Mahfi Eğilmez: Yıl başından bu yana toplam dış borç, dolar cinsinden 17 milyar dolar azaldı ancak TL cinsinden 1 trilyon lira arttı

Bir dönem devletin önemli kadrolarında bulunmuş Prof. Dr. Işın Çelebi ve Dr. Mahfi Eğilmez, Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin ile birlikte Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, kur ve borç seviyesi gibi gündemdeki konuları ele aldı

Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr. Işın Çelebi, eski Hazine Müsteşarı Dr. Mahfi Eğilmez ve Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, Altınbaş Üniversitesi'nin "Çarşamba Buluşmaları" etkinliği kapsamında bir araya geldi. 

Aynı zamanda üniversitede öğretim üyeliği de yapan ekonomistler, Merkez Bankası'nın faiz kararı, mevcut kur ve borç seviyesi gibi gündemdeki konuları değerlendirdi. 

Moderatörlüğünü Alkin'in yaptığı buluşmada konuşan Mahfi Eğilmez, ekonomistler olarak tasarrufun, üretimin konuşulması gerektiği yerde en önemli gündemin kur olduğunu hatırlatarak "Son bir yılda "faizi artırmayacağız" diye, döviz kurunu da tutabilmek için dünyanın rezervini harcadık. Ödemeler dengesinde sadece Merkez Bankası'nın 40 milyar dolar rezervi eridi" ifadesini kullandı. 

Döviz kurunun haziranda uzun süre 6 lira 85 kuruş seviyesinde tutulduğunu hatırlatan Eğilmez,  "7 lirayı geçmeyelim derken 8,50'lere geldik. Bizim rezervimiz vardı aslında bu rezervi bir hiç uğruna harcadık. Faizi artırsaydık bu rezervler yerinde duruyordu. Faizi artırmamanın maliyeti bize, Merkez Bankası açısından 40-45 milyar dolar. Daha kamu bankalarından da harcanan var…"  diye konuştu. 

Türkiye'nin bir yıl önce altın ve döviz dahil brüt rezervinin 120 milyar dolar, swap işlemlerinin değerinin ise 17 milyar dolar seviyelerinde olduğunu aktaran Eğilmez, "Altınlar yurt dışındayken altın swapı yapılabiliyordu. ‘Ver parayı al altını'. Altınları Türkiye'ye çekince swaplar tuhaf bir noktaya geldi" dedi ve ekledi: 
 

Yıl başında, kamu, özel sektör, merkez bankası, kısa, orta, uzun vadeli dış borçların tamamı 438 milyar dolardı ve o günkü kurla karşılığı 2,6 trilyon lira. 

Yani Türkiye, yıl başında 2,6 trilyon lira bulsa borçlarını ödeyecek durumdaydı. 

Dış borçlar 421 milyar dolara düştü. Çünkü yeni borç alamıyoruz, bir yandan eskileri ödüyoruz. Bu borcun bugünkü karşılığı 3,5 trilyon lira. 

Borçlarımızı dolar cinsinden indirmişiz fakat Türk Lirası cinsinden 1 trilyon lira artırmışız. 


1 milyon dolara makine-teçhizat alan bir şirket örneği veren Eğilmez, "Bu makina, yıl başındaki kurla 5 milyon 950 bin lira ediyordu ve bu şirket, TL yaratabilen bir kurum. Bugünkü kurla şu anki borcu 8 milyon 400 bin lira. En az yüzde 40 fark var. Bu şirketin sahibi kârını yüzde 40'tan fazla artırmalı ki borcunu ödeyebilsin" dedi. 

Prof. Dr. Emre Alkin ise yıl başından bu yana değil, Merkez Bankası'nın politika faizini değiştirmeme kararı aldığı 22 Ekim'den bugüne kadarki zamanı içeren bir örnek verdi. 

"22 Ekim'de 20 milyon euro kredi almış bir kişiye iki haftada yüklenen ekstra maliyet 14 milyon euro" diyen Alkin, "Politika faizi artmıyor olabilir ama banka kredisi faizleri yüzde 12'lerden yüzde 18'lere çıktı. 20 milyon euro bugün 200 milyon lira ediyor. 20 milyon euroyu kapatmak istese alacağı TL kredisinin faizi olağanüstü yüksek. 200 milyon liralık kredi alamaz ki…"
  
Alkin: Merkez Bankası, kendine alan açacak diye döviz kurunu yukarı fırlattı

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 24 Eylül'deki Para Politikası Kurulu'nda (PPK), politika faizi olarak kabul ettiği bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını 200 baz puan artırarak yüzde 8,25'ten yüzde 10,25'e yükseltmişti. 

22 Ekim'de gerçekleşen sonraki toplantıya kadar ise piyasada yeni bir faiz artırımı beklentisi oluşmuş ancak TCMB, politika faizini sabit tutmuştu. 

TCMB, politika faizini (bir haftalık repo faizi) değiştirmediği PPK sonrası Geç Likidite Penceresi işlemlerinde uygulanacak Merkez Bankası borç verme faiz oranı ile gecelik borç verme faiz oranı arasındaki farkın 300 baz puan olarak belirlenmesine karar vermişti. 

Mevcut durumda eylülde yüzde 13,25 olan geç likidite penceresi borç verme faiz oranı ekimde yüzde yüzde 14,74'e çıkmış durumda. 

Bu konuya değinen Emre Alkin, eylüldeki kararda piyasanın "Bravo Merkez Bankası, gerçekleri görüyor. Biz hiç faize dokunmayacak zannediyorduk. 200 baz puan faizleri artırdı. Demek bundan sonra peşpeşe faiz artırımı gelecek" algısına girdiğini söyleyerek ekim kararı sonrası kurun 8 lirayı aştığını hatırlattı ve ekledi: 
 

Jüpitere uydu gönderilmesi siyaseten olmuyor. Ameliyata giren birini iyileştirmek siyaseten olmuyor. Camdan atolan taşın düşüşünü siyaseten, nutuk atarak durdurmak imkansız. Ancak herhangi bir iktisadi kararın sonuçlarına siyaseten müdahale etmek mümkün. 

Temelde iktisat biliminin Latince'den Fransızcaya tercümesi "Ekonomi Politik"tir (Économie politique). Bu bilimin adı"ekonomi" diye başlamamıştır. Yani insan davranışları üzerine kurulmuş bir sosyal bilimler unsurudur. İçinde siyaset var, insan karakteri var, tepkiler var, mutluluk var, hüzün var, bazen de inat var… 

Merkez Bankası Başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin, siyasetten, bizden, piyasadan gelen baskıya maruz kaldıkları açıktır. 

Ancak ben insanların elindeki dövizi bir miktar sattığı, ülkeye bir miktar yabancı para girişi olduğu ekim döneminde bir çuval inciri berbat edecek bir işe nasıl imza atıldığını anlamıyorum. Karşıdan bana "Merkez Bankası alan açtı" yanıtı geliyor. 

Merkez Bankası, kendisine alan açacak diye bankaların fonlama maliyetini yükseltti. Döviz kurunu yukarı fırlattı, enflasyon patikasını da bozdu. 

Bu durum, kurda istikrar isteyen hükümet modeli ile uyuşmuyor. Resmi faizi artırmak için fonlama maliyetini artırıyorum, size hiç para vermiyorum. Aslanın gırtlağını sık. Ateşi belki düşer. Düşer tabii çünkü ölecek. 


Geç Likidite Penceresi nedir? 

Merkez Bankası'nın bankalara, dolayısıyla piyasaya kaynak (fon) sağlarken dört farklı yol kullanıyor. Bunlardan ilki "bir haftalık repo faizi". Diğerleri ise "Piyasa Yapıcı Bankalar için Politika Faizi", "Gecelik Fonlama Faizi"  ve "Geç Likidite Penceresi (GLP) Faizi". 

Bankalar için gün, Borsa kapandıktan sonra bitmiyor. Bir gece boyunca para kazanmaya devam etmek isteyen bankalar, paralarını Merkez Bankası'na yatırarak faiz geliri elde edebiliyor. Yani Merkez Bankası, bankalardan borç almış oluyor. Benzer şekilde hesabını kapatmak isteyen bankalar, gecelik olarak Merkez Bankası'nın parasını borç olarak alabiliyor. Bu işleme "gecelik fonlama" deniyor.

Saat 16:00'a kadar hesaplarını denkleştirememiş bankaların açıklarını kapatmak üzere başvuracağı adres yine Merkez Bankası. TCMB, son borç veren makam olarak, gün sonu ödeme sistemlerinde oluşabilecek sorunların önüne geçmek amacıyla bankalara  limitsiz vadeli TL borçlanma imkanı sunabiliyor. Ya da aynı koşullarda TL borç verme imkânı da olabiliyor. İşte bu işleme "Geç Likidite Penceresi" (GLP) deniyor. 

Eğilmez: Merkez Bankası bağımsız olmalı aksi takdirde hükümet, işi kurtarmak için dilediği kadar para basar

Merkez Bankası'nın bağımsızlığı meselesinin 30 yıldır konuşulduğunu hatırlatan Eğilmez, "Bu durum Özal döneminde başladı. Ondan öncesinde yoktu ve biz bu yolda devam ederken öyle bir noktaya geldik ki başladığımız yere geri döndük" dedi. 

Merkez Bankası'nın siyaset dışı bir kurum olduğunu vurgulayan Eğilmez, şöyle konuştu: 
 

Hazine Bakanlığı öyle değildir. Siyasetin içindedir. Ancak Merkez Bankası'nın alacağı kararların hükümetin siyaseti ile çok paralel olmaması gerekir. Merkez Bankası'na hükümet bir veya birden çok amaç verir.  

Bizde olduğu gibi fiyat istikrarı verilmişse ve araç bağımsızlığı da sağlanmışsa bu fiyat istikrarını nasıl sağlayacağına hiç kimsenin karışmaması lazım. Esasen para basma yetkisi, hükümetlere bırakılmayacak kadar bağımsız olması gereken bir şey. Aksi takdirde hükümet, işi kurtarmak için dilediği kadar para basar, dilediği kadar enflasyon yaratır. 


"Türkiye faiz takıntısından kurtulmak zorunda"

"Faizi dolaylı olarak artırıp, doğrudan artırmadığınızda faizi artırmış gibi olmuyorsunuz" diyen Eğilmez'e göre dünyanın bildiği ve izlediği politika faizi artırılmalı. 

Merkez Bankası'nın ekim toplantısında faizi artırmış olması durumunda kurun bu seviyelere gelmeyeceğini aktaran Mahfi Eğilmez, "Dışarıdan baktığında Merkez Bankası'nın gerektiğinde faizi artıramayıp, arka yollara dolaşmaya başladığı izlenimi karşımıza çıkıyor. Böyle olduğunda işler karışıyor. Bırak buraya yatırım yapacak yabancıyı, yerli yatırımcı açısından bile konu karışıyor. Konunun bilincinde olmadığımız algısı yaratılıyor" dedi ve Moody's açıklaması örneğini verdi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, Türkiye'nin kredi notunun "B1"den "B2"ye düşürdüğü 11 Eylül tarihli kararında " Türkiye'nin kredi görünümüne dair riskler artarken, ülkenin kurumları sorunların etkili bir şekilde çözümü konusunda gönülsüz ya da bu problemlere çözüm bulmakta yetersiz görülüyor" ifadelerini kullanmıştı. 

Türkiye faiz takıntısından kurtulmak zorunda olduğunu söyleyen Eski Hazine Müsteşarı, "Bizde faiz sadece ve sadece enflasyonu düzenleyici bir unsur değil. Bizde enflasyonun temel nedeni kur. Kur yükselince tüm ithal girdilerimiz pahalılaşıyor. Pahalılaşınca fiyatlara yansıyor ve enflasyona yol açıyor" dedi. 

Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal'ın geçen haftaki enflasyon raporu toplantısında "Bizim döviz kuru hedefimiz yok" açıklamasını da değerlendiren Eğilmez, "Bu açıklamayı yapması doğru değil. Kur politikası doğrudan satarak ya da alarak müdahale ise olmaması lazım. Ama eğer sen faizle müdahale edeceksen aynı zamanda enflasyona da müdahale ediyorsun" ifadesini kullandı. 

Eğilmez, "Merkez Bankası, bu ekonomik koşullar altında faizi 200 puan değil 300 puan da artırsa bunun bize sağlayabileceği tampon bir aydır. O süre içinde biz başka şeyler yapmak zorundayız. Enflasyonu yaratan nedenleri engellemeli, riskleri düşürmeliyiz. 2013'te 110 seviyelerinde olan CDS primleri 500'lere gelmiş durumda" diye konuştu. 

Çelebi: Özel sektörün en önemli özelliği, zombi şirketlerin ortaya çıkması

1987-1991 yılları arasında Özal döneminde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevinde bulunan Prof. Dr. Işın Çelebi ise "Mahşerin üç atlısı yine Türkiye'nin gündeminde: Enflasyon, eksi büyüme ve cari açık" ifadelerini kullanarak kredi risk priminin (CDS) 550'yi aştığını hatırlattı ve ekledi: 
 

Nijerya'nın bile CDS'i 516. Üç yıldır büyüme hedefi yüzde 5. Şu an büyüme hızımız eksi 4 ila 5 görünüyor. Artı büyümedeymişiz gibi konuşuluyor. Enflasyon hedefi yüzde 8,5'ti. Yüzde 11,8'e çıktı. Üniversite bitirmiş öğrencilerin yüzde 25'i işsiz. Özel sektörün en önemli özelliği, zombi şirketlerin ortaya çıkması. 

"Komuta ekonomisi" mantığıyla bir işin yönetilmeyeceği, kapalı duvarlar arkasına sıkıştırılamayacağı ortada. "Masa başında planı yaparım ve işler" dendi, işlemedi, işlemiyor. 


Risk primi (CDS) nedir?

Elinde bir ülkeye ait tahvil ya da benzer bir finansal araç bulunduran bir kişi, vade sonunda alacağının ödenip ödenmeyeceğini bilmek ister. 

Şayet ödenmeme gibi bir riski ortadan kaldırmak istiyorsa belirli bir bedel ödemek, bir nevi sigortalamak durumunda.

Bu işlem için de ülkelerin risklerini gözlemleyerek bir CDS primi oluşturan kuruluşlarla çalışılıyor. Bu kuruluşlar, tahvili alan kişiye, "Bize her ay X kadar ödeme yaparsanız, alacağınızın ödenememesi durumunda ödemeyi biz yapacağız" taahhüdünü veriyor. Kişi, kabul ederek bu riskin maliyetini ödemeye razı oluyor. 

Yatırım yapanın "parasını alamama" endişesi ne kadar fazla ise risk (CDS) primi de o kadar yüksek oluyor. 

Her 100 CDS puanı için yüzde 1 maliyeti oluşuyor. Örneğin ülkenin CDS puanı 480 ise  yatırımcının tahvilini ödenmeme, iflas gibi durumları sigortalatmak için yüzde 4,8 oranında bir bedel ödemesi gerekiyor. 

2 Kasım'da 566'ya kadar çıkan Türkiye'nin risk primi, bugün itibarıyla 518'e kadar düşmüş durumda. 

Döviz arzı 61,5 milyar dolar azaldı, rezervler eksi 48 milyar dolarda 

Bir yabancı para sepetine (euro, sterlin, yen) göre ABD doları değerini açıklayan dolar endeksi ve Dolar-TL ilişkisi hakkında da değerlendirmelerde bulunan Çelebi, sepetin yüzde 50'si eurodan oluşan ABD dolar endeksinin 23 Mart'ta 102,9 iken 2 Kasım'da 93,7'ye gerilediğini hatırlattı. 

Euro/dolar partiyesinin 24 Mart'ta 1,08, 4 Kasım'da 1,17 dolar olduğunu belirten Çelebi, doların gelişmiş ülke paraları karşısında yüzde 8,5 değer kaybettiğini aktardı. 
 

Emre Alkin
Prof. Dr. Işın Çelebi (solda) ve Prof. Dr. Emre Alkin


Söz konusu süre içerisinde Türk Lirası'nın dolar karşısında yüzde 33,2 değer kaybettiğini söyleyen Prof. Dr. Işın Çelebi, söz konusu kaybın nedenlerini "Türkiye çok zayıf bir ekonomiye sahip. Döviz arzını artıramıyoruz, buna karşılık döviz talebi artıyor" diyerek açıkladı. 

Tersi durumda euronun güçlenmesini sağlam ve istikrarlı Almanya ekonomisine, Avrupa Birliği'nin 400 milyar eurosu hibe kredi olan 750 milyar euroluk pandemi destek paketi onaylayabildiğine ve ABD'de ikinci destek paketi üzerinde hâlâ anlaşılamadığına bağlayan Çelebi, Türkiye ile ilgili şu verileri paylaştı: 

Döviz arzındaki azalmanın nedenleri: 

A) Yılbaşından bu yana yabancılar 13,5 milyar dolarlık varlık satıp Türkiye piyasasından çıktı. 

B) Yurt içi döviz tevdiat hesabı (yabancı para cinsinden bankalarda açılan vadesiz ve vadeli mevduat hesapları) artışı 24,5 milyar dolar.

C) Yıllık cari açık 23,5 milyar dolar. 

Toplam azalma: 61,5 milyar dolar. 

Azalan döviz gelirleri: 

A) Turizm gelirleri: 36 milyar dolardan 8 milyar dolara geriledi. 

B) Merkez Bankası brüt rezervleri: 88 milyar dolar. Net rezervler, 22 milyar dolar. 

C) Swap hariç rezervler: Eksi 48 milyar dolar. 

"Dört aylık ithalatı karşılayacak döviz olması lazım"

"Türkiye'nin en temel meselesi, rahmetli Özal'ın bizim her gün başımıza kaktığı ve anlattığı şey, döviz kıtlığı" diyen Işın Çelebi, Türkiye gibi ülkelerde dört aylık ithalatı karşılayacak kadar dövizin bulundurulması gerektiğine vurgu yaptı. 

"Örneğin ithalatımız 200 milyar dolar civarındaysa. Bizim 50 milyar dolar, nakit döviz rezervimizin olması ve bunun üzerine koyabilmemiz lazım" diyen Çelebi 1994 krizinden örnek verdi: 
 

Nisan 1994'te faizleri sabitleyeceğiz diye bir anlayış çıktı ve nisan krizi oldu. Piyasa hareketlerini talimatla, bir komuta ekonomisi mantığıyla yönetmeye kalktığınızda Türkiye'deki piyasalar bunu kabul etmiyor. 

IMF'in telkiniyle, 2001 şubatından önce "ben kuru sabitliyorum" denildi. Haziran 2001'e kadar dolar sabitlendi. Türkiye, tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşadı. Binlerce insan işsiz kaldı. 

Türkiye yeniden bir döviz kıtlığının en dibine kadar girmiş vaziyette. Biz dürbüne tersinden bakıp her şeyi küçültüyor, önemsiz hale getiriyoruz. 

Merkez Bankası'nı bir kere bağımsız kılmak lazım. Bu, tartışılmaz bir olgu. Türkiye'nin iktisat tarihi deneyimlerinde görüyoruz ki Merkez Bankası bağımsız olmazsa, bu iş dikiş tutmuyor. 


Reçete nedir? 

Çelebi'nin paylaştığı veriler çerçevesinde "Türkiye'nin eksileri oldu ama bu çapta bir eksi hiç olmadı" yorumunu yapan Dr. Mahfi Eğilmez ise mevcut durumun nedeninin ekonomik olmadığını aktardı. 

"Ekonomi bir sonuçtur" diyen ekonomist, "Türkiye'nin siyasal ve sosyal sistemi yanlış. Yeniden bu sistemi güçler ayrılığına döndürmemiz lazım. Hukukun üstünlüğüne geçmemiz lazım. Eğitim sistemini "sorgulayıcı" ve analitik noktaya getirmemiz lazım. Bu adımları atmazsak faizi artır, faizi indir, kura müdahale et bununla bir yere varamıyoruz. Bu çok net" yorumunu yaptı. 
 

Mahfi Eğilmez.jpg
Dr. Mahfi Eğilmez/ Fotoğraf: Twitter


Dış ülkelerden algının, Türkiye'de kararların tek kişi tarafından alındığı yönünde olduğunu söyleyen Eğilmez "Yabancı yatırımcı, o nedenle buraya gelmekten korkuyor" dedi. 

Toparlanma için ikinci önemli unsurun bağımsızlık olduğunu vurgulayan Mahfi Eğilmez, "Merkez Bankası bağımsız olmalı ve bunu dünyaya göstermeliyiz. Biz herkesle kavgalıyız. Tüm komşularla sorunumuz var. Dış politikada bu kadar sorunlu bir ülkede riskler de düşmüyor. Bizim oturup nerede hata yapıyoruz diye sormamız lazım ama biz bunu asla sormuyoruz.  Hep o suçlu, bu suçlu, dış güçler suçlu" diye konuştu. 

Eğilmez, "Dünyanın en iyi ekonomi takımını kursak bile hatanın bizde olduğunu kabul edemezsek bu işten çıkamayız. Konu kişilerle ilgili değil sistemle ilgili" diyerek sözlerini tamamladı. 

Çelebi: Ben başkanlık sistemine çok inanmış bir adamdım 

Eğilmez'in "reçetesine" katıldığını söyleyen Işın Çelebi ise yasama-yürütme-yargının birbirinden bağımsız ve birbirini denetler biçimde olmadığını belirterek "Bunu sağlayamazsak, allame-i cihan olsak bu meselenin içinden çıkamayız" dedi ve ekledi: 
 

Ben başkanlık sistemine çok inanmış bir adamdım. Çok da savundum. Olmasını çok istedim. Ancak başkanlık sisteminde başarılı olup olmadığımız analiz etmemiz lazım. Ben, başkanlık sisteminin Türkiye'nin yapısına uymadığını görüyorum. Meclisin de yer aldığı yarı başkanlık sistemine ihtiyacımız var. 

Çünkü parlamenter sistemi dışarıya aldık mı halk da dışarıya çıkıyor. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi çalışmıyor. Halkın seçtiği insanlar, bakanlar kurulunu oluşturmalı. Denetim mekanizmasını sağlamalı. Seçim sistemini daraltılmış seçim bölgelerine göre yapmalı. Halk kimi seçtiğini bilmeli. Seçilen insan, kime sorumlu olduğunu bilmeli. 

Parlamenter sistemde ne aksadı? Siyasi partiler merkezde listeleri yapıp halkın kimi seçtiği, milletvekili de kimin kendini seçtiğini bilmediği bir yapı ortaya çıktı. 

O nedenle o parlamenter sistem yeterli olmadı. Başkanlık sistemi ortaya çıktı. Ama görüyorum ki parlamenter sistemi revize edip yarı başkanlık sistemini kurmak lazım. 

Bakanlara bakıyorsun hiçbirinin halka karşı sorumluluğu yok. Meclis hükümeti denetleyemiyor çünkü hükümet meclisten gelmiyor. 




Independent Türkçe 

DAHA FAZLA HABER OKU