunun pekişmemesi mevcut iktidara karşı her daim isyan girişimini tetiklemekteydi.

Hal böyle olunca isyanın bastırılması için daha kuvvetli ve donanımlı bir orduya ihtiyaç duyulmaya başlandı.

Antikçağlarda genel olarak savaşlar tek bir muharebe ile kazanıldığından bir Roma komutanının en önemli görevi sefer sırasında orduyu sevk ve idare etmektir.

Savaş kararları her ne kadar taktiksel olarak uygulanıyor olsa da nihai karar consilium'daki ayrıntılı bir müzakereden sonra alınıyordu.

Ordunun temel amaçlarından biri de fazla kayıp vermeden galibiyet almaktır. Her gece kurulan kampların da asıl nedeni bu amaç dâhilinde olup, her an savaş pozisyonda beklenirdi.

Elbette Roma ordusunun iaşe ihtiyacı yine bir Roma komutanı tarafından eksiksiz karşılanmalıydı.

Düşman hattının hareket alanları ve tanınması oldukça önemli olduğundan savaşın başarı ile bitirilmesi açısından da son derece mühim bir durumdur.

Yani bir başka değişle askeri araştırma ve keşif (exploratio) de önemli bir rol oynamaktadır.

Bu hususta Roma ordusunun temel amaçlarından biri tehlikeli olarak gördüğü veya düşman olarak bildiği gurupları en az kayıpla hüsrana uğratmak ve büyük bir başarı elde etmektir.

Roma ordusu askeri sınıf açısından siyaset ile iç içe olmuş ve genellikle büyük başarılar elde eden generallerin birçoğu consüllük hakkı elde etmişlerdir.

Siyasete girmeye hazırlanan Roma asilleri her ne kadar kendilerini bu iş için biçilmiş kaftan olarak görseler de pek de öyle olmuyordu. 
 

Antik Roma'da zorunlu şiddet.jpg
Antik Roma'da zorunlu şiddet


Senatonun kendi içindeki hiyerarşisi bir bakıma ana gruplaşma niteliği kazanmıştı.

Senatonun üyeleri mevcut siyasi durumun yanı sıra askeri başarıları bir ölçüt olarak değerlendirmiştir.

Senatoya girmek isteyen kim olursa olsun, halkın onaylamadığı hiçbir kimsesinin girmesi mümkün değildi.

Roma içerisindeki düzen kuruluş devrine oranla ilerleyen dönemlerde başka bir boyut almış ve düzenin tesisi için kimi zaman düzensizlik tercih edilmiştir.

Zamanla yurttaşlık haklarını sorgulayan toplumun, mevcut düzendeki konumu ciddi anlamda sarsılmaya başlamıştı.

Zaman zaman meydana gelen isyanlar sadece iç siyaseti değil, dış siyaseti de derinden etkilemekteydi.

Önlem almak için kimi zaman lejyonlar seferler düzenlemiş ve birçok isyanı bastırabilmişlerdir.

Küçük çaplı ve fazla da destek görmeyen isyanların çoğu kan ile bastırılmakla beraber büyük çaptaki isyanlarda ağır kuvvetlerin uygulandığını görmek mümkündür.

Denizaşırı topraklara sahip Roma'nın elbette oraları büyük bir özveri ile idare edebilmesi pek mümkün olmayabiliyordu.

Bu eyaletleri yerel beylere tevcih etmiş ve vergi konusunda ciddiyetle davranılmasını istemiştir.

Yerel beylerin de zaman zaman isyan hareketlerine katıldığını ve çoğu zaman da müstakil bir idare oluşturmak istediklerini göz ardı etmemek gerekir.

Bu bakımdan eyalet güvenliği oldukça önemliydi ve buraların korunması Romalı generallerin denetimi altındaydı.

Romalı generallerin sorumlu oldukları eyaletlerde çıkan isyanı en çabuk sürede ve en az kayıpla bastırması beklenmekteydi.

Bastırılan isyanın senato tarafından takdirle karşılanması o generalin ileride siyasete girmek istemesi halinde olumlu bir CV haline gelebilmekteydi.

Keza generallerin asıl amacının siyasete girmek olduğu ve göstermiş oldukları başarıların birer vasıta görevi gördüğünün elbette farkındaydılar.

Roma'nın yayılmacı politikaları sayesinde uzak ülkelere kadar uzanması kendi içinde yarattığı köle sınıfının temelini teşkil etmektedir.

Kölelerin zamanla artan sayısı ciddi anlamda tehlikeleri de beraberinde getirmiştir.

 

Devam edecek...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU