ABD seçimleri: Kültür savaşından bir bölüm!

Eğer seçimler 'Amerikan söylemi' konusunda bir değişiklik yapma girişimini içeriyor idiyse, bu konuda başarısız olunmuştur. Bununla birlikte büyük kültür savaşı, bitiş çizgisinden hala çok uzak

Fotoğraf: AFP

ABD Başkanlık seçimlerinin son haftasında her ne kadar olayların doruk noktasına henüz ulaşmamış olsak da açık olan bir husus var: Bu, 200 yıllık Amerikan demokrasisi tarihinde olağanüstü bir olaydı.

İlk kez seçimlerde geleneksel iki partili sistemin kurallarının dışında bir rekabet yaşandı. Cumhuriyetçi Parti, seçim rekabetinin Başkan Donald Trump ile rakipleri arasında bir düelloya dönüşmesine sebebiyet verecek herhangi bir açıklamada bulunmadı veya herhangi program ortaya koymadı.

Demokrat Parti her ne kadar bir program sunmuş olsa da programın büyük bir kısmı boşluğu doldurmayı amaçlıyordu. Evet, yarısının diğer yarısını anlamsızlaştıran bir program.

Demokratların başkan adayı Joe Biden, Kovid-19 ile mücadele için gizli bir planı olduğunu söyledi. Fakat kampanyasının büyük bir kısmı Trump karşıtlığı etrafında döndü ve bu temelde toplumun çeşitli kesimlerinden destek almaya çalıştı.

Cumhuriyetçiler ise parti içindeki eski düzen ile bir bölünme yaşadılar. Yükselmeyi umut eden kimseler, Trump karşıtı bir tutum benimsediler.

Demokrat Parti içindeki sol akım, kongre seçimlerini kazanmaya odaklanmaya çalıştılar ve Biden'a gönülsüzce oy verdiler. Seçimden aylar önce yapılan anketler, Biden için ezici bir zafer öngörüyordu.

Bununla birlikte Cumhuriyetçi Parti içindeki ayrılıkçı kanat, Trump'ın ve onu destekleyen kampın etkisini azaltmayı başaramadı. Bundan dolayı gelecek planları için bir temel oluşturdular.

Sonuçlar, Cumhuriyetçi Parti taraftarlarının adaylarını desteklemekten geri durmadıklarını gösterdi. Nitekim Temsilciler Meclisi'nde sandalyelerini böylece artıran parti, Senato'daki çoğunluğunu koruyabildi.

Demokrat Parti içindeki sol kanadın arzuladığı devrimci zaferi elde edemediğini görüyoruz. Solu motive eden 4 kadın her ne kadar koltuklarını muhafaza etmiş olsa da Demokrat seçmenler adayları merkezden veya sağdan seçtiler. Yani, Bernie Sanders'tan ziyade Joe Biden'e yakın isimleri seçtiler.

Başka sürprizler de vardı. Demokratlar, on yıllardır Trump lehine terk ettikleri parti için seçim omurgası olan 'azınlık koalisyonunu' gördüler.

Halihazırdaki başkan, yaklaşık yüzde 50 oranında Afro-Amerikan oyu almayı başardı. Öte taraftan Demokratlar, Yahudi Amerikalılar arasında beklenmedik bir şekilde oy kaybettiler.

Bill Clinton'ın sözü seçimlerdeki sınırları ortaya koydu: “Bu ekonomidir, aptal!” Nitekim çoğu seçmen, ekonomideki reform yeteneği hususunda, Trump'a Biden'den daha fazla güven duymaya devam etti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda geriye sorulacak tek soru kalıyor: En nihayetinde bu seçim neyin etrafında döndü?

Burada, Marksist anlamda sınıf ayrımı temelinde bir analiz yapmak anlamsız. Zengin ve varlıklı ABD vatandaşlarının büyük bir kısmının Biden'a oy vermesi dikkat çekicidir.

Ayrıca Biden, kampanyası için Trump'tan çok daha fazla para topladı. Seçkin ticari, akademik ve medya kuruluşların çoğunun Biden'a oy vermesi dikkat çekicidir.

Bununla birlikte Trump'ın seçmenleri de sadece toplumun alt sınıflarından değildi. Sınıf ayrımı bir kenara, dış politikanın da temel bir faktör olmadığı açıkça görünüyor.

Nitekim iki taraf arasında bu konuda düzgün bir tartışma bile gerçekleşmedi. Her iki taraf Çin'in yakın bir tehdit oluşturduğu konusunda hemfikirdi.

Joe Biden, -estetik birtakım koşullar öne sürmesi dışında- Trump'ın Ortadoğu'ya barış getirme girişimlerini onayladı. Aynı zamanda savunma politikası da Trump ile Biden arasında bir bölünme kaynağı olmadı.

Biden, Trump idaresinde başlayan seferberlik ve modernizasyon çalışmalarını iptal etmeyeceğini belirtti.


Peki ya bu seçimler ulusal söylem üzerine cereyan eden kültür savaşının bir bölümü olsaydı?

Amerikan ulusal söyleminin ana teması, dini zulüm ve siyasi baskı kurbanlarının 'yeni dünyaya' gelmesi etrafında dönüyor. Öncü ruh, sıkı çalışma, özgürlük ve yaratıcılık sayesinde kendilerini birer kahramana dönüştürmeyi başardılar.

ABD bu bağlamda, 'bireysel başarı ve kahramanlığın somutlaşmış hali' olarak görünür.

Alman yazar Erich Maria Remarque, ABD'ye gelen birinin buradaki 'büyük öyküye' dahil olmak adına öz yaşantısını geride bıraktığı yönündeki inancını dile getirdi.

Charles Dickens, İvan Alekseyeviç Bunin, İlya Ehrenburg ve Franz Kafka gibi Amerikalı olmayan yazarlar, burayı, 'eski fikirlerden ve zulümden' kaçan herkes için bir 'yeni başlangıçlar ülkesi' olarak tasvir ediyor.

Allen Ruby Grelet, hayatının büyük çoğunluğunu 'edilgen' olarak yaşayan birinin 'ben' zamirini etkinleştirmesinin zorluğunu yazdı.

Yazar, bir kişinin yalnızca ABD içinde yeninden 'ben' zamirini etkinleştirebileceğini ve benliğini kazanacağını söyledi.

Bununla birlikte bu söylem, özellikle de akademisyenler ve basın mensupları başta olmak üzere toplumun seçkinlerinin büyük bir kesimi tarafından yapılan bir meydan okumayla karşı karşıyadır.

Bu söylem çerçevesinde sizin veya atalarınızın bir şekilde acı çektiğini göstermelisiniz ki rejimden empati, özür veya tazminat talep edebilecek bir kurban statüsü kazanabilesiniz.


Mazlumluk, seçimlerde adayların çoğunun kullandığı bir metafor oldu. Mesela Biden, ilk karısının araba kazası sırasındaki trajik ölümünü ve oğullarından birinin ölümünü hatırlatmaktan geri durmadı.

Ayrıca seleflerinin Katolik Fransa'da Protestan olarak çektikleri acıları göstermek için ikinci ismi Robinette'yi gündeme getirdi.

Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Jamaikalı babasının ve Hindistan kökenli annesinin ABD'de çektiği acılardan söz edemedi. Ancak yine de yeni dünyanın kölelik kurbanlarının sempatisini kazanmak için 'teninin koyu rengini' kullandı.

Trump ise kahramanlık ve kurbanlık arasında gidip geldi. Çoğu zaman kendisini güçlü, egemen düzene yiğitçe karşı duran zayıfların kahramanı olarak lanse etti. Ancak kısa süre bir süre sonra ana akım medya tarafından zulüm gören kurban rolüne geçti.

Adayların kendilerini klasik Amerikan retoriğinden uzaklaştırdıklarına dair başka göstergeler de vardı. Örneğin Biden, farklı toplumların varlığına işaret etmek için 'toplumlarımız' ifadesini kullandı.

Ayrıca Biden toplumların haklarını koruma ve güçlendirme sözü verdi. Fakat Haklar Bildirgesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin toplu haklarla değil bireysel haklarla ilgili olduğunu unuttu.


ABD yüzyıldan fazla bir süredir dünyaya farklı bir sosyal, politik ve ekonomik model sundu ve zımnen diğer ülkeleri kendisine benzetmeye çalıştı ve tüm beklentileri aşan bir başarıyla bunu yapmayı başardı.

Nitekim günümüzde ülkelerin çoğu pazara dayanan kapitalist ekonomik sistemlere ve anayasalara sahip demokrasiler haline geldiler. Amerikan modeli, hala dünya üzerindeki 'en cazip model' olarak varlığını sürdürmektedir.

Ancak buradaki büyük ironi, bu modelin bugün bizzat model olan ülkede sorgulanıyor olmasıdır. Bugün büyük bir kesim, özellikle de Avrupa'daki sosyal demokrat modeller başta olmak üzere ABD'yi diğer ülkelere benzetmeye çalışıyor.

Eğer seçimler 'Amerikan söylemi' konusunda bir değişiklik yapma girişimini içeriyor idiyse, bu konuda başarısız olunmuştur. Bununla birlikte büyük kültür savaşı, bitiş çizgisinden hala çok uzak.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU